İlkini 1470’lerde, kırk yaşındayken yaptı. İkincisini bundan on yıl sonra ellilerinde, üçüncüsünü ikinciden on yıl sonra ve sonuncusunu 1505 civarında, yetmişinde yaşlı bir adamken.
Bu dört resim arasında belki de pek bir fark yokmuş gibi görünebilir. Hepsinin konusu aynı olup aynı dinsel işlevleri yerine getiriyorlar. Her birinde Meryem neredeyse aynı siyah giysi içinde görünüyor. Ancak aslında bu resimlerin ima ettiği gelişmenin ardında tüm dünya sanat tarihinin en cüretkar yeniliği yatmaktadır. Özne hep aynı kalır. Ama sanatçının ona karşı tutumu, onu nasıl gördüğü, devrimci bir dönüşüm geçirmiştir.
Resim tarihinde görüleceği üzere, ilk resim ile sonuncusu arasında, herhangi bir ressamın herhangi iki resmi arasındaki kadar büyük bir fark vardır.
Bellini’nin ömrü boyunca tutkusu ve ilgisi ışık oldu. Venedik ve çevresinde çalıştığını bildiğimize göre bu şaşırtıcı olmamalı. Elbette ışık olmadan resim yapılamazdı, ışık olmayınca göremeyiz de. Ancak Bellini’nin ilgisini çeken karanlığı yırtan, bizlerin bir nesneyi ötekinden ayırt etmemizi sağlayan ışık değildi; daha ziyade ışık yayıldığında, üzerine düştüğü tüm nesnelerin bir bütünsellik kazanmasıydı onu ilgilendiren.
Bir odanın tamamını ya da bütün bir manzaranın sabahın on birinde başka, öğleden sonra üçte ise çok daha başka görünmesinin nedeni buydu. Belki de Bellini’nin asıl ilgisinin gün ışığı olduğunu söylemek daha doğru olur. Bu anlamda ışık yayıldığı alanı da içerir. Sadece bir kıvılcım ya da alev değil; bütün bir gün söz konusudur. Bu nedenle Bellini hayatı boyunca, gün ışığından anladığımız ne varsa resimlerinde onu yansıtacak ve içerecek alanı yaratmak için çaba gösterdi.
İlk resimde alan çok dar. İki figür, başka ne varsa örten düz duvarın önünde adeta alçak bir kabartma gibi duruyor. Bu resimde günün pek bir derinliği olduğu söylenemez.

Bellini ikinci resimde figürlerini açık alana çıkarma cesaretini gösteriyor. Duvarı yıkmış. İki yandan gün ışığını alıyor ama mütereddit. Arkalarında, gizemli bir şekilde gök yüzünden sarkan düz perde hala duruyor. İki yandan yavaş yavaş alanı resme sızmaya izlenimi uyandırıyor.

Üçüncüde perde iyice geriye çekilmiş ve figürler bizimle doğrudan yüz yüze değil. Hafif bir açıyla yan duruyorlar; bu yanlamasına açı bakışımızı arkadaki manzaraya, güne doğru yönlendiriyor. Ne var ki burada bile hala koruma altındalar, barikatla engelleniyorlar. Sadece perde değil, çocuğun oturduğu rafta var. Bu bizi oyunculardan ayıran, alanlarını daraltarak hareketlerini kısıtlandıran bir sahne gibi.

Ama sonuncu resimde, ilkinden otuz yıl sonra hakikaten başarıya ulaşıyor. Figürler artık açık bir alanda, tamamen gün ışığı altında. Etraflarında dolaşmamız mümkün. Resmin tamamı da, bütünüyle manzarada olabildiğince geniş bir alana yayılmış, tıpkı uzun bir gün gibi.

Alan bu şekilde bir kez fethedilince -zira Bellini’nin başarısının değeri buradadır- o kadar da zor muydu bunu elde etmek diye sorabilirsiniz. Perspektif kulları Bellini’den önce bilinmiyor muydu? Biliniyordu elbette. Ama Bellini’nin derdi sadece mesafe yanılsaması yaratmak değildi. O resimlerinde yarattığı alanların tümünü ışıkla doldurmak istiyordu, tıpkı bir depoyu suyla doldurur gibi. Yakındaki nesneleri büyük, uzaktakileri küçük resmetmek onu tatmin etmiyordu.Işığın nesneler arasında eşit şekilde dağıldığını göstermek ve her resimde doğada olduğu gibi bir düzen ve bütünsellik yaratmak istiyordu. Öyle ki, resimlerinde yeni tür bir düzen ve bütünsellik oluşturmak için ayrıca uğraş veriyordu.
İlk resmin yapıldığı tarih ile son resmin tarihi arasında Kristof Kolomb Amerika’yı keşfetti. Vasco da Gama Ümit Burnu’nu dolaşarak Hindistan’a ve Padua’ya gitti. Kopernik, Bellini’nin de çalıştığı yerde, ilk kuramının deneylerini yapıyor, dünyanın güneşin etrafında döndüğünü ispata çalışıyordu. Bellini’nin resme sunduğu geniş ve derinlikli alan, insanın kazanmaya başladığı yeni özgürlükle aynı frekanstaydı. Aynı konudaki bu dört resim arasındaki farklılık tam da bu yüzden devrimci nitelemesini hak ediyor.
K:BERGER, John. Portreler.
İstanbul: Metis Yayıncılık, 2019.
Bilgilendirici güzel bir yazı olmuş…
Teşekkür ederim.