Güç ve Simülasyon: Creator Filmi Bize Ne Anlatıyor?

Editör:
Asya Yüce
spot_img

Ülkemizde geçtiğimiz yıl Eylül ayında vizyona giren Creator (Yaratıcı) (2023) filmi bir vücuda bürünen yapay zekaların kendi siyasal ve askeri yönetimlerini kurduğu, yapay zekaların gerilla taktikleriyle ABD güçlerine karşı direndiği distopik bir anlatı. Film 2055 yılında post-apokaliptik bir dünyada geçerken, ana çatışmayı filmde simulantlar olarak adlandırılıp evrimsel süreçte gelişen ve artık kendi politik yapılarına sahip yapay zeka robotlar ve insanların savaşı oluşturuyor. İnsanlar simulantlar bir süre iç içe yaşıyorlar. Ancak Los Angeles’a yapılan bir nükleer saldırının sorumlusunun ABD askeri yönetimi tarafından yapay zekalar olarak açıklanması üzerine hükümet simulantları yok etmek istiyor.

Film, nükleer savaş senaryosunun insanlar ve yapay zekaların iç içe yaşadığı bir gelecekte gerçekleşmesi yapay zekalar ve barışın imkanına dair ilginç bir düşünsel deney sunuyor. Nükleer savaş senaryoları ve ihtimalleri uluslararası ilişkiler disiplininde üzerine kafa yorulan konulardan bir tanesi. Ana kahramanımız, yapay zekaların yazılımcısını, “Mimar”ı, bulmak üzere gönderildiği gizli görevde aşık olduğu eşinin ortadan kaybolmasının yasını tutan Joshuadır (John David Washington). Joshua, Mimar’ı bulmak için orduya geri alınıp yeni bir ekibe atanır. Bu yazıda filmi tanıttıktan sonra, gelin filmin arka planındaki düşünceyi uluslararası ilişkiler ve simülasyon kavramları üzerinden inceleyelim.

Uluslararası İlişkiler

The Creator Scene Breakdown with Director Gareth Edwards | Rotten Tomatoes
Kaynak: https://editorial.rottentomatoes.com/article/the-creator-scene-breakdown-with-director-gareth-edwards/

Distopik bir film olan Creator, bizlere şu sorunun da cevabını veriyor: ABD’nin hegemonyası uluslararası düzende barışı sağlayabilir mi? Buna çeşitli yazarların pek çok farklı cevabı oldu. Yaşadığımız dünyanın liberal uluslararası bir düzen olduğunu ve bunun aslında zaten ABD tarafından en başta bozulmaya başladığını öneren Ikenberry, bu düzenin restore edilmesi gerektiğini öneriyor (2015). Liberal uluslararası düzen demek, devletlerin ve sınırları dışında aktivitelerde bulunan kurumların serbest piyasa, devletlerin egemenlik hakkı ve birbirilerine ekonomik bağlılıkla hareket ettiği bir düzen demek oluyor. Buradaki liberal kavramı ise belirli idealleri veya ahlaki hedefleri teşvik etmek için küresel politikaya yönelik bir yaklaşımı kapsıyor. Bu hedefler, diğerlerinin yanı sıra, dünyanın durumunu iyileştirme genel hedefiyle birlikte küresel barışı ve adaleti teşvik etmeyi içeriyor (Krumbhaar, 1945). Uluslararasıcılık (internationalism) denilen bu görüşün önerisi, aslında ütopik bir dünya önerisine benziyor: Uluslararası adaletten bahsettiğiniz an güç siyaseti üzerine kurulmuş bir düzenin adil olabileceğini hayal ediyorsunuz demektir. Bu da sizi ütopik bir argüman kurmak durumunda bırakıyor. Her ne kadar liderlerin böyle bir görüşe inanmadıklarını düşünsek de uluslararası arenada aktörlerin bir şekilde işlerini yürütmek için belli felsefelere inandığını da biliyoruz (Legro,  2000). Eğer nahoş tarihi olaylar var olan normları ve beklentileri değiştirirse ve toplumsal olarak kabul edilebilecek alternatif fikirler varsa, o hâlde siyasette topyekün fikri değişimler yaşanabilir (Legro, 2000: 254). Uluslararasıcılık da dünyada kabul gören bir fikirken, bunun yapay zekaların politik bir gövde oluşturduğu düzlemde nasıl bir akıbete uğrayacağına Creator filminde biraz ışık tutuluyor.

Nükleer silahlanma ve caydırıcılık, liberal düzenin ihyasında ilginç bir rol oynuyor. Kimilerine göre barışın kaynağıyken kimilerine git gide artan çatışmaların varacağı son nokta, kıyametvarî bir nükleer savaş senaryosu. Bu görüşü savunanlar, o silahların bir gün mutlaka patlayacağını ve zaten nükleer silahlara sahip ülkelerin birbirleriyle daha güçsüz devletlerin bulunduğu coğrafyalarda dolaylı yollarda çatışmaya girdiğini, bu işin sonunun er ya da geç geleceğini söylüyor. Bundan hareketle, nükleer silahsızlanma hareketleri ve yine her uluslararası ilişkide olduğu gibi, burada da hiyerarşik bir ilişkinin oluştuğunu gözlemliyoruz. Nükleer silaha sahip olanlar ve olmayanlar arasındaki güç ilişkisiyle yeniden şekillenen devlet-arası hiyerarşi, Creator filminde de söz söylemeye devam ediyor. Birinin üzerinde gücü olmak, yani birilerine bir şeyleri yaptırmakla bir şeye gücü yetmek arasında bir fark gözetiliyor. Birinin üzerinde gücü olmak, mevcut durumdaki hiyerarşilere bağlı. Bir şeye gücü olmak ise zayıf pozisyondayken de güç elde etmek ve mevcut durumu değiştirmek için her aktörün şansı olduğunu öneren bir güç yaklaşımı (Hanson, 2022).

Kaynak varietycom

Creator filminde gördüğümüz statüko, ABD liderliğindeki batı ittifakının Los Angeles’a nükleer saldırı düzenleyen yapay zekalara karşın, yapay zekalara kucak açan Çin liderliğindeki Doğu Asya ittifakı. Simulantlar zayıf konumda olup evrimlerini ilerleterek bu saldırıları durdurmaya çalışıyor, yani buna “gücü olmak” şeklinde bir yaklaşım benimsiyor. Yapay Zekalara karşı yapılan saldırılarda ve operasyonlarda Çin ve diğer Asya ülkelerinin egemenlik haklarının ihlal edildiğini görüyoruz, zira ABD bir nükleer saldırıdan sağ kurtulmuş ve artık Çin hükümeti üzerinde gücü olduğu gibi, yapay zekalar üzerinde de gücü olduğunu düşünüyor. Böylece filmin arka planındaki durumu şöyle görüyoruz: Liberal düzen kendi mimarı tarafından yıkıldığını, mal ve emtiaların uluslararası düzlemde serbestçe dolaşamadığını, bir tüketim ürünü olarak üretilen robotların siyasi bir aktörlük kazandığını görüyoruz. Yapay zekalara savaş açmak, onların en büyük güvenlik tehdidi olduğunu söylemek ve böyle bir anlatıyı destekleyecek fiziksel görüntüler göstermek ABD’nin ittifak kurduğu Batı toplumlarını tamamen ikna etmişe benziyor. Yapay zekaların insanlarla koalisyon kurmak için yine üretim merkezleri olan Asya ülkelerini seçmiş olmaları, onların bu işe karşı koymak için gücü olduğunu gösteriyor. Filmde ABD hükümeti liberal bir ülkeden otoriter bir ülkeye geçiş yapmış, savaş yönetimiyle yönetilen ve kaynakların buralara aktarıldığı bir yönetim. Asya’da ise devletleşmiş yapıda bir yapay zekâ imparatorluğu görüyoruz. ABD’nin yürüttüğü savaş ve diğer ülkelerin egemenlik haklarına müdahalesi uluslararası ilişkiler açısından ilginç birçok boyutluluğu beraberinde getiriyor:

  • Mevcut dünyada devletlerin egemenlik hakları varken yapay zekaların egemenlik hakları tanınmıyor.
  • Mevcut dünyada yapay zekâ hakları olmadığı gibi, yapay zekâ robotların siyasi bir temsil değeri yok.
  • Filmde yapay zekaların böyle haklara sahip olabilecek düzeyde gelişmiş bir siyasi aktör olarak tanımlandığı görüyoruz: İnsanlar gibi egemenler, siyasetleri ve orduları var. Devletleşmiş yapıdalar.
  • Filmde ABD Çin toprakları üzerinde yapay zekalara saldırı düzenlerken Çin’in topraklarını yapay zekaların siyasi organizasyonunu yok etmek için kullanıyor. Yani egemenlik hakları ihlal edilen Çin ve Çin topraklarında yapay zekaların hâkim olması üzerine bir yapay zeka soykırımı söz konusu. Eğer bu bir soykırımsa, yapay zekaların kendi kendini yeniden ürettikleri ayrı bir evren; doxalar, normlar ve gelecek olduğu ortaya çıkıyor.
  • Bir terör örgütüne düzenlenen sınır ötesi operasyona benzese de yapay zekaların insanlar gibi çoğalması, kendi istihbarat ağlarının ve hiyerarşik ordu yapılarının olması onları terör örgütüyle devlet arasında hibrit bir yapıya sokuyor ya da film terörün de kendi kendine yeniden üremesini ABD hükümetinin yapay zekalarla yaşadığı problemle sembolize ediyor. Filmi bu bakımdan bir hükümet-terör örgütü eleştirisi olarak da okuyabiliriz.

Bu sayede soykırımın ve faşizmin de muhtevasının değiştiğini görüyoruz, kimin insan olduğu ve yaşamaya hakkının olup olmadığı sorununun ise devam ettiği bir durum söz konusu: Simulantların yaşamaya hakkı yoktur demek, onların varlığını meşru bulmamak anlamına geliyor. Fakat, eğer vicdan sahibi bir yapı olduğu kabul edilirse, bu sefer de onların varlığını ortadan kaldırmak gayrimeşru bir hâle geliyor. Dolayısıyla, basit uluslararası ilişkiler kavramlarının insanların hayatlarına, evrime ve dahası teknolojiye ilginç bir şekilde entegre olduğunu görüyoruz. Yani filmin evreninde yapay zekalar, savaş ve barış gibi temel sorunlarımızı çözmemiş görünüyor. Bir sonraki bölümde simulantların gerçeklik açısından ne ifade ettiğini simülasyon teorisini kullanarak inceleyeceğiz.

Simülasyon: Duygusal Yapay Zekalar

The Creator' - Emotional Final Trailer Sells the Sci-fi Epic as a Can't Miss Motion Picture Event - Bloody Disgusting
Kaynak: https://bloody-disgusting.com/movie/3779110/the-creator-emotional-final-trailer-sells-the-sci-fi-epic-as-a-cant-miss-motion-picture-event/

Filmin ilk yarısında yapay zekaların kötü karakterler olarak tanıtıldığını görüyoruz, insani duygulardan yalnızca kine ve çıkarcılığa sahip gibiler. Daha sonralarıda ise, yapay zekaların insanların kontrolü altında ezildiğine ve insancıl duygular geliştirdiklerine tanık oluyoruz. Evrim süreçlerine göre simulantlar insanlardan daha kabil ve aynı zamanda insani duygularla donatılmışlar, ancak fabrikasyon üretimler ve üretimlerindeki nihai hedef insan sureti ve bedeni. Mükemmel nokta olarak insan görünümüne bürünmeyi hedefleyen, ilk bakışta insandan ayırt edilemeyen, bir karaktere sahip olan ve bir dava uğruna fedakarlıklar yapabilen varlıklar. Simulant isim seçimi ise akla direkt Jean Baudrillard’ı ve onun simülasyon kavramını getiriyor. Simulantlar, tıpkı simulakrlar gibi, kendi kendilerini üretme kapasitesine sahipler. Simulantlar, ihtiyaç fazlası üretilen ürünlerken, insanı taklit edip insandan farklı bir şekilde, kendi kendilerini üretip kendi kendilerine referans verebilen varlıklar haline gelmişler. Yani kendilerini geliştiren, kendi ikballerine bakan, kendilerinin nasıl üretildiğini bilen varlıklar.

İnsanı model alıp gelişirken artık kendi kendilerinin siyasal örgütlenmesi olması, insan evrenindeki kuralları ve siyaset nedir, savaş nedir, acıma ve vicdan nedir gibi soruların cevaplarını değiştiren varlıklar haline gelmeleri, Baudrillard’ın simulakr kavramıyla birebir uyuyor. Artık insana gerek kalmayan, insanın ölümü yenmek pahasına giriştiği aşırı-teknolojik gelişim yolunda kendi kendini yok etmeye başlaması durumu. Filmde simulantların terörü sembolize ettiğini söyleyebiliriz; en nihayetinde onları da ‘gerçek’ siyasi aktörler üretiyordu ve daha sonra kontrollerinden çıkıyordu. Yapay zekaları yenebilmek için daha çok askeri-teknolojik gelişim ve harcama yapılmak zorunda kalınıyordu. Baudrillard, Her Yer Ekran kitabında, bundan şöyle bahsediyor: “Bizi savunmasız bırakan, bizzat medyanın şiddetidir; sanal olanın şiddeti ve onun gösteri dışı çoğalması. Korkulacak olan, şiddetin psikolojik olarak yayılması değil, onun teknolojik uzantısıdır; şeffaf bir şiddetin yayılması, tüm gerçekliğin ve referansallığın bedenden ayrılması…” (2014) Yani, medyanın şiddetiyle kastedilen şey insanların artık şiddeti duygusuz, adeta bir nesne formunda, boş zaman doldurmak için tüketip normalleştirdiği bir şey hâline gelmesinden bahsediyor. Diğer anlamıylaysa, kitle iletişim araçlarının son derece yaygınlaşmasının insanların gerçekliği yorumlama yetisine saldırması. İki kişinin savaşlar kendi arasında tamamen kurgulara, hakiki bilgiymişçesine sarıldıkları yorumlara dayanarak argüman ürettiğini düşünün; tuhaf bir şekilde şiddet seviciliğiyle tüm kimliklere saygı duyup varoluşsal krizler arasında gelip geçen bir tartışmaya şahit olabilirsiniz. Creator filmindeki simulantlar ise bu tip bir şiddetin vücut bulmuş hâli, üstüne üstlük, kendi kendilerini kaynak olarak ele alıp yeniden üretebilen varlıklara dönüşmüşler.

Creator filminde robotların kendilerine has duygularının olup olamayacağı sorusunun tartışıldığı bir dönemde, yapay zekanın insanları insanlardan daha başarılı bir şekilde simüle edip, yani tıpkısı gibi canlandırıp, insanlardan daha masum olduğu ve hakikati söylediği bir evreni görüyoruz; bir insanla yapay zeka çocuğun baba-kız ilişkisini ise adeta Baudrillardçı bir evrenin deneyi gibi seyrediyoruz. Her ne kadar bu durum bize uzak da gelse, artık bu yakın gelecekten öncesine dönme şansımız yok (Baudrillard, 1994). Creator bu geri dönüşün imkansızlığını uluslararası politik şiddet üzerinden anlatılıyor. Politik şiddet artık devletlerle yapay zekalar arasında geçerken yapay zekanın gerilla taktikleriyle yer altına ve dağlara saklandığını görüyor, insanlardan surat bağışı talep ettiklerini seyrediyoruz.

Kaynakça

Baudrillard, J. (1994). Simulacra and simulation (S. F. Glaser, Trans.). University of Michigan Press.

Baudrillard, J. (2014). Screened out (Vol. 8). Verso Books.

Hanson, M. (2022). Power to the have-nots? The NPT and the limits of a treaty hijacked by a “power-over” model. Contemporary Security Policy, 43(1), 80-105. https://doi.org/10.1080/13523260.2022.2037968

Ikenberry, G. J. (2015). The future of liberal world order. Japanese Journal of Political Science, 16(3), 450-455.

Krumbhaar, E. (1945). The concept of internationalism. Science, 101(2613), 73-79.

Legro JW (2000) Whence American Internationalism. International Organization 54(2): 253-289.

spot_img
Onur Tuğrul Karabıçak
Onur Tuğrul Karabıçak
Critical theory and postmodernism.

Yorum Yap

Yorum girişi yapınız.
Adınızı girin

İngiliz İç Savaşı: Sebepleri ve Sonuçları

17. yüzyılda İngiltere'de yaşanan iç savaş, kısa bir süreliğine de olsa Cromwell liderliğinde askeri bir yönetimi meydana getirdi.

Anadolu Turnesi: Psikedelik Bir Yolculuğun Sosyolojik Yansımaları

Alternatif rock grubu Venus Music Peace Band'in Anadolu Turnesine dair bir belgesel incelemesi.

Magnum Fotoğrafçısı Elliott Erwitt: Sıradışı Perspektif

Magnum fotoğrafçılarının yeni yazısında Elliott Erwitt'in hayatına ve eserlerine doğru bir yolculuğa çıkıyoruz.

Star Wars Sith’in İntikamı: Bir Trajedinin Epik Kapanışı

Skywalker'ın öyküsü, galaktik düzenin çöküşünü, dostlukların sonunu ve aşkın trajedisini bir kez daha gözler önüne seriyor.

Macbeth Sendromu: Hırsla Yoğrulan Bir Kimliğin Çöküşü

Macbeth Sendromu, bireyin hırs uğruna kimliğini ve vicdanını yitirerek psikolojik çöküşe sürüklenmesini anlatan patolojik bir durumdur.

You’ya Veda: Önceki Sezonda Neler Oldu?

You, beşinci sezonuyla son kez ekranlara gelirken, önceki sezonlarda neler oldu hatırlayalım.

Altı Çizilenlerde Bu Ay: Ahmed Arif | Hasretinden Prangalar Eskittim

Söylenti Edebiyat editörleri, Altı Çizilenler serisinde bu ay, doğum gününde, şiirin aykırı sesi, toplumcu gerçekçiliğin öncülerinden, Türk edebiyatının benzersiz şairi Ahmed Arif'e yer veriyor!

Orta Çağ Avrupası’nda Evlilik, Boşanma ve Eğlence Kültürü

"Ben senin için yaşamayı göze aldım" diyenleriniz varsa, itinayla "Sıkıysa Orta Çağ'da yaşasana" diyebilirsiniz çünkü bu çağda yaşamak sanıldığından çok daha zor.

HBO Max’te İzleyebileceğiniz Yapımlar

İşte HBO Max'te izleyebileceğiniz yapımlar.

Exulansis: Anlaşılamamanın Getirdiği Vazgeçiş

Exulansis, kişinin anlaşılamayacağını düşünerek kendini anlatmaktan vazgeçişini konu alır.