Geçmişten günümüze kadar edebiyatta, resimde ve mimaride birçok akım ortaya çıktı ve bu akımlara bağlı çok fazla eser ortaya kondu. Edebiyatı göz önünde bulundurduğumuzda 19. Yüzyıl sonlarında Fransa’da bir diğer ismi “izlenimcilik” olan empresyonizm akımı, düşüncelerde ve böylelikle eserlerde baş gösterdi. Arthur Rimbaut, Paul Verlaine gibi dünya edebiyatında tanınmış isimlerin öncülüğünde, dış dünya, yazarların kendi benliğinden de bir şeyler katmasıyla yazıya dökülmeye başladı. Bu akımın öncülerinden olan K. Haedens’e göre, empresyonist şiirlerde sözcükler, yepyeni biçimlerde birleşir, bir “fosfor ışığı” içinde yıkanırlardı.
20.yüzyılın başlarında bu akıma ters düşen ve “hayır, dışarıyı değil özümüzü anlatmalıyız.” görüşüyle ekspresyonizm akımı ortaya çıktı. Diğer adı, tepki olarak ortaya çıktığı akımın zıttı sayılabilecek türden “dışavurumculuk” olarak geçiyor. İsminden de anlaşılacağı üzere insanın iç dünyasındaki duyguları, izleri, saklı tutulanları dışa vurup yazıya geçmesini amaçlayan bir akım ekspresyonizm. Öznel gerçekçiliğe önem veren ve Almanya’da ortaya çıkmış olan bu akım için “sanayi çağının anlamsızlaştırdığı yaşama karşı ruhun isyanı” demek de nitekim mümkün oluyor.
İlk olarak çeşitli ressamların resimlerinde görülmeye başlanan akım daha sonra T. S. Eliot’un şiir ve eleştirilerinde, J. Joyce’nin şiir ve romanlarında ve yazımızın asıl konusu olan Franz Kafka’nın öykü ve romanlarında kendini apaçık belli ediyor. Kafka’nın en bilindik eserlerinden olan “Dönüşüm” isimli eserinde tam bir dışavurum sergilediğini ve bizlere iç benliğinde en özel, en gizli kalmış yerlerini gösterdiğini görebiliyoruz.
Dönüşüm’de baş karakterimiz olan Gregor Samsa’nın hayatından ve akımın etkisinde yazılmış olan, yaşadıklarından ziyade hissettiklerinden fikir sahibi oluyoruz. Kitabın daha ilk cümlesi bile bizi kitaba karşı bağlamakta ve merak uyandırmakta gayet başarılı bir cümle.
“Gregor Samsa bir sabah bunaltıcı düşlerden uyandığında, kendini yatağında dev bir böceğe dönüşmüş şekilde buldu.”
Bütün hissettiklerinin bir sonucu olan böceğe dönüşme hikayesi duygularının somutlaştırılmış ve dışavurulmuş bir şekli olarak karşımıza çıkıyor. İşe geç kaldığı için evine gelen müdürün ve ailesinin onu bu şekilde görmesi epey şaşkınlık veriyor. Gregor’un ise kapıyı bir böcek olarak ağzıyla açmış olmasına rağmen kovulmamak için söyledikleri, korkusu dış dünyanın ona dayattığı sorumluluklardan kaynaklanıyor. Bir böceğe dönüşmeden önceki hayatında sırf evdekilerin sorumluluğunu üstlendiği ve para kazandığı için sevilen Gregor böceğe dönüştükten sonra işe yaramaz olarak görüldüğü için ne en yakınları yani ailesi tarafından kabul görüyor ne de toplum onu bu şekilde kabul ediyor. Toplumdaki “işe yarıyorsan varsın yaramıyorsan ölüsün” anlayışı ve bireylerin topluma yabancılaşıp kendi kabuğuna çekilmesi Kafka’nın çoğu eserinde hakimken Dönüşüm’de bunu daha net bir şekilde görüyoruz.
“Hay Allah!’-diye düşündü. ‘Ne zahmetli bir meslek seçmişim kendime. Gün yok ki, yolda olmayayım. Burada, firmadaki asıl işler, gezilerde katlandığım kadar telaş ve tedirginlikle dolu değil. Üstelik bu baş belası yolculuklar; aktarma trenlerini kaçırmamak için çektiğim sıkıntılar, rastgele yenen berbat yemekler, boyuna değişik insanlarla düşüp kalkmalar, asla bir süreklilik, asla bir içtenlik kazanamayan ilişkiler. Şeytan görsün hepsinin yüzünü!”
Akımın etkilerinin en net görüldüğü yerlerden olan dışarıdaki hayatın hissettirdikleri ve bunların ruhsal bir isyan olarak dışavurumunu görüyoruz. Toplumdaki kölelik anlayışının yıkılmasını isteyen Gregor, tek başına bununla savaşamayacağı için ruhunda savaşmayı tercih ediyor.Ekpresyonist yazarlara göre “gerçekten kaçmak” düşüncesi bu eserde iki boyutlu bir yaşam şeklinde karşılaştırmalı olarak ele alınıyor. İşe yararken çok sevilip baş üstünde tutulan Gregor karakterinin artık ailesi tarafından ölümü isteniyor. Gregor’un kardeşi bu durumu kitapta şöyle anlatıyor:
“… bu böyle süremez artık. Siz bunu anlamıyor olsanız bile, ben anlıyorum. Bu hilkat garibesinin önünde kardeşimin adını ağzıma almak istemediğim için, yalnızca diyorum ki ondan kurtulmaya çalışmalıyız.”
Bu konuda kimsenin onları suçlamayacağını düşünerek böceğe dönüşmüş olan Gregor’un hayatına son veriyorlar. Böylelikle ölümle sonuçlanan kitapta ekspresyonizm etkisiyle sadece somut bir hayatın değil ruhun da öldüğünü görebiliyoruz.