Söylenti Dergi’nin kültür – sanat editörleri tarafından hazırlanan bu yazı dizisinde her hafta yeni bir sanatsal perspektifi keşfediyoruz. Bu hafta, radarımızda soyut sanat alanında ismi son yıllarda gittikçe duyulan İsveçli ressam Hilma af Klint (1862-1944) bulunuyor.
Sanatçıyı Keşfet: Hilma af Klint
Klint, yaşamı boyunca dünyanın büyük bir kısmı tarafından tanınmamış olsa da, bugün Wassily Kandinsky, Piet Mondrian ve Kazimir Malevich gibi sanatçılarla aynı sırada yer alıyor.
1862 yılında Stockholm’de doğan sanatçı Klint şehrin Kraliyet Güzel Sanatlar Akademisi’nden 1887’de onur derecesiyle mezun olmuştur. Yazlarını ailesiyle Adelsö adasında geçirmekteydi. Bu doğal çevrede, yaşamının erken bir aşamasında doğayla temasa geçti ve doğal formlarla derin bir ilişki içerisinde oluşu, ileriki çalışmalarında bir ilham kaynağı olacaktı. Okuldan mezun olduktan kısa bir süre sonra İsveç Kadın Sanatçılar Derneği sekreteri olarak görev yaparak, Stockholm’de saygın bir sanatçı olarak kendini kanıtladı. Genç yaşta maneviyatla ilgilenmeye başlayan Hilma’nın doğal dünyaya olan tutkusu, geleneksel ve soyut çalışmalarını da birbirine bağlar. Bitkileri (İsveçli botanikçi Linnaeus’u okudu) ve hayvanları (bir veteriner enstitüsü için teknik ressam olarak çalıştı) biliyordu. Avrupa çapında – özellikle sanatsal ve edebi çevrelerde – popüler olarak insanlar dini inançları bilimsel ilerlemeler ve dinlerin çoğulluğuna dair yeni bir farkındalıkla uzlaştırmaya çalıştıkça, farklı manevi katılım biçimleri zamanın ruhunun bir parçası haline geldi. Daha sonra Teozofi ve Antropozofi fikirlerine yoğun bir ilgi duydu.
Hilma af Klint’in yaşamı boyunca geleneksel resimleri çok sayıda sergide yer aldı. Bununla birlikte, figüratif olmayan çalışmaları yalnızca antroposofik ve teozofik bağlamlarda gösterildi. Klint, esasında henüz terim var olmadan önce soyut bir sanatçıydı; spiritüalizmden, modern bilimden ve çevresindeki doğal dünyanın zenginliklerinden ilham alan, bir figür olarak 1906’da bir dizi devasa, renkli, resimde benzeri olmayan ilginç işler ortaya çıkardı. Ölümünden sonra sanatının ciddi bir ilgi görmesi yıllar aldı. Peki, Af Klint’in soyut eserleri neden böyle birdenbire ortaya çıktı? Hilma af Klint’in buna bir cevabı var; 1944’te 81 yaşında öldüğünde, vasiyetinde eserinin – 1.200 resim, 100 metin ve 26.000 sayfa notun – ölümünden 20 yıl sonrasına kadar gösterilmemesini şart koşmuştu. Sanatçı, çağdaşlarının resimlerinin tam anlamını kavrayamayacaklarından emindi.
1986’da Los Angeles County Sanat Müzesi (LACMA), eserlerini The Spiritual in Art: Abstract Painting 1890-1985 adlı sergisine dahil etti. O zamandan beri ezoterik resimlerine olan ilgi arttı ve bugün çalışmaları dünyanın her yerindeki önemli müzelerde düzenli olarak sergileniyor.
Canan Avent önerdi.
Hilma Af Klint: Sanatçının Eserlerini Keşfedin

SUW serisi 24 parça yağlı boya tablolarından oluşan bir seridir. Hilma Af Klint SUW serisinin eseri olan Kuğu, 1914 ve 1915 yılları arasında yapılmış tuval üzerine yağlı boya eseridir. Bu büyüleyici eserinde iki adet uçan ve öpüşen kuğu tasvir edilmektedir. Biri zarif siyah tüylü ve sarı gagalı diğeri zarif beyaz tüylü ve mavi gagalıdır. Ressam eserde, zıt siyah ve beyaz renkleri ön plana çıkarılarak yapılan eski Çin sembolü Yin ve Yang’a da atıfta bulunmaktadır. Bu seride hem yaygın olarak bilinen hem de Klint’in kendine özgü sembollerine dayanmaktadır. Simyada kuğu, filozof taşı olarak bilinen adi metalleri altına çevrilebildiğine inanılan bir maddenin yaratılması için gerekli olan karşıt faktörlerin birliğini temsil eder. Burada sanatçı siyah beyaz renkleri ile aydınlık ve karanlığı, erkek ve kadını, yaşam ve ölüm arasındaki ikiliklere dikkat çekiyor. Tabloda beraberlik için çabalayan iki kuğu karşıtlığı farklı soyut şekillerde anlatılmak isteniyor. Tuvalin merkezine doğru bir noktada kuğular karşılaşıyor. İki kuğu birbirleri ile mücadele ediyor gibi görünse de aynı zamanda birbirlerini tamamlıyor ve yansıtıyorlar. Burada da adeta iki kuğu bir olarak görünüyor. Bu şekilde ikilik fikrinin iki kuğunun buluşması gibi temsili imgeler ile resmedildiğini görebiliyoruz. Fakat aynı zamanda tek bir form tuval boyunca farklı formlarda tekrarlanıyor ve diğer eserlere de bu durum yansıtılıyor. Burada görülen ve ressamın dünyasında, iki dünyayı ayıran keskin ayrım çizgisi diğer eserlerinde de tekrar tekrar karşımıza çıkıyor.



Hilma af Klint tablolarının, özünde Tapınağın Resimleri olarak bilinen bu seri, soyut sanatın ilk örnekleri olarak görülmektedir. Sanatçının No:1 eserinde bir piramit ve parlayan bir güneş görüyoruz. Üçgen yapıyı adeta gökkuşağı şeklinde renkli bloklara bölmüştür. Merkezinde ise oval bir disk bulunur. Burada kullandığı renk tonlarının her birinin Teozofi ve Antroposofik spiritüalist teoride sembolik anlamları vardır. Bu seri ile Klint’in fiziksel ve ruhsal dünya arasındaki bağlantıları ne kadar önemsediğini ve göstermek istediğini açıkça görebiliriz. Bazı eleştirmenlere ise bu durumu, sanatçının aydınlanmaya ve yüksek manevi iç görüye doğru kendi yolculuğunu sembolize ettiğini fikriyle açıklarlar. Bu, eserlerin doruk noktası olarak adlandırılmaktadır. Tüm renklerin, motiflerin ve formların bir araya geldiği eserlerdir. Ayrıca bu tablolarda birçok kültürde ve dinde önemli bir sembol olan eşkenar üçgen şekli tasvir edilmiştir. Adeta güneşe doğru bakan bir üçgen, küreler boyunca yukarı doğru bir hareketi temsil eder. Aşağı doğru bir üçgende zıt yöndeki hareketi. Son resimde ise dairenin merkezinde ezoterik evreni simgeleyen altı köşeli bir yıldız ile üçgen bir yıldızla iki üçgen birleştirilmiştir.
Gökçe Kavi önerdi.
De Fem (Beş) Grubu ve Hilma af Klint
Hilma af Klint’in, kardeşi Hermina küçük yaşta öldükten sonra spiritüel işlere daha fazla yöneldiği belki de ruhlar aracılığıyla kız kardeşiyle bağlantı kurabileceğine inandığı ya da yasını bu şekilde sanata yönlendirerek tutmuş olabileceği söyleniyor. Güzel Sanatlar Akademisi’nde tanıştığı Anna Cassel ile yakın arkadaş olan Klint, daha sonra Cassel ile birlikte meditasyon ve seanslar yoluyla ruhsal alemleri keşfeden ve bu konudaki fikirlerini paylaşan De Fem grubunu kurdu. Cornelia Cederberg, Sigrid Hedman, Mathilda Nilsson ise ikiliyle birlikte çalışan grubun diğer kadın üyeleriydi.
O zamanlar yaşayan birçok insan, gizemli olana büyük bir ilgi duyuyordu. Bazı çevrelerde evrensel gerçekleri spiritüel yollarla aramak da neredeyse moda olmuştu. Budizm gibi Doğu inançlarından ilham alan, insana maneviyat hakkında daha fazla bilgi vermeyi amaçlayan felsefeler bu noktada ilgi odağıydı.
1896 ve 1906 yılları arasında etkin olan De Fem grubu, düzenli olarak organize edilen spiritüel ya da bazen paranormal diyebileceğimiz seanslar düzenliyordu. Bu seanslar, spontane yaratıcılığın peşinden koşmak, yaratıma sezgisel bir alan vermek ve hem yazılı hem de çizimsel olarak sanatın özgürce ortaya çıkıp gelişmesine izin vermekle ilgiliydi. Bu meditasyonlar sırasında grup, Gregor, Ameliel, Clement, Esther gibi isimleri olan ve The High Masters olarak adlandırılan yüksek ruhlu mistik varlıklardan gelen mesajları otomatik yazı ve çizim yoluyla kaydedebileceklerine inanıyorlardı. Her toplantı İncil’den bir duanın ardından gelen meditasyonla açılıyor ardından bazen grup olarak bir çizim kaydediyor bazense bireysel olarak çalışma yapıyorlardı. Tahmin edebileceğiniz üzere grup tüm çalışmalarını gizlice yapıyordu.

De Fem grubunda yaptığı çalışmalar sayesinde Klint, o dönemde sanatçıların neredeyse hiç çalışmadığı erken bir tarihte otomatik çizimi yarattı ve bunu hem iç hem de dış dünyadaki görünmez güçleri kavramsallaştırabilen yaratıcı bir geometrik görsel dile doğru yönlendirdi. Bu çalışmaları onu sonrasında yapacağı soyut resimler için de hazırlamış ve geliştirmiştir kuşkusuz, nitekim grup dağıldıktan sonraki dönem sanatçının en yaratıcı yıllarıydı. Grupla beraber yaptığı otomatik çizimler pratiği, sanatçının kendini serbest bırakmaya ve elinin sezgileri tarafından yönlendirilmesine izin veren özgürleştirici bir uygulamadır. Klint’in De Fem’de yaptığı çalışmalar, akademide yaptığı ve öğrendiklerinden farklı olarak gerçek sanatın ne olduğuna dair bir keşfe çıkmasının bir aracısıydı belki de. Her ne kadar dönemindeki herkes gibi manzara ve peyzaj çalışmalarını satarak geçimini sağlasa (o dönemde bir kadın sanatçının yapabileceği kadar) ve soyut işlerini yaşarken çok az insanla paylaşabilmiş olsa da Hilma af Klint, eşsiz nitelikteki eserlerinin o öldükten sonra da bir değer kazanacağını biliyordu, nitekim haksız da değildi..
Esra Şahin önerdi.
Soyut sanat hakkında daha fazla bilgi edinmek için Soyut Sanat içeriğimize gidebilirsiniz.
Sanatla kalın!
Kaynak