Evrensel bir feminist kimlikten ziyade liberal, sosyalist, Marksist, varoluşçu, ayrılıkçı, radikal vb. feministler, feminizmler arasında farklılıkları ve dalgaları oluşturur. Bu farklılıklar sınıfsal, kültürel, etnik ve tarihsel sebeplerle oluşur. Bundan yola çıkarak da “feminizm” konulu bir yazının sahibinin feminizmden ne anladığını, kendini ne tür bir feminist olarak tanımladığını veya feminist olmadığını iddia edip etmediğini bilmek önemlidir. Aksi takdirde kadınların hayatını, sorunlarını ve görüşlerini anlatan ancak kendini feminist olarak tanımlamayan yazarları sıralamak oldukça kolay olacaktır. Kendini feminist olarak tanımlamayan bir kadın yazarın eserine, baştan sona kadını da anlatsa feminist edebiyat örneği diyebilir miyiz? Bu yazıda çeşitli başlıklarla genel olarak feminizm ve edebiyatın ilişkisini inceleyeceğiz.
Feminizm Edebiyatı Nasıl Etkiledi?

18.yüzyıldan günümüze değişen ve çeşitlenen feminizmle birlikte dönüşen feminist geleneği, kendi içinden aynı zamanda feminist edebiyat eleştirisi disiplini de çıkarmıştır ancak feminist eleştiri ile feminist edebiyat eleştirisi arasında ayrım yapmak oldukça zordur. Genel anlamda feminist eleştiri, toplumsal ideolojilere ve uygulamalara yönelirken; feminist edebiyat eleştirisi ise dikkatini bu ideolojilerin ve uygulamaların edebi metinlerde nasıl şekillendiğine yönelir. Buna ek olarak her ikisi de cinsiyete odaklanır.
Feminist hareketin ilk basamağını eşit haklar için verilen mücadele oluşturur. Yükselen ilk dalga ise liberal feminizmle çakışır. Liberal feministler akla önem vermiş ve oy hakkı, eğitim hakkı gibi kazanımlarıyla kadın hareketine çok şey katmıştır. Önde gelen savunucusu Mary Wollstonecraft’tır. Feminizmin ilk temel kitabı sayılan “Kadın Haklarının Savunusu“nda (1792) kadınların mahrumiyet ve ikinciliğini analiz ederken eğitim üzerine de odaklanmıştır. Dönemin diğer yazarlarından olan Sarah Grimké, Elizabeth Cady Stanton, Susan B. Anthony‘nin birincil hedefleri ise kadınların birçok konuda erkeklerle olan eşitliğidir.
İngiliz Edebiyatındaki ilk profesyonel kadın yazar ise Aphra Behn‘dir. Behn, kadın yazarların öncüsü hatta belki de ilk cinsel özgürlükçü yazardı. Dönemin erkek yazar ve eleştirmenleri onu “erkek gibi” (çünkü kadının cinsel istekleri, tutkuları olduğu gerçeği o dönem için sıra dışı olduğu gerekçesiyle kabul edilememekteydi) yazdığı konusunda ısrarcıdır. Bu nedenle kadın yazarların bir kısmı ilk dönemler ya erkek isimlerini kullandı ya da belirli konuları dolaylı anlatım ile anlattılar.
19. yüzyılla birlikte, kadın ve edebiyat ilişkisi genel edebiyat bilimi içinde kendine yer bulur. Dolayısıyla kadın edebiyatı, kadınlar için kadınlar tarafından yazılan ve kadınları konu alan eserleri akla getirir. Eski zamanlarda ise kadın edebiyatına çok rastlanmamasının sebebini yazının ilerleyen bölümünde okuyacağınız üzere eserlere “erkeksi” bakılması veya yazarlığın kadınlara özgü görülmemesi idi. Bu nedenlerden dolayı eski dönemde çok rastlayamadığımız kadın yazarlar maalesef ki erkeklerin “kadınlar yazar olamaz” argümanını oluşturmasını sağlamıştır ki bu oldukça yanlış bir düşüncedir. Feminizm ise bu kadın edebiyatını desteklemiş ve kadınların daha özgürce, konu ve anlatım sınırı olmadan yazabilmesine yardımcı olmuştur.
Yazarlar Bu Konuya Eserlerinde Nasıl Değindi?

Virginia Woolf‘un, Angela Carter‘ın, Simone de Beauvoir‘ın, Anja Meulenbelt‘in ya da Fatma Aliye‘nin edebiyatındaki feminizm ile Judith Butler‘ın feminist bakışını aynı kefeye koyamayız. Çünkü felsefe de olduğu gibi nasıl filozof sayısı kadar felsefe tanımı var diyorsak kısmen feminist birey sayısı kadar feminist çeşitliliği vardır diyebiliriz. Çünkü her birey kendine özgü niteliklere ve görüşlere sahiptir. Örneğin “ilk feministler” olarak nitelendirilen Tanzimat ve Meşrutiyet dönemi yazarları; kadın kahramanlara yer vermiş, kadını sesini duyurmaya çalışmıştır ancak bu romanlar, evlilik, aile baskısı gibi meseleleri, erkek egemen bir dil içinde, gayet “edepli” bir şekilde incelemiştir. Bu romanlarda kadınlar her türlü öznellikten uzak bir kadın tipidir. Bu kadın tipi Halide Edib ile cinsiyetsiz kadın modeline evrilir. Türkün Ateşle İmtihanı’nda kendini cinsiyetsiz ama “kahraman bir kadın” olarak tanımlarken, Handan (1912), Ateşten Gömlek (1922), Kalp Ağrısı (1924) adlı romanlarında, Türk kızlarının savaş dönemindeki kahramanlıklarına övgüler düzerek kadını militarize de eder. Cinsiyetsiz ve erkeksi bir biçimde anlatılan bu karakterler erkeğin bakış açısıyla şekillenmektedir.
Bahsettiğimiz bakış açısıyla yazılmamış eserler de vardır tabi. Bunlardan örnek vermek gerekirse; Virginia Woolf‘un Kendine Ait Bir Oda (1929) adlı eseri kadınların edebi üretkenlikleri için ne tür bir ortama gerek duyduğunu ve bu ortam için gerekli olan koşulların önündeki engelleri anlatır. Woolf, kadınların ekonomik bağımsızlığa, kişisel alana ve kişisel özgürlüğe olan ihtiyacını bu eserinde oldukça iyi işlemiştir. Başka bir şekilde Simone de Beauvoir‘in İkinci Cins (1949) adlı eseri kadının nasıl “öteki” olduğunu ve bunun ne anlamda, nasıl kadınları etkilediğini, erkek egemen toplumlarda kadının yerini ve bu yerin nasıl şekillendiğini başarıyla anlatır. Veya Margaret Atwood‘un Damızlık Kızın Öyküsü (1985) romanı belki de feminizmin etkili olduğu ve kadının yerinin ne kadar önemsiz görüldüğünü, kadının nasıl bir araç veya insan olarak görülmediğini anlatan en iyi distopya romanlarından birisidir.
Bu Başlıkta Kitap Karakterleri Nasıl Şekillendi?

Yazarların tarafından bize sunulan ve edebiyata kazandırılan kadın karakterler, sadece hikâye ile sınırlı kalmayarak toplumsal algımızın da bir parçası haline gelmiştir. Nasıl ki okurlar yazarların kaleminden, karakterlerinden ve hikayelerinden etkilenebiliyor ise yazarlar da aynı şekilde okurların bulunduğu toplumun kültüründen, siyasetinden, kabul görmüş ortak görüşünden etkilenebiliyor ve bu çerçevede eserleri ve bu eserlerde bulunan karakterler şekillenebiliyor. Bu başlıkta feminizm etkisi ile kitap karakterlerinin nasıl şekillendiğini örnekler üzerinden anlatacağım.
İlk karakterimiz olan Jane Eyre, kadın hak ve özgürlüklerinin önemini vurgulayan bir karakterdir. Zeki bir karakter olan Jane, her zaman kendini geliştirmeye çalışır ve eğitimine büyük önem verir. Kadın haklarının önemsenmediği bir dönemde yaşayarak herkese kafa tutan ve tek başına hayatını devam ettirmek için çaba gösterir.
Başka bir örnek olarak Yeşilin Kızı Anne karakteri Anne Shirley ise on bir yaşında kimsesiz bir kızdır. Toplumsal cinsiyet rollerine karşı gelerek kendi özgürlüğünü, eğitimini ve başkalarının haklarını savunan bir karakterdir. Döneminden farklı bakış açılarına sahip olan Anne’in toplum tarafından kenara itilmesi ise onu daha da güçlü bir karakter haline getirmiştir.
Yerli bir karakter olarak ise Aliye örnek verilebilir. Halide Edip’in ikinci romanı olan Vurun Kahpeye adlı eserinde yer alan Aliye, Kurtuluş Savaşı dönemindeki mücadeleleri ile ünlenen bir karakterdir. Vatanı uğruna her şeyden vazgeçebilecek olan Aliye, roman boyunca kadınların bağımsızlıklarını ve özgürlük arayışlarını önemli ölçüde okuyucuya göstermektedir.
Özetle, yazarlar etkilendikleri unsurları (çevre, siyaset, toplum vb.) feminist görüş çerçevesinde harmanlamıştır. Feminizmin bu etkisi ile kadın karakterler daha cesur, özgürlükçü, hak ve özgürlük arayışında olan ve değerlerine sahip çıkan karakterler olarak ön plana çıkmaya başlamıştır. Bu özellikler ile birlikte de feminist görüş daha görünür ve örnek karakterler ile anlaşılabilir hale gelmiştir.
Feminizm Edebiyat Dünyasında Toplumsal Cinsiyet Rollerini Nasıl Yansıttı?

Kadının toplumsal görünürlüğü arttıkça karşı karşıya kaldığı cinsiyetçilikte ve ayrımda bir azalma olmamaktadır. Edebiyatta ise bu farklı değildir. Tarih boyunca kadının bir yazı geleneğinden yoksun olması, erkeklerin kayda değer bir kadın yazar olmadığı ve yazarlığın erkeklere özgü bir alan olduğu tezini ortaya koymalarına neden olur. Bu durum erkeklerin birçok alanda olduğu gibi yazarlıkta da kadınların erkeklerle yarışamayacakları tezini ileri sürmeleri demektir. Ki bu görüşün yanlış olduğu sonucuna bahsedilen eserlerin başarısı ile hâlâ konuşabilmesi üzerinden ulaşabiliriz.
Feminizm ise edebiyat dünyasında toplumsal cinsiyet rollerini yansıtma ve sorgulama konusunda önemli bir etki yaratmıştır. Edebiyatta kadın karakterlerin toplumsal kalıplara karşı verdiği mücadele ile birlikte geleneksel kadın rollerinin ötesine geçilmesini ve kadın karakterlerinin daha bağımsız ve güçlü olmasını sağlamıştır. Bunlara örnek olarak Jane Eyre, Anne Shirley çok hızlı bir şekilde örnek verilebilir. Çünkü iki karakterimiz de bulunduğu toplumsal dönemdeki görüşlere karşı kendilerini geliştirmiş, zeki ve birey olmak için bir erkeğe ihtiyaç duymayan, cesur karakterlerdir. Feminizm aynı zamanda kadınların kendi seslerini bulma süreçlerini de edebi eserlerde yansıtır. Örneğin, Damızlık Kızın Öyküsü adlı eserde yer alan June Osborne karakteri. Distopik bir dünyada yaşayan June, yaşadığı baskı ve kısıtlamaya rağmen kendisine olan inancını yitirmemiş ve bunu korumak konusunda çaba göstermiş ve başarmıştır. Kadın yazarlar, kendi deneyimlerini ve toplumsal baskıları eserlerinde işler. Bahsetmiş olduğumuz Virginia Woolf‘un Kendine Ait Bir Oda eseri buna örnek gösterilebilir. Kitapta yer alan karakterimiz yazı yazmak için kişisel bir alanın, insanın kendisi ile baş başa kalması konusunda önerilerde bulunur. Bir yazardan başka bir yazara tavsiyeler gibi de düşünebiliriz.
Feminizm, edebiyat dünyasında toplumsal cinsiyet rollerini eleştirel bir şekilde yansıtarak ve sorgulayarak önemli bir değişim yaratmıştır. Kadın karakterlerin bağımsızlık arayışları, toplumsal cinsiyet kimliklerinin yeniden inşası ve çeşitliliğin teşvik edilmesi, feminizmin edebi alandaki etkilerinin temelidir. Bu etkiler, toplumsal cinsiyet rollerinin daha derinlemesine anlaşılmasına ve bu rollerin dönüşümüne katkıda bulunmuştur.
Yazarların Feminist Hareketlerdeki Rolü Ne Oldu?

Yazarların feminist hareketlerdeki rolüne gelecek olursak feminist hareketlerin gelişimi ile yazarların katkıları oldukça çeşitlenmiş ve çoğalmıştır. Yazarlar, toplumsal cinsiyet eşitsizliği konusundaki farkındalığı artırarak, feminist düşüncenin şekillenmesine ve toplumların bu konudaki algılarının değişmesine katkıda bulunabilir. Yazarların yazdığı her güçlü kadın karakter veya feminist olan herhangi bir karakter topluma sunulduğunda bu karakterler toplumu oldukça etkileyecektir. Edebiyat ve fikirle topluma yani halka sunulan feminizm, küçük çocukları feminizm açısından eşitlikçi bir yola yönlendirecek ve bireyleri ise bilinçlendirecektir. Kısaca yazarın yazdığı bir roman, orta yaşlı erkek bir bireyi feminizme yönlendirebilir veya yazarın yazmış olduğu bir tiyatro metni sergilendiğinde genç yaşta olan bir kadının feminizm hakkındaki yanlış düşüncelerini iyileştirebilir. Yazarın kalemi ve fikirleri güçlü olduğu sürece feminist hareketlerdeki rolü oldukça çeşitli ve güçlüdür.
Kaynakça
- Öğüt, Hande. “Edebiyatta Feminizm ve Feminist Edebiyat Eleştirisi.” K24, web Accessed 13 Sept. 2024.
- Öztürk, Mehtap. “Feminist Edebiyat.” FeministBellek, 27 Nov. 2023, web
- Şeker, Aziz. Feminist Edebiyat Eleştirisi Bağlamında Edebi Metinlerde …, web Accessed 13 Sept. 2024.
Kapak Görseli: Öne Çıkan Görsel Linki