Klinik psikolog Tuğçe Isıyel’in denemelerden oluşan kitabı geçtiğimiz Kasım ayında okuyucularla buluştu. Keşfedilmesini istediğimiz, cümleleriyle kalplerimizde yer edinen yeni kitaplara yer verdiğimiz Haftalık Kitap Keşfi serimizde biz de sizleri bu hafta Parçalı Bulutlu ile buluşturmak istedik.
Ya Hiç Karşılaşmadık isimli kitabıyla psikoterapi odasıyla edebiyatı birleştiren Isıyel, Parçalı Bulutlu’da da psikolog kimliğinin etkisiyle insanın iç dünyası ile doğa arasındaki bağlara, birlikteliklere değiniyor. Kitabına başlamadan önce de okuyucularına sıcacık bir dinleme listesi armağan ediyor. Yazımızı okurken dinleme listesinin arka fonda eşlik etmesini isterseniz listeye buradan ulaşabilirsiniz.
Bozcaada’da bir sonbahar gününde temelleri atılan kitap adanın rüzgarıyla bizleri de bir iç yolculuğa sürüklüyor.
“Adada gökyüzü ayarlı bir yaşam var. Işığın hücrelerimize yaptığını, mevsimin aklımıza, yağmurun tenimize, rüzgarın tohumlarımıza, güneşin karnımıza, bulutun düşlerimize yaptığını dolaysız bir şekilde hissediyoruz.” (sf. 18)
Doğanın biricikliği, kendiliğindenliğiyle insanın özünün biricikliği eş değer anılıyor kitapta. Zamanın o eşsiz döngüsü, doğaya sabitleniyor. Bir bağı gözleyerek, o üzümün şaraba evrilmesi gibi değişim için önce bozulma gerekliliğini anlatıyor Isıyel. Şarabı şarap yapan o bağbozumundan sonraki sabırsa, insanı insan yapan da o ilk bozgundan sonraki sabırdır bir yerde.
“Bağında yalnız kalan bir üzüm olsaydım, bir şaraba can vermeden kış fırtınalarında kocayıp ölseydim daha mı iyiydi? Daha iyi değildi elbet, ama karanlık bir şişede kutsanmaya hazır mıydım? Kendi kendimi mayalayacak bir içsel hazırlığım var mıydı? Peki ya tek başıma kalabilecek cesaretim?” (sf. 23)
Bir Adanın Kışını Susmak isimli metninde her duygunun bir müziği olduğuna inandığını ifade ediyor yazar. Bu satırlar bize Sharon M. Draper’in İçimdeki Müzik kitabını anımsatıyor. Oradaki Melody gibi bizim de içimizde belli tınılar salınıyor.
“Ben de bir şarkı görmek istiyorum rüyamda, şarkımı görmek istiyorum, ben susayım o mırıldansın içimde.” (sf. 25)
İlerleyen sayfalarda bir bahçeye özenirken buluyoruz yazarı. Bahçelerin gör ardı edilen, kendi haline bırakılan o arka taraflara düşkünlüğünü görüyoruz. Bunu görürken insanın arka bahçelerine doğru ilerliyoruz. Kabullenmekte zorlandığımız, çiçekli taraflarımızdan ayrı tuttuğumuz o arka bahçelerimizde neler olduğunu düşünmeye başlıyoruz. Ve sonunda anlıyoruz ki, o yabanıl otlar da bizim bahçemizin, rengarenk çiçekler de bizim bahçemizin.
“Şair diyor ya, “Bahçelere özenecek ne vardı?” diye… Ne çok şey… (sf. 37)
Yazarın Titrek Portakal yazısına geçiyoruz. Bir yanıyla küf tutmuş, bir yanı hala tazeliğini korumaya çalışan bir portakalda yaşamın izlerini görüyoruz. İnsandaki yaşam izleri de yüzümüzdeki çizgiler, saçlarımızdaki beyazlar, deforme olmuş bedenler olarak düşünülebilir. Burada bir Japon felsefesi olan Wabi-sabi’den bahsediyor yazar. Japon estetiğinde geçiş ve kusura odaklanıyor, kusurlu güzelliği savunuyor. Kusur ya da eksiklik olarak nitelendirdiğimiz her bir tarafımız aslında bizim yaşanmışlığımızı ispatlıyor.
“Hikayeler hep oralardan çıkar; o kırıktan, çizikten, yıpranmışlıktan… Onlarla mücadeleye girmek adeta iç savaştır.” (sf. 50)
İnsan benliğinin türlü noktalarına değinirken doğanın sonsuz kucaklayıcılığıyla ilerliyor kitap. Göç Yolları’nda kendi izimizi sürüyoruz, her döndüğümüzde belki de İthaka’ya dönüyoruz. Yazarın kendi çekimi olan siyah beyaz fotoğraflar kitapla bir bütünlük sağlıyor, doğayı somutlaştırıyor.
Doğa her nasıl kendi ritmini izliyorsa kelimeler de öyle kendinden menkul bir duruş sergiliyorlar aslında. Kelimeler kendi zamanlarını çok iyi bilirler diyor ve ekliyor Isıyel; kimse onlara hükmedemez, hükmettiğini sanır en fazla. Kelimelerin bir hüküm altında olmadığı, su gibi akıp gittiği bu kitabın sizlerin yolculuğuna da eşlik etmesini diliyoruz.
Parçalı Bulutlu – Tuğçe Isıyel
Okuyan Us Yayınevi