Yönetmenliğini Orçun Benli’nin yaptığı ve başrollerinde Ahmet Mümtaz Taylan ile Kaan Yıldırım’ı gördüğümüz Gelincik filmi, 90’lı yıllarda gerçekleşen faili meçhul cinayetleri polis Ayhan ve Karadayı olarak tanıyacağımız karakter üzerinden işleyen gerilim dolu ve psikolojik açıdan sarsıcı bir film olarak Netflix üzerinden seyirciye sunuldu.
Filmde eski bir polis olan Ayhan’ın geçmişinden kaçmak için orman kulübesinde inzivaya çekildiğini görmekteyiz. Ayhan, ormandaki kulübesine geldiğinde ona geçmişini hatırlatan eşyaları çöp torbasına koyup yakmaktadır. Eski bir özel harekatçı olan Ayhan neden geçmişinden kurtulmak istemekte sorusuyla, film seyirciyi içine çeker. Yeni geldiği kulübesinde yiyecek bulamayan Ayhan, ava çıkar ve bir gelincik vurur. Gelincik vurduktan hemen sonra gizemli kişiliğiyle beliren Karadayı gelinciği parçalar ve izlerken dikkat kesildiğimiz şu cümleleri söyler: “Gelincik vurmak tavşan vurmaya benzemez. Tavşan hep kaçacağını sanır. Döner, dolaşır aynı yere gelir. Gelincik öyle değildir, zekidir, atiktir, ne yapacağı belli olmaz.”
Ayhan’ı oldukça şüpheye düşüren bu sözler, Ayhan’ın Karadayı’ya karşı her daim şüpheci bir tutumla yaklaşmasına neden olmaktadır. Aslında bu sözlerle Karadayı, insan öldüren Ayhan’a gelincik ve tavşan benzetmesi üzerinden iğneleme yapmaktadır. Karadayı olarak tanıdığımız karakter aslında polis Ayhan’ın geçmişinden kurtulmasına izin vermez ve vicdanını çeşitli uyarıcılar yoluyla sorgulamasını sağlar. Şüphe dolu atmosfer filmin sonuna kadar sürecek ve seyirciyi de hiç şüphesiz gerilim dolu havasının içine çekecektir.
Filmin içinde polis Ayhan’ın sürekli geçmişine döndüğünü ve geçmişte yer aldığı terör operasyonlarını düşündüğüne yönelik kesitler görürüz. Bu kesitlerden birinde, polisler düzenledikleri operasyonda canlı bir şekilde ele geçirdiği kişiyi asarak çıplak bir halde ona işkence eder ve elektrik vererek konuşturmaya çalışır. Aynı zamanda işkencenin gerçekleştiği ortamın soğukluğundan yakınan polislerin; ısınmak için ateş yaktıkları ve can çekişen birine karşı duyarsız kalarak kendi hayatlarından, çocuklarının yaşamından bahsetmeleri, parasal yönden sıkıntı çekmeleri ve birbirine bu durumları anlatarak deyim yerindeyse dertleşmeleri izleyiciyi sarsarken şu soruyu da sordurtuyor: “Başkasına can çekiştirirken, kendi hayatlarının gidişatından konuşmak ve bunu sıradanlaştırmak nasıl bir vicdan yapısıdır?” Cevabını bilemesek de filmde polislerin bu konu karşısında çok soğukkanlı olduğunu net bir biçimde görürüz. Filmde gördüklerimizden dolayı aklımıza bazı düşünceler akın etmektedir: “Maddi anlamda refah seviyesi pek de yüksek olmayan polisler neden bu işe kendini çok fazla vermiştir, hukuki yolları hiçe sayarak yargısız infaz ile insan öldürmeye neden devam etmiştir?”
Ayhan sürekli izlendiğinden ve huzursuzluk yaratacak bir durumun varlığından kuşku duymaktadır. Hem gelincik hem Karadayı hem de geçmişi artık Ayhan’a bir nefes kadar yakındır. Geçmişin ağırlığı nerededir? Ayhan’ın evinde mi, ormanda mı yoksa zihninin bir köşesinde midir?
Balık tutmaya giden Karadayı ve Ayhan arasında geçen bir diyalog 90’lı senelerin siyasi yapısına ışık tutar: “Pers Kralı Xerxes Yunan kıyılarından kaçarken gemisinin yükünü hafifletmek için askerlerine emir verir, denize atlamalarını ister. Kral o kadar kudretlidir ki, askerlerin hepsi topluca denize atlarlar. Kral gemisinde tek başına kalır.” Anlatılan bu hikayeden sonra Karadayı, kızının aslında “kralın ne kadar korkak olduğuna ve bir daha kimsenin onun yanında savaşmak istemediğine” dikkat çektiğini ve kızının görüşüne zamanla hak verdiğini söyler. Karadayı neden bu hikayeyi anlatmıştır? Korkak olarak krala benzetilen kişi veya olgu nedir/kimdir? Seyirci aklına üşüşen bu sorulara bir yandan cevap ararken bir yandan da filmi soluksuz takip etmektedir. Filmin sonunda ise Karadayı sorularımıza adeta cevap veren bir benzetme yapacaktır.