Yoksulluk, mücadele ve zorluklarla geçen bir çocukluk. Ardından gelen hüzünlü bir ayrılık. Sonra yalnız başına geçen uzun yıllar. Neşeli ve kederli yıllar… Ve bir gün beklenmedik bir olayla tamamen değişen bir yaşam.
Başrollerini Cüneyt Arkın, Hülya Koçyiğit ve Erol Taş‘ın paylaştığı 1977 yapımı İstasyon filmi Yeşilçam’ın başyapıtları arasındadır. Filmin yönetmenlik koltuğunda Şerif Gören vardır. Bülent Oran‘ın kaleme aldığı filmin müziklerini ise Ozanlar Müzik Grubu yapmıştır.
Gırgır Ali (Cüneyt Arkın); mapushanelerin eğittiği, yaşamın acımasızlıkları karşısında hayata küsen ve amaçsızca yaşayan bir adamdır. Hayatı boyunca birçok suça karışmıştır ama hapishaneden çıkınca sakin bir yaşam sürmeye başlar. Bir gün eski arkadaşı Palandöken (Erol Taş), bir alacak davası yüzünden ünlü şarkıcı Yasemin‘i (Hülya Koçyiğit) kaçırmasını ister. Ali ilk başta bu işi yapmak istemez fakat ona zarar gelmemesi için daha sonra kabul etmek zorunda kalır. Yasemin’i kaçırdıktan sonra bir hafta boyunca bir yalıda beraber kalırlar. Onlara Gırgır Ali’nin çok akıllı olan köpeği Çarşaf da eşlik eder. Yasemin ilk başlarda ondan nefret etse bile bir süre sonra onun yaşam koşullarını benimser ve ikili arasında duygusal bir bağ oluşur. Çete lideri kendi deyimiyle emaneti almaya geldiğinde beklenmedik bir durumla karşılaşır.
Şarkıcı Yasemin’in de gençlik yılları yoksullukla geçmiştir. Şöhret olup zengin olduktan sonra hayatı tamamen değişir. Sonradan gelen ün, ailesini şatafatlı bir hayata iterken; Yasemin dalkavukların, yalancıların, sahte yüzlü insanların arasında mutsuz, sıkıcı bir yaşam sürmeye başlar. Ancak bu kaçırılma olayı onun da hayatını değiştirecektir. Çocuklukta yapamadıklarını yapar. Özgürlüğü, samimiyeti tadar Ali’nin yanında.
Palandöken, Yasemin’i almaya gelince Ali vermek istemez. Yalıdan kaçarlar. Mafya da peşlerine düşer. Onları eski bir binada köşeye sıkıştırırlar. Ali ile Yasemin içeride geçmişe dair konuşurlarken bir tren düdüğü sesi duyarlar. “Yakınlarda bir istasyon var” der Ali. İstasyon onlar için umut, beklenti ve kurtuluştur. Geçmişi arkada bırakıp yeni bir hayata, başlangıçlara açılan kapıdır. Ama bu kapıdan geçmeleri için önce mafya engelini aşmaları gerekir.
Dramla komediyi harmanlayan filmde hayatın gerçeklerine dair birçok mesaj vardır. İzleyiciyi hem hüzünlendiren hem de gülümseten İstasyon; aynı zamanda düşündüren, sorgulatan bir filmdir. Mesela Yasemin Ali’nin hırsız, uğursuz olduğunu daha beş yaşında suç işlemeye başladığını yüzüne vururken o, “kimse keyfi yere suç işlemez, aç kalmayan hırsızlık yapmaz.” der. Ve kendisini zengin, haysiyetsiz adamlardan, parasıyla her istediğine ulaşan yalaka, kibirli insanlardan üstün görür. Yasemin sonradan gelen şöhret ve parayla hayatlarının nasıl da tamamen değiştiğini söyler. “Çok para şaşırttı hepimizi. Önce evi değiştirdik, eşyaları sonra komşuları.” der. Paranın ve şöhretin insanı tamamen farklı bir kişiye dönüştürdüğüne vurgu yapar. Öyle ki aslında zenginlik insanı yalnızlaştırır. Yasemin ünlü bir şarkıcı olmasına ve onca sevgiye rağmen koskoca toplum içinde kendisini yapayalnız ve önemsiz hisseder. Çünkü insanların sevgisi ona bayağı gelir. Anne ve babası kumar masalarında, partilerde zaman harcarken ona ilgi göstermezler. O da mutluluğu oyuncak bez bebeklerle süslediği odasında arar. Yasemin’in yalnızlığı şöhretin ve paranın bir insanı topluma yabancılaştırabileceğinin toplumdan soyutlayabileceğinin ve sonucunda içe dönüklüğün çarpıcı bir örneğidir. Para o kadar değerlidir ki Yasemin’in anne ve babası, Palandöken’in istediği 2 milyonluk fidyeyi vermemeyi bile düşünürler. Ama kızları onlar için bir evlattan ziyade para kaynağıdır. “Kızımız daha çok milyon eder.” der babası.
Benzer bir örneği de Kemal Sunal‘ın ‘Varyemez’ filminde görürüz. Usta oyuncu ünlü milyarder Ragıp Elibol rolündedir. Bir grup genç para için onu kaçırınca istenilen fidyeyi ailesinden almaya çalışır. Ancak ne ailesi ne de yakın arkadaşları onlar için düşük olan miktarı vermek istemezler. Mafyanın Ragıp’ı ortadan kaldırmasını beklerler. Böylece kendileri de servete konabileceklerdir. Bunun üzerine Ragıp Elibol hayatının koskoca bir yalandan ibaret olduğunu anlar. Mafyaya “ne de güzel yaşıyorduk öyle birbirimizi kandırarak, yalandan gülerek, değer veriyormuş gibi yaparak.” der. İnancı ve yaşama arzusunu yitirmiştir. Kendisini inanılmaz yalnız hisseder…
“Ve hayat bir kaçmaca, kovalamacadır. Kaçış, yakalanış ve kapanış. Gırgırına.” Böyle der Gırgır Ali. Ve bu sözüyle yaşamı özetler aslında. İnsan hayatı boyunca hep kovalamaca peşinde değil midir zaten? Bir şeyleri elde etmenin yakalamanın çabasındadır. Hayatın güçlükleriyle savaşır. Mücadele verir. Oradan oraya savrulur. Korkularından kaçar mesela. Yenilmekten, güçsüz olmaktan, yalnızlıktan ve karmaşadan… Ve sonra yakalanır kaçılması imkansız olana. Hayatta bir filmdir. Ve sonun da film biter.
Cüneyt Arkın verdiği bir röportajda filmle ilgili şunları söyler: “Filmdeki kişiler hayatın içinde olan tiplerdir. Ve her gün sokakta karşılaştığımız kişilerdendir. Doğaldırlar ve diyaloglarda günlük hayattaki gibidir. Acılarıyla sevgileriyle bizdendirler. Çok samimi ve içtendirler. Filme de bu yönde bir tavır getirmiştir. Filmi izlediginizde çok sizdendir, seyirciye yakındır. Bu yüzden her tabakadan insan filmde kendisinden bir şeyler bulur.”
Belki de bundan ötürü filmi çok sevmişizdir. Karakterlerin samimiliği insanın içine işler. Film bitince hafızalardan uzun süre silinmez. Bizde bu harika filmi izlemenizi öneririz.