? Bu yazı Esra Şahin tarafından editörün seçimi arasına girdi ?
Rönesans’ın sarhoş eden güzelliğinin etkisinden hâlâ “çakırkeyf” gezinen Avrupa’da kültür-sanat; ülkeler arası harmanlanarak zenginleşirken diğer yandan Engizisyon’un ve çeşitli istilaların kol gezdiği bir dönemde gidişata bir isyan bayrağı çekecek bir öncüye ihtiyaç kaçınılmazdı. Tam da ihtiyaç duyulan türden bir kahraman 30 Mart 1746 yılında Zaragoza şehrinde dünyaya gözlerini açacaktı. Bu özel şahsiyetin adı Francisco José de Goya y Lucientes, daha bilinen adıyla Francisco Goya‘ydı.
Hassas Bir Ruh Yeşeriyor
18. yüzyılın ortalarında İspanya Krallığı’nın çalkantılarla dolu döneminin yanı sıra Aydınlanma Dönemi Fransa’sının çok yakınındaki Zaragoza şehrinde dünyaya gelen Francisco de Goya, toplumun hem zanaatkar hem de soylu kesimine mensup bir ailenin en yeni üyesiydi. Bütün bu faktörler Goya’nın sanatçı kişiliğinin şekillenmesinde büyük rol oynadı. Hem yenilikçi, hem de çok yönlü bir ressam olacağının sinyallerini çok küçük yaşlarda vermişti. Derin kompozisyonlu portreleri, ünlü çıplakları, yağlıboya, desen çalışmaları ve gravür sanatçılığı ile modern sanatın temellerini atmış, romantizm akımının öncülerinden biri olarak kabul edilmiştir.

İlk resim denemelerini Zaragoza’da gerçekleştiren Goya, sanat biçeminin oluşma yıllarını kapsayan gençlik döneminde büyük hayranı olduğu Velázquez’den etkilenir ve tablolarına derinlemesine bir soylu bakışı kazandırır. İlerleyen yıllarda eğitim alarak kendisini geliştirmek ve gerekli kesimlerle etkileşim halinde olabilmek adına Madrid’e taşınır. Tarihe adını altın harflerle yazdırmış birçok önemli şahıs gibi Goya da benzer şekilde suratına kapanan kapılara aldırış etmeden azimle çalışmalarına devam edecek ve zamanında ona yüz vermeyen insanları, kurumları bin pişman edecektir. 1763-1766 yılları arasında dönemin önemli sanat okullarından San Fernando Güzel Sanatlar Kraliyet Akademisi’ne tablolarını gönderir fakat reddedilir.
Doğuştan gelen yeteneği ile sınırsız yaratıcılığını harmanlayarak eserler üretmeye devam eden sanatçı, geçen yıllar içerisinde kendine has bir üslup kazanmıştır. Sanat hayatının ilk yarısında oldukça canlı renkler kullanmayı tercih etmiştir. Gevşek fırça darbeleri ve ışık takıntısı özellikle soylu aile portrelerinde kendini belli etmektedir. Sanatçı ışığı mekânsal tasvirlerde ve giysilerde odağı tek bir noktaya toplamak amacıyla vurgulu bir biçimde kullanır. Doğal, canlı ve kişisel bir anlatımı vardır. İdealize etmekten kaçınarak yer yer eleştirel ve alaycı bir yaklaşımla ele aldığı portrelere, figürlerin kişisel özelliklerini de yansıtır.

Artık O Bir Saraylı
Kendisine büyük prestij kazandıran portreler ve dini resimler yapmaya başlar. Öyle ki; 1785’te reddedildiği sanat akademisi San Fernando’ya girer ve 1789’da IV. Karlos tarafından saray ressamı olarak atanır. Bulunduğu mevkinin ağırlığından bağımsız olarak disiplinsiz ve rahat birisidir. Kendi standartlarını bozmayan ve olduğu gibi görünmeye önem gösteren bir sanatçıdır. On yıl sonra 1799’da şaheserlerinden biri olarak kabul edilen ünlü “IV. Karlos ve Kraliyet Ailesi” portresini çizdi. Goya sadece kraliyet ailesi için değil, aynı zamanda Madrid aristokrasisi için de portre ressamı olarak çalıştı.

Bu portreler arasında “Chinchón Kontesi”, ünlü “Giyinik Maya” ve “Çıplak Maya” gibi en değerli eserlerinden bazılarını oluşturdu.

Ayın Karanlık Yüzü
Goya için dönüm noktalarından biri, duyma yetisini kaybetmesi diğeri de Napolyon’un İspanya’yı işgaliyle başlayan savaş ve isyan silsilesiydi. 1792’de geçirdiği ağır hastalık sonrasında duyma yetisini yitirmesi hem fiziksel olarak hem de ruhen kendisini fazlasıyla yıprattı ve değiştirdi. Bu durum eserlerine de yansıyacaktı. Yaşadığı bu talihsiz olaya dolu tarafından bakmayı bilen Goya’nın “O kadar da kötü değil, eserlerime yansıtabileceğim bir durum” diyerek kendisini motive ettiği bilinir. Sağırlığının sebebi tam olarak belirlenememiş olsa da bazı kaynaklarda ezip boyadığı kurşunlardan dolayı birikmiş kurşun zehirlenmesi olarak geçmektedir.

Sanat kariyerinin ilk yarısında canlı renkler kullanarak gündelik konuları alaylı yoldan ele almayı tercih ettiğinden bahsetmiştik. Duyma yetisinin yokluğunda girmiş olduğu yeni ruh hali ve düşünce yapısı ise bunun tam tersi yönde eserler vermeye başlamasında etkili olacaktı. Karanlık temalar, kasvetli tiplemeler, mitolojik yaratıklar ve delilik korkusu gibi konulara eserlerinde yer vermeye başladı. Sağırlık, onu tecrit ve iç gözleme sürükledi. İspanyol toplumunu geleneklerine bağlı ve masum bir dostanelik barındıran bir topluluk olarak görme alışkanlığından vazgeçerek olumsuz tarafa ağırlık veren eserler üretti.
1808 senesinde İspanya’nın Napolyon birlikleri tarafından işgali Goya’yı daha da hassas bir ruh haline soktu. Goya’nın “Dev” tablosu İspanya’daki Napolyon birliklerinin işgalini temsil eder. Burada çizgi ve siyah rengin kullanımındaki yoğunluğu ve formların ayrıştırması olarak betimlenmiş lekelerin agresifliğini vurgular.

Her iki tarafın da işlediği vahşete tanıklık etmiş bir sanatçı olarak savaşın doğurduğu sonuçlar doğrultusunda gelecek nesillerin yüzleşecekleri acımasız gerçekleri işlediği Savaş Felaketleri’ni altmış altı gravürde görsel olarak vurguladı.

Savaşa Savaş Açmak
Her şeye rağmen, o tarihlerde Madrid’de yaşanan dramatik olayları yansıtan 2 Mayıs 1808 ve 3 Mayıs 1808 İnfazları gibi eserlerde savaşın dehşetini yakalamaktan kendini mahrum etmemiştir. 2 Mayıs 1808 tablosunda Goya, kalabalığın imajına odaklanır. Bireysel bir kahraman yoktur, karakterlerin jestleri ve ifadeleri bütüne anlam vermeye hizmet eder.

3 Mayıs 1808 İnfazları tablosunda, Fransız askerlerinden oluşan idam mangası, kimliği belli olmayan karakterlerdir sadece işlevleri konu edilir. İdam edilen vatanseverler arasında ölüme karşı farklı tutumlar vardır; infaz edilmek üzere olup da cesurca kollarını kaldıranlar, dizlerinin üzerinde dua edenler, korkudan ağlayanlar ve yerde yatan cesetler. Goya, 3 Mayıs tablosunu o kadar çarpıcı biçimde oluşturmuştur ki bu eser bütün dönem İspanya’sının çektiği acıların simgesi olmuştur. Bu da bütün kalbiyle katillere ve zorbalığa karşı olan bir sanatçının gösterebileceği en büyük tepkidir. Bu sahnede bir kurtuluş ümidi işlenmiştir. Işık ustası Goya, genelde ışığı temaya yüce bir derinlik kazandırmak adına kullanır fakat burada bir katliam aracı olarak vurgulanmıştır. Kirli işlerini bir an önce bitirmeye çalışan acımasız askerlerin tüfekleri gecenin karanlığında ışıldamakta ve askerler son emri beklemektedirler. Tablodaki renk dağılımı yine şiddetin ve yıkıcı vahşetin etkisini arttırmıştır. Griden siyaha kadar uzanan renk geçişini destekleyen sarı, kahverengi, yeşil ve kırmızı egemenliği şiddetin gerilimini ve olayın gece gerçekleştiğini tüm açıklığıyla sergilemektedir. Gerek fiziki kusursuzluğu gerek manevi derinliği göz önüne alındığında bu eser, birçok kaynakta İspanyol sanat tarihinin başyapıtlarından biri olarak kabul edilmektedir.

Sanatının bu olgunlaşmış döneminde çevresinde cereyan eden olayların da etkisiyle yaşadığı dünyayı bozuk olduğu için eleştirir, zamanın toplumsal kusurlarını ve hurafelerini hicveder. Savaş dönemi gördüklerini mücadele olarak değil; şiddet ve zulüm, sefalet, masumların ezilmesi ve imha olarak eserlerine yansıtır. Çocuklarını Yiyen Satürn’de sadece mitolojik bir temayı resmetmekle kalmamış, korku ve batıl inançlarla dolu bir dünyada gördüğü dehşeti gözler önüne sermiştir.

Bu süreç sonunda değişen yasaların da etkisiyle bazı tabloları nedeniyle Engizisyon Mahkemesi’ne çıkarılır. Engizisyon’un jiletinden kıl payı kurtulan Goya 1824’te kısa bir süre bir rahibin evinde gizlendikten sonra bozulan sağlığı nedeniyle VII. Ferdinand tarafından ülkeyi terk etmesine izin verilir (Bazı kaynaklarda sürgüne gönderildiği de geçmektedir). Yaşamının son yıllarını geçireceği Bordeaux‘a yerleşir. Bu şehirde yeni bir teknik arayışında olan sanatçı taş baskıyla çalışmaya başlar ve 1825’te “Bordeaux Boğaları” adlı dizisini gerçekleştirir.

16 Nisan 1828 tarihinde geçirdiği bir kalp krizi sonucu hayatını kaybeden Francisco Goya, izlenimcilik ve dışavurumculuk gibi sonradan yaygınlaşacak sanatsal akımların örneklerini çalışmalarında barındıran ilk modern ressam olarak kabul edilmekte ve modern sanata düşen ilk cemre olarak tarih sayfalarında yerini almaktadır. İlerleyen yıllarda Fransız şair Baudelaire, yazar Victor Hugo, ressam Édouard Manet, Francis Bacon ve Picasso gibi önemli sanatçılara ilham kaynağı olacak, gelecek nesillere tablolarında sıkça kullandığı vurucu ışık misali aydınlatıcı bir ışık tutacaktır. Günümüzde eserlerinin çoğu Madrid’in en ünlü müzelerinden biri olan Museo del Prado’da sergilenmektedir.
KAYNAKÇA
Vallejo, Antonio Buero, Goya: Ya Sanat Ya Ölüm, Çev. Hilmi Tukur. İstanbul: Can, 2000.
”Francisco de Goya, Biografía y obra”, Arte España, Web. 04.08.2021
”Análisis de las principales obras de Goya”, Rincon de Vago, Web. 04.08.2021
”Francisco Goya”, Biografías y Vidas, Web. 04.08.202