“Filmler, mimarın en cesur rüyalarının sadık çevirmeni olacaktır.”1
Luis Buñuel
Mimarlığa bir tanımlama yapılmaya çalışıldığında birçok alanla birlikte anılması gerektiği görülür. Mimarlığın farklı disiplinlere değinmesi ve onlardan etkilenerek değişmesi kaçınılmaz bir gerçektir. Ayrıca insan, çevre gibi bileşenler de bu ilişkinin bir parçasıdır. Sinemayı incelediğimizde de benzer bir ilişki sarmalıyla karşılaşırız. Sinema birçok disiplinden etkilenmekte ve birçok disiplini etkilemektedir. İşin içine giren zaman ve mekân kavramı nedeniyle de mimarlıkla ilişkisi diğer disiplinlere oranla çok daha fazladır. Henri Lefebvre “Mekân hiçbir zaman boş değildir; her zaman bir anlam içerir.”2 diyerek sinemanın da konusu olan mekanın anlamına dair bir pencere açar bizlere.
Filmlerde Mekan Kurgusu
Filmler de binalar gibi bir düşünce etrafında şekillenir. Her yönetmen gerçeği kendi süzgecinden geçirerek bize kısmen bir ‘çeviri’ sunar ve bu çevirisini güçlü kılabilmek için mekânın olanaklarını sonuna kadar kullanır. Örneğin bir yönetmen baskıyı yansıtmak istediğinde karanlık ve dar mekânları, huzuru anlatmak istediğindeyse geniş ve sıcak tonların hâkim olduğu mekânları tercih ederek düşüncesini mekân aracılığıyla pekiştirmiş olur. Mimari betimlemeler ve mekânlar birleştirilerek filmlerde bir ritim yaratılır. Eğer filmin konusu ve mekanları arasında bir ilişki göremezsek film gözümüzde inandırıcılığını yitirmeye başlar.
Her filmde mekân farklı bir şekilde ele alınır. Mekânın nasıl kurgulanacağı senaryonun felsefi yönüyle ilişkilidir. Kimi filmlerde mekân bir kent olurken (Midnight in Paris örneği) kimi filmlerde tam anlamıyla kurgu olan bir mekân (Cube örneği) kullanılır. Bazı filmlerdeyse gerçek mekân ve kurgu mekân iç içe geçmiş durumdadır. 1998 yapımlı The Truman Show adlı filmde buna örnek teşkil eden bir mekân gerçeğiyle karşılaşırız. Kurgu mekân, kendi gerçekliğini yaratmıştır.
The Truman Show Filmi
Yönetmenliğini Peter Weir’in yaptığı, kader, irade ve özgürlük çerçevesinde geliştirilen senaryosu Andrew Niccol’e ait olan The Truman Show filminde ana karakter Truman Burbank’ı Jim Carrey canlandırmaktadır. Filmde ayrıca Ed Harris, Laura Linney ve Natascha McElhone gibi oyuncular yer almaktadır.
Filmde kimsesiz bir çocuk olarak dünyaya gelen Truman için kurgulanan bir dünya ile karşılaşırız. Bu kurgu dünya, tüm dünya tarafından 7/24 izlenmektedir. Truman için kurgulanan mekân, onun gerçekliğine dönüşmüştür. Kendisi bir setin içinde olduğunu bilmemektedir. Annesi, babası, eşi, arkadaşları ve çevresindeki insanlar tamamen bir kurgudan ibarettir. Her günü ustaca kurgulanmakta ve canlı olarak yayınlanmaktadır. Film başladığında “10109. Gün” yazısını görürüz. Truman 27 yaşındadır ve 27 yıldır bu yayın devam etmektedir. Burada medyanın hissizleştirmeye başladığı topluma bir gönderme de söz konusudur. Bu yayını izleyen hiç kimse Truman’dan çalınan hayat için harekete geçmemektedir. Ekran başında yayını izlemekte ve onun hakkında yorumlar yapıp onun sayesinde zaman geçirmeye devam etmektedirler. Hatta kimi zaman hayatı üzerinden kendi aralarında bahisler ortaya koymaktadırlar. Bir kişinin hayatı ve mücadelesini bir eğlence aracı olarak görmektedirler. Medya toplumuna derin bir eleştiri söz konusudur.
The Truman Show Özelinde Mekan Okuması
Filmde, Truman için bu denli büyük bir organizasyonu yapan yönetmeni canlandıran Ed Harris şu cümleyi kurar: “bu bir yaşam, ne senaryo ne suflör.” Var olan programlardan sıkılan toplum için bir gerçeklik yaratmıştır Christof(Ed Harris). Bu ‘gerçeklik’ üretilirken de mekânın olanakları fazlasıyla kullanılmıştır. Her şeyin başında bu sette huzur ve düzen teması hâkimdir. Evler, arabalar, işler hatta seyahatler bile bir senaryoya dâhildir. Gerçekçi olması için her anda oradan geçen figüranlar vardır. Dış dünyanın aksine burada her şey kontrollü bir şekilde ilerlemektedir.
Bu filmin başında yer alan üstteki sahne gerçekliğin kırıldığı ilk yerdir. Truman’ın 10109 gündür normal seyrinde devam eden hayatı, bir spot lambasının “gökten” düşmesi sonucunda eskisi gibi olmayacaktır. Truman’ın içine şüphe düşmüştür. Bu sahnenin başına dönüldüğünde; Truman yaratılmış gerçekliğinde işe gitmek için dışarı çıkar ve komşularıyla karşılaşır. Onlarla selamlaşır ve klasikleşmiş repliğini söyler: “Günaydın ve olur da görüşemezsek iyi günler, iyi akşamlar ve iyi geceler.”
Truman’ın yaşadığı ev ve çevresi incelendiğinde her şeyin mükemmele yakın derecede ‘güzel’ kurgulandığı görülür. Gerçek dünyadaki ‘çöküntü bölgeleri’nin aksine burada aileler, bahçesi olan konutlarda tek başlarına ‘lüks’ bir şekilde yaşamlarını sürdürürler. Evlerin bu denli kusursuzluğu, ağaçlarla dolu bahçeleri ve yakınlarda bulunan ormanıyla yönetmen, huzur tarifini mekânlaştırmaktadır. Mekânlar bu şekilde kurgulanarak içinde yaşayanın başka bir yer düşlemesi imkânsız hale getirilmeye çalışılmaktadır. Konutların yerleşimindeki simetri buranın bir ‘düzenleyicisi’ olduğunu vurgular niteliktedir. Bu sonsuz düzende, tüm huzur tariflerine rağmen baskı rejimin izlerini görmek de mümkündür. Fazla düzen beraberinde baskıyı getirir. Sahneye bir anda düşen spot ışığına kadar her şey bu düzene uygun bir şekilde ilerlemiştir.
Tozpembe dünyayı yansıtmak için kullanılan, huzuru çağrıştıran açık tonlar filmin senaryosunu destekler niteliktedir. Bu nedenle cephelerde, kıyafetlerde, çevre düzenlemelerinde soft renkler kullanılmış ve seyircilere bir rüya içindeymiş hissi verilmeye çalışılmıştır. İnsanlara kötülükleri anımsatacak ögelere rastlamak mümkün değildir. Aksilikler halı altına süpürülür. Adeta bir cennet tasviri vardır. Evinin kapısına çıkan Truman’ın diyalogları bile ‘gerçeküstü’ dünyayı yansıtır niteliktedir. Her günün birbirinin aynısı olması ve komşularıyla her gün aynı diyalogları yaşaması gerçek dünyada söz konusu değildir.
Mekânlar, bahçe çitlerinden çöp kutusuna kadar her şeyiyle insan ölçeği göz önünde bulundurularak tasarlanmıştır. İnsanlar konutlarının önünde ayrılmış olan alana arabalarını park edebilir, arka bahçelerinde istedikleri gibi bitkilerle uğraşabilir ve verandada komşularıyla vakit geçirebilirler. Dış mekânlar kadar evlerinin içinin ferah olması da önemlidir. Evlerde, içeri güneş ışığını rahatça alacak şekilde çok sayıda pencere konumlandırılmıştır. Odalar olabildiğince geniştir ve her işlev için ayrı bir alan bulunmaktadır. Özel hayat ve kamusal alan arası ayrım bahçe sınırları sayesinde belirlenmiştir. Yollarda da insanların önemsendiği görülür. Araba yolu dışında insanların yürümesi için bir alan tanımlanmıştır. Sahnenin ilerleyen kısımlarında kent merkezinde de bu tutumun korunduğu görülür. Kısaca bu dünyada insanları mutsuz olmaktan alıkoyacak her şey planlanmıştır. Bu mekanlar derinlemesine incelenerek plan şemaları hazırlansa gelecekte ütopya olarak adlandırılacak kadar mükemmeldir aslında.
Huzurun somutlaştırılması sadece mekan aracılığıyla gerçekleştirilmez. Sesler de bu tasvirin önemli bir parçasıdır. Truman komşularıyla konuşurken arkadan kuş sesleri gelir. Komşularının ses tonları da bu huzuru pekiştirecek şekildedir. Etrafta sürekli gülümseyen insanlar vardır ve onların gülümseme sesleri duyulur. Kurgulanan dünyada her detay filmin anlatmak istediği şeyi güçlendirmektedir.
Sahnelerde figüranlar sadece belirlenen zamanlarda gözükmektedirler. Spot ışığının düşme anında bu olay Truman dışında kimsenin dikkatini çekmez. Kimsenin fark etmiyor olması da Truman’ın ardı arkası kesilmeyecek şüphelerinin başlamasına neden olur. Tabii bu aksaklık set ekibi için giderilmesi gereken bir hatadır. Truman araba kullanırken radyodan bunun bir düşen bir uçak parçası olduğu söylenir. Truman’ın düşünceleri sürekli sabote edilmektedir. Olayı unutması için de yine radyodan sakinliği hissettiren müzikler çalınır. Medya toplumunda manipüle etmek bu kadar kolaydır.
Truman tüm dünya tarafından izlendiği için hayatında ‘reklamlar’ da önemli bir yer kaplamaktadır. Gazetesini alıp iş yerine doğru ilerlerken ikizlerle karşılaştığı görülür. Bu sahnede ikizler Kaiser Chicken reklamını yapabilmek için Truman’ı reklam panosunun önüne çekerler. Medyanın çirkin yüzü kendini burada da net şekilde gösterilmektedir. Sahte bir gerçekliğe hapsedilmiş Truman üzerinden yerleştirmeler yapılmaktadır. Burada karşılaştıkları mekan reklama olanak sağlayacak düzendedir. Her sahne özenle kurgulanmakta ve verilmek istenenler izleyicinin zihnine ustalıkla işlenmektedir.
Sonuç olarak filmin genelinde ve özel olarak bu sahnesinde toplumu uyutmak ve onu gerçeklikten koparmak temel amaçtır. Set bu amaca göre mekanlarla kurgulanmış, insanı rüyadan uyandırmamak için her şey tozpembe gösterilmiştir. İzleyenler bu anın büyüsüne kapılarak Truman’dan çalınan hayatın farkına varmamaktadırlar. Truman gerçekliği sorgulamaya başladığında herkes buna engel olmaktadır. Kimi zaman bunu çocukluk korkularıyla kimi zaman da hava durumu gibi gerçek engellerle sağlamaya çalışmışlardır. Yine de insanın gerçek arayışını durdurmak imkansızdır. Yönetmen Truman’ı gerçek dünyanın kötülükleriyle uyarsa da Truman için kötü de olsa gerçeği yaşamak önemlidir. Bu film aynı zamanda medyanın etkisine karşı bir başkaldırıdır. Başından sonuna kadar her detayıyla medya eleştirilir ve medyanın uyuttuğu insanlar tüm çıplaklığıyla gösterilir. Filmin politik yönü ve baskıcı rejimi simetrik mekanlarda algılandığı gibi, olaylar istemedikleri yere gittiğinde gündüzü geceye çevirerek müdahale etmeye çalışmaları gücü elinde bulundurmanın bir kesim için ne denli önemli olduğunu vurgular.
“Ve işte cennette bir başka güzel gün dostlar ama emniyet kemerlerinizi takmayı unutmayın!”
Kaynakça:
1 Buñuel, Luis. (1996). Introduction. Dietrich Neumann (Ed.), Film Architecture: Set Designs from Metropolis to Blade Runner.
2 Lefebvre, Henri. (2014). Mekânın Üretimi. Çeviren: Işık Ergüden. Sel Yayıncılık.
Görseller The Truman Show filminden ekran görüntüsü alınarak oluşturulmuştur.