Gotik Edebiyatta Kadın Yazarlar

Editör:
Sinem Aykın
spot_img

Gotik kelimesi, Roma İmparatorluğu’nun yıkılışında rol oynayan savaşçı kabile “Goth”lardan türemiştir. Bu terim ilk olarak Rönesans aydınları tarafından küçümseyici bir şekilde kullanılmıştır. Öncelikle mimari bir tarz olarak ortaya çıkan Gotik, klasik mimari ile kıyaslanarak aşağılanmıştır. Daha sonra on sekizinci yüzyılda gotik tarzın edebiyata yansımasını klasisizme karşı bir başkaldırı şeklinde görürüz.

Gotik edebiyat içinde korkunç ve grotesk olanı barındırır. Genelde ölüm, terör ve sapkın cinsellik gibi konuları ele alır. Öteki olarak görülen unsunları olağanüstü olaylar çerçevesinde yapar. Gotik edebiyatta okura yansıtılan korku bedensel şiddetin dışında, gündelik hayatın içine işlemiş bir bulantı halidir. Hayatın en normal sanılabilecek unsurları bile grotesk bir hal alabilir ve tekinsiz hissettirebilir. Gotik metin aşırılığı kullanmayı sever ve bunu aydınlanmacı felsefeye saldırmak amacıyla kullanır.

Gotik Edebiyatta Kadının Yansıması

Gotik Edebiyatta Kadının Yansıması | newyorktimeswordle

Susanne Becker‘e göre Gotik edebiyat oldukça kadınsıdır. Çünkü ahlak dışı, normal olmayanı yani ötekiyi anlatır ve kadın kültür tarihi boyunca her zaman öteki olarak görülmüştür. Kadın ataerkil toplumda özne olmasına izin verilmeyen, zaman zaman korku unsuru haline getirilen, kaçılan, korkulan kişidir. Bu açıdan Gotik edebiyat, kadınların üzerinden oluşturulan normların sorgulanmasında büyük rol oynar. Kadının yaşamı aşırıya kaçılıp groteskleştirilerek okurun dikkati yakalanmaya çalışılır ve kadının fark edilmesine yardım eder.

Kadının korku unsuru olarak edebiyat ve sanatta yer almasının nedenlerinden biri onun cinselliğinden korkulmasıdır. Kadın bilinmeyen, tahmin edilemeyendir. Bu korku verir çünkü insan bilmediği şeyden korkar. Kendisi ayrıca kan ve şiddetin yaratıcısı olarak da görülür. Ataerkil toplum yapısı ve dinlere göre, kadın ilk günahı işler yasaklı meyveyi yiyerek. Bu yüzden dünya üzerinde işlenen tüm günahlardan o sorumlu tutulur. İnsanları kötülüğe sürükleyen varlık olarak görülür. Tanrının koyduğu en büyük yasağı çiğnemesi ile masumiyeti ve temizliği yok etmiş ve her şeyi kirletmiştir. Ataerkinin empoze ettiği bu görüşe karşı Gotik edebiyat bir eleştiri olarak ortaya çıkar.

Gotik edebiyatta kadın karakterler genelde vahşi, canavar, korkunç ve deli olarak tasvir edilir. Viktoryen ahlak çerçevesinde bakıldığında bu kadın toplumsal normlara pek uygun değildir. Viktoryen dönemde ideal kadın “Angel in the House” olarak yansıtılır. Kadın evcildir, tek işi ahlaklı bir yaşam sürmek, çocuklarını ahlaklı yetiştirmek ve evinin bakımını eksiksiz yapmaktır. Gotik edebiyatta, iki farklı kadın figürü çoğunlukla karşı karşıya getirilir. Viktoryen ahlakın dayattığı kimliği reddeden “femme fatale” deli ve canavar olarak görülür. Kadın konusunun yoğunlukla işlendiği bu türde kadın yazarların da yoğunlukta olduğunu bilmeliyiz. Gotik edebiyat ile kadınlar ortak deneyimi, toplumsal cinsiyet rollerini ve kadının arzu ve korku unsuru olarak görülmesini anlatmışlardır.

Ann Radcliffe

Ann Radcliffe | pandabiyat

Gotik edebiyatın öncü isimlerinden Ann Radcliffe, 1764’de Holborn, Londra’da doğdu. William ve Ann Ward‘ın tek çocuğuydu. 1787’de, 23 yaşındayken gazeteci ve editör William Radcliffe ile evlendi ve onun desteğiyle yazarlık kariyerinde ilerlemeye başladı. İlk romanı Athlin ve Dubayne Kaleleri adlı romanını 1789’da çıkardı.

Radcliffe‘in Gotik edebiyata temellerini atan eserlerinden biri Ormanda Aşk isimli romanıdır. Roman, ailesi tarafından terk edilen ve Marquis de Montalt adlı bir adamdan kaçan Adeline isimli genç bir kızı konu alır. Karanlık atmosferi ve güçlü kadın karakteri ile roman gotik edebiyatın klasik örneklerinden biridir. Radcliffe’in diğer ünlü romanı Udolp Hisarı isimli romanıdır. 1794’de dört kitap halinde basılan kitap Emily St. Aubert‘in başından geçen olayları korku öğeleri ve olağanüstü unsurlar ile anlatır. Radcliffe’in eserleri 18. yüzyıl sonlarında gotik edebiyatın temel unsurlarını belirgin hale getirmiştir. Eski şato, manastır ve orman gibi karanlık mekan tasvirleri ile okuruna korku vermeyi başarmıştır ve başarılı doğa tasvirleriyle tehdit altında hissettirir. Ayrıca eserlerindeki kadınlar güçlü karakterler oldukları için feminist bir okuma yapmaya olanak tanır.

Mary Shelley

Mary Shelley | tzvorg

İngiliz yazar Mary Shelley, 30 ağustos 1797’de Londra’da doğdu. Babası William Godwin politik bir yazar, annesi Mary Wollstonecraft ise feminist hareketin öncülerinden, Kadın Haklarının Gerekçelendirilmesi adlı kitabın yazarıdır. Annesi, Mary doğduktan kısa bir süre sonra vefat etti ancak Mary, babasının entelektüel çevresinden yararlanarak kendisini geliştirmeyi başardı ve genç yaşta yazmaya başladı. 1814 yılında şair Percy Bysshe Shelley ile bir ilişkiye başladı ancak Percy Shelley o sırada hâlâ evli olduğu için bu durum toplum tarafından eleştirildi ve çift İsviçre’ye kaçtı. Orada ilk çocuklarını kaybettiler ve bu durum Shelley’nin eserlerinde ölüm ve kayıp temalarının işlenmesine neden oldu.

Mary Shelley, İsviçre’de fırtınalı bir gecede korku hikayesi yarışmasında ünlü romanı Frankenstein ya da Modern Prometheus‘un temelini atmıştır. Frankenstein, insanın doğa ve bilim ile olan ilişkisini, yaratma ve yok etme gücünü sorgulayan ve fazlaca Gotik unsur barındıran bir romandır. Frankenstein’in canavarı başlı başına bir ötekileşme durumunun temsilcisidir. Öyle ki kendi yaratıcısı bile onu sevmez, korkar ve kaçar. Sevgisizlik onda önce üzüntü, sonra nefret ve son olarak da şiddeti doğurur. Ölümün ötesine geçmiş bir dünya yaratma arzusuyla yanıp tutuşan Viktor Frankenstein ise doğa tarafından yenilgiye uğratılmıştır. Shelley’nin unutulmaz romanı insanın karanlık yüzüne ışık tutarak Gotik edebiyatın vazgeçilmez eserlerinden biri haline gelmiştir.  

Charlotte Brontë

Charlotte Bronte | futurelearn

Charlotte Brontë, 1816 yılında Yorkshire’da doğmuştur ve Brontë ailesinin en büyük çocuğudur. Kendisi ve kız kardeşleri erken yaşta edebiyat ile ilgilenmeye başladılar. Charlotte’un kendisine ün kazandıran eseri Jane Eyre, 1847 yılında yayımlandı. Roman Viktorya döneminin sosyal yapısını eleştirirken kadının toplumdaki yerini de sorgular. Roman bir aşk romanı çerçevesinde kurulmuştur ancak ilerledikçe gotik unsurların arttığını görürüz. Romanın mekanı, Thornfield Hall malikanesi oldukça karanlık ve izole bir yerdir. Geçmişin sırlarıyla dolu olduğu anlaşılır. Ana karakter Jane ve canavar, hapsedilmiş deli kadın Bertha arasındaki fark göz önüne serilir. Evin içinde, gizli bir odada bir kadının hapsedilmesi, korku ve gizem unsurları gotik edebiyat açısından oldukça önemlidir. Bertha, Angel in the House tiplemesinin tam tersi, korkulan ve saklanılması gereken kadındır. Kendisi yaşamı boyunca ötekileştirilmiş ve canavarlaştırılmıştır. Aşk motifinin bile karanlık yönü ortaya çıkararak gotik edebiyat için hem romantik hem de ürkütücü bir örnek olmuştur.

Daphne du Maurier

Daphne du Maurier | dumaurierorg

Daphne du Maurier, 1907 yılında İngiltere’de doğmuştur. Annesi ve babası oyuncu oldukları için sanatla iç içe bir çocukluk geçirmiş ve erken yaşta edebiyata ilgi duymaya başlamıştır. İlk kitabı The Loving Spirit, 1931 yılında, ününün asıl kaynağı olan kitabı Rebecca ise 1938’de yayımlanmıştır. Ayrıca 1932’de Korgeneral Frederick Browning ile evlenmiş ve üç çocuk sahibi olmuştur. Cornwall’da Menabilly adlı bir evde yaşamışlar ve bu ev Rebecca romanındaki Manderley‘e ilham olmuştur. Daphne du Maurier eserlerinde insan doğasının karanlık yanlarını ustalıkla işlemiştir ve başarılı bir kadın yazar olarak 1969 yılında Kraliçe II. Elizabeth tarafından Dame unvanına layık görülmüştür.

Maurier‘in Rebecca romanı Gotik bir başyapıt olarak sayılır. İsimsiz anlatıcı olan kadın Maxim de Winter ile tanışır ve evlenir. Daha sonra adamın eski karısı Rebecca‘nın hayaleti ile karşı karşıya kalır. Hayaletin varlığı hiç yok olmaz. Bu roman kimlik sorunlarını ve güvensizliği, aşk ve sadakat temalarını yoğun olarak işler. Romandaki karakter gelişimleri beklenmedik şekilde ilerler ve bu gizem okuyucuda Rebecca’nın gerçek karakteri ve ölümünün nedeni konusunda merak uyandırır. Roman yayımlandığı dönemde oldukça büyük bir başarı yakalamış ve 1940 yılında Alfred Hitchcock tarafından sinemaya uyarlanmıştır.

 Shirley Jackson

Shirley Jackson | standartcouk

Shirley Jackson, 1916 yılında Amerika’da doğmuştur. Gotik ve psikolojik gerilim türünde eserler veren Jackson, özellikle Piyango adlı hikâyesi ve Tepedeki Ev adlı romanı ile tanınır. Tepedeki Ev daha sonra film ve dizi olarak da uyarlanmıştır. Yazarlık kariyerine kısa hikayeler yazarak başlayan Jackson, daha sonra korku temasına ilgi duymaya başlamış ve Gotik edebiyata oldukça önemli eserler vermiştir. 1949 ‘ta edebiyat eleştirmeni Stanley Edgar Hyman ile evlenmiş ve dört çocuk sahibi olmuştur. Hayatı boyunca anksiyete, depresyon ve çeşitli fiziksel hastalıklar, ve aile yaşamında da eşinin sadakatsiz yapısı ile savaşmak zorunda kalmıştır. Hayatının bu kadar zorlu geçmesinin izleri edebi tonunu etkilemiş ve karanlık hikayeler anlatmıştır.

Piyango adlı kısa hikâyesi ilk olarak The New Yorker gazetesinde yayımlanmıştır. İlk kez yayımlandığında Amerikan toplumu tarafından tepkiyle karşılansa da daha sonra gotik edebiyatın önemli eserlerinden biri haline gelmiştir. Hikayede çok normal görünen bir kasabanın sakinlerinin eser ilerledikçe ne denli korkunçlaştıklarını okuruz. Jackson bu eseriyle toplumun alışageldiği, gelenek olarak adlandırdığı barbarlıkları yaparken nasıl kendileri için bunu normalleştirdiklerini anlatır. Ayrıca geleneksel toplumdaki kadının rolüne dikkat çeker.

Angela Carter

Angela Carter | reactormag

İngiliz yazar ve feminist Angela Carter, 1940 yılında İngiltere’de doğmuştur. Bristol Üniversitesi’nde İngiliz edebiyatı eğitimi alan Carter, özgün eserleri ile edebiyat dünyasında çarpıcı bir etki bırakmıştır. Eserleri genelde mitler ve toplumsal cinsiyet rolleri üzerinde duran eserlerdir. Toplumdaki kadın rolünü derinlemesine inceler ve eleştirir. Bu yüzden Carter’in eserleri hem feminist hem de Gotik edebiyat açısından önemli bir yer tutar. Klasik masalları yeniden uyarlayan Angela Carter eserlerindeki masalsı ton ile okurun dikkatini çekmeyi başarır.

1979 yılında kaleme aldığı Kanlı Oda adlı eseri klasik masalların Gotik ve feminist bakış açılarından yeniden yazılmış versiyonlarını içeren, patriyarkal normlara meydan okuyan kısa hikâyeler koleksiyonudur. Ana hikaye The Bloody Chamber, kadına yönelik baskıyı ve kadının cinselliğini Gotik temalar çerçevesinde işler. Klasikleşmiş Mavi Sakal adlı masalın yeniden yazılmış halidir. Ayrıca eserin içinde Kırmızı Başlıklı Kız ve Güzel ve Çirkin gibi oldukça popüler masalların da birer radikal eleştiri haline getirilmiş versiyonları da bulunur.

Yazıda ele aldığımız yazarlar ve daha birçoğu müthiş zekaları ve yaratıcılıkları ile dünya edebiyatına katkıda bulunmuşlar, dönemlerinin şartlarına karşın edebiyat dünyasında dikkat çekmeyi başarmışlardır. Gotik edebiyat kapsamında ise kadınlar popüler eserlerin sahibi olmuş ve kendi kimliklerini dışa vurup, ataerkinin vahşiliğini eleştirerek erkek otoritesine karşı güç sahibi olmuşlardır.


Kaynakça:

  1. Ann Radcliffe. Britannica. Web. 19.11.2024
  2. Mary Shelley. Britannica. Web. 19.11.2024
  3. Charlotte Bronte. Britannica. Web. 19.11.2024
  4. Daphne du Maurier, About Daphne du Maurier. Dumaurier. Web. 19.11.2024
  5. Angela Carter Biography. USA angelacarter. Web. 19.11.2024

 

spot_img

Yorum Yap

Yorum girişi yapınız.
Adınızı girin

Magnum Fotoğrafçısı Elliott Erwitt: Sıradışı Perspektif

Magnum fotoğrafçılarının yeni yazısında Elliott Erwitt'in hayatına ve eserlerine doğru bir yolculuğa çıkıyoruz.

Star Wars Sith’in İntikamı: Bir Trajedinin Epik Kapanışı

Skywalker'ın öyküsü, galaktik düzenin çöküşünü, dostlukların sonunu ve aşkın trajedisini bir kez daha gözler önüne seriyor.

Macbeth Sendromu: Hırsla Yoğrulan Bir Kimliğin Çöküşü

Macbeth Sendromu, bireyin hırs uğruna kimliğini ve vicdanını yitirerek psikolojik çöküşe sürüklenmesini anlatan patolojik bir durumdur.

You’ya Veda: Önceki Sezonda Neler Oldu?

You, beşinci sezonuyla son kez ekranlara gelirken, önceki sezonlarda neler oldu hatırlayalım.

Altı Çizilenlerde Bu Ay: Ahmed Arif | Hasretinden Prangalar Eskittim

Söylenti Edebiyat editörleri, Altı Çizilenler serisinde bu ay, doğum gününde, şiirin aykırı sesi, toplumcu gerçekçiliğin öncülerinden, Türk edebiyatının benzersiz şairi Ahmed Arif'e yer veriyor!

Orta Çağ Avrupası’nda Evlilik, Boşanma ve Eğlence Kültürü

"Ben senin için yaşamayı göze aldım" diyenleriniz varsa, itinayla "Sıkıysa Orta Çağ'da yaşasana" diyebilirsiniz çünkü bu çağda yaşamak sanıldığından çok daha zor.

HBO Max’te İzleyebileceğiniz Yapımlar

İşte HBO Max'te izleyebileceğiniz yapımlar.

Exulansis: Anlaşılamamanın Getirdiği Vazgeçiş

Exulansis, kişinin anlaşılamayacağını düşünerek kendini anlatmaktan vazgeçişini konu alır.

Şahane Hatalar : Kendi Maceranı Kendin Yarat

Sadece hataların sonuçlarına odaklanmak yerine, bu hataların insanları nasıl şekillendirdiğini ve nasıl birer öğrenme fırsatı sunduğunu ele alan sıra dışı kitap: Şahane Hatalar.

Yahya Kemal Şiirlerinde Yedi Farklı Tema

"İnsan âlemde hayal ettiği müddetçe yaşar." Türk edebiyatına hayalinden kelimeler armağan ve miras bırakan Yahya Kemal Beyatlı.