Bir şarkı dinlersiniz, sizi o kadar etkiler ki gidip sanatçının o albümünü baştan sona dinlemek istersiniz. Sonra bir bakmışsınız ki sanatçının tüm albümlerini döne döne dinliyorsunuz ve o sanatçı en sevdiğiniz olmuş. İşte 12 Kasım 2024’te kırk yaşına basacak Hatful of Hollow albümü beni The Smiths ile tanıştıran, bu grubu hayatımın bir parçası yapan o albüm oldu.
Hatful of Hollow
The Smiths şarkılarında Morrissey‘in yoğun aksanının arkasında birçok mesaj yatar. Her şarkı başka bir hikâye anlatır. Hatful of Hollow albümü de on altı parçasında farklı temalara değinir ve yeni duygular uyandırır. Johnny Marr‘ın gitarının tellerinden yayılan tınılar ruhumu sararken Andy Rourke‘un bas gitarından ve Mike Joyce‘un baterisinden gelen ritimler kalp atışlarımı takip eder sanki. Bence bunun sebebi albümün The Smiths’in müzik kişiliğini filtresiz yansıtmasıdır. Morrissey’in sesini korkusuzca kullandığı şarkılardan oluşur albüm.

Alternatif rock veya post-punk albümün tarzı olarak belirtilir. Hızlı ve hareketli melodiler yerini gerçeklik dolu sözlere bıraktığından tek bir tarzı olduğu söylenemez albümün. Albüm kapağı ise çokça konuşulan başka bir konudur. Albümün kapak fotoğrafı, Fransa’da ünlü bir kültür dergisi olan Liberation‘ın Temmuz 1983 sayısından kesilmiş bir fotoğraftır. Dergide Fransız yazar Jean Cocteau hakkında bir yazı yer alır. Bu yazının yanında ise Fabrice Collette adlı bir hayranın Hatful of Hollow albümüne kapak olan fotoğrafı vardır. Bu fotoğrafta Fabrice Collette’in Cocteau’nun çizimlerinden birini yaptırdığı dövme de görünür. Bu hayranın fotoğrafı albüme kapak olsa da ilerleyen yıllarda dövme fotoğraftan çıkarılmıştır. Albümün adı olan Hatful of Hollow ise içi boş bir zihin anlamına geliyor.

The Smiths’in 12 Kasım 1984‘te piyasaya sürülen ikinci albümü Hatful of Hollow, on altı şarkıdan oluşur. Bu şarkılar, grubun radyo kanallarında söylediği şarkılardan, yayımlanmamış kayıtlardan ve coverlardan oluşur. Bu açıdan bakınca albüm belirli bir tema üzerinde ilerlemesi açısından planlanmamıştır. Buna rağmen bir araya getirilen şarkılar Hatful of Hollow’u The Smiths’in en iyi albümlerinden biri hâline getirmiştir. The Smiths albümleri hakkında bir şeyler okuduğumda hep Hatful of Hollow ve The Queen is Dead albümlerinin kıyaslandığını görüyorum. Peki gerçekten hangisi en iyi albüm? Albümü bir bütün olarak ele alırsak bence Hatful of Hollow, The Smiths’in karakterini özgürce yansıttığından en iyi albüm. Ancak The Queen is Dead ise grubun en iyi şarkılarını barındırıyor içerisinde. Biraz abartılı bir örnekle ele alırsak insanların iki çocuğu arasında seçim yapamadığı gibi ben de bu iki albüm arasında seçim yapamıyorum. Ancak ilk göz ağrısı gerçeği de göz ardı edilemiyor. Hatful of Hollow da benim ilk göz ağrım.
William, It Was Really Nothing
The rain falls hard on a humdrum town
(Yağmur sıradan şehre hızlı bir şekilde yağıyor)
This town has dragged you down
(Bu şehir seni içine çekti)
…
And everybody’s got to live their life
(Ve herkes kendi hayatını yaşamak zorunda)
And God knows I’ve got to live mine
(Ve Tanrı biliyor ki ben de kendiminkini yaşamak zorundayım)
Bu sözlerle açılıyor albüm. Johnny Marr ve Morrissey tarafından yazılan şarkı, albümün sıradan bir aşk albümü olmayacağını ilk anda hissettiriyor. Hangi şehirde yaşarsak yaşayalım, Kuzey İngiltere’nin orada yaşayanlara hissettirdiği boğuk havayı zaman zaman hepimiz hissederiz. Her günün aynı geçtiği sıradan şehirde herkes bir şekilde hayatını yaşamalıdır. Ancak şarkıda geçen “got to” ifadesi yaşamak zorunluluğunu, bunun istek olmadığını belirtir. Şarkının devamında ise her güne mutsuz uyanan, evliliği istememesine rağmen buna ikna edilmesi anlatılır. İşin ilginç yanı ise genelde kadınların istemediği evliliklere ikna edildikleri dünyada, erkeklerin de bunu deneyimleyebileceğine değiniyor grup.
Bu noktada bazı teoriler devreye giriyor. Morrissey’in bahsettiği William’ın Kuzey İngiltere’de doğmuş olan William McKenzie olduğuna inanılıyor. Morrissey’in William’a yazdığı bu şarkı ise yaşadıklarının gerçek olduğunu, eşcinsel olmasına rağmen küçük şehrinden bir kadınla evlenmek durumunda olduğuna değindiğine dair teoriler var. Özellikle “William, William, it was really nothing. It was your life.” sözlerinin geçtiği nakaratta Morrissey, William’a yaşadığı eşcinsel ilişkilerin anlamsız olmadığını ve bunun onun hayatı olduğunu anlatıyor. Şarkının melodisinin aksine William’a bir isyan ve bir çağrı bulunuyor şarkının sözlerinde.
What Difference Does It Make?
All men have secrets and here is mine
(Her erkeğin sırları vardır ve işte benimki)
…
Heavy words are so lightly thrown
(Ağır sözler pervasızca söylendi)
But still I’d leap in front of a flying bullet for you
(Ama senin için hala yağan bir kurşunun önüne atlayabilirim)
Albümün ikinci şarkısı “What difference does It make?” baterinin daha net duyulduğu ve Morrissey’in sesinin tüm sınırlarını zorladığı bir şarkı olarak karşımıza çıkıyor. Şarkı yine melodisi hareketli olmasına rağmen aralarda verilen gitar sololarıyla sözlere uygun hüzünlü havayı yakalıyor. Şarkının ne anlattığını anlamak hiç de zor değil aslında. Ne kadar ağır sözler söylenirse söylensin aşkın ölümü bile göze alabileceği şarkı sözleriyle somutlaşıyor.
These Things Take Time
But I can’t believe you’d ever care
(Hiçbir zaman umrunda olmayacağına inanıyorum)
And this is why you will never care
(Bu yüzden hiçbir zaman umrunda olmayacak)
Bazen çabalarız, uğraşırız, didiniriz ama karşımızdaki hiçbir zaman umursamaz. Hatta biz ne kadar çok çabalarsak karşıdaki bir o kadar umursamaz. İşte albümün üçüncü şarkısı “These Things Take Time”, tek taraflı bir ilişkinin daha çok önemseyen tarafın bakış açısından anlatılıyor. Sözlerdeki en acı kısım ise karşı tarafın hiçbir zaman anlatıcı kadar önem vermeyeceğini bilmesinden kaynaklanıyor. “Oh, the alcoholic afternoons / When we sat in your rooms / They meant more to me than any / Than any living thing on earth (Ah, alkollü öğleden sonraları / Senin odanda oturduğumuzda / Onlar benim için daha anlamlıydı / Herhangi birinden, dünyadaki herhangi bir canlıdan daha anlamlı)” sözleri ise beni en çok düşündüren sözler oldu. Birlikte geçirilen en ufak anın bile diğer her şeyi önemsiz kılabildiğini hatırlattı.
This Charming Man
When in this charming car
(Bu çekici arabanın içindeyken)
This charming man
(Bu çekici adam)
Why pamper life’s complexities
(Hayatın karmaşıklığını sorgulamak neden?)
When the leather runs smooth on the passenger seat?
(Yolcu koltuğundaki deri pürüzsüzken)
Albümde en sevdiğim şarkılardan biri “This Charming Man”. Bir dağın başında genç bir adamın bisikleti parçalanır. Yolunu yürüyerek tamamlarsa “gerçek bir adam” olacağına inanır. Yürürken bir araba durur ve içindeki adam, genç adamı arabasına alır. Arabayı süren adam şarkıya da başlığını veren the charming man yani çekici adamdır. Çekici adam, genç adama hayatı sorgulamanın böyle bir arabaya sahipken gereksiz olduğunu anlatır. Bu noktada genç adam ve çekici adamarasındaki tek fark yaş değil sınıfsal fark olarak da karşımıza çıkar. Şarkının ilerleyen kısımlarında ise çekici adam ve genç arasında romantik bir konuşma geçer. Bu konuşmada genç, akşam dışarı çıkacağını ancak giyecek uygun bir şeyi olmadığını söyler. Çekici adam ise bu kadar yakışıklı birinin iyi görünmek için şık kıyafetlere ihtiyaç duymayacağını belirtir. Şarkının hikâyesini düşündükçe bana sanki genç adam ve çekici adamın yolculuğunda arabadaki kasette “This Charming Man” şarkısı çalarmış gibi gelir.
How Soon Is Now?
So you go and stand on your own
(Gidersin ve tek başına durursun)
And you leave on your own
(Tek başına orayı terk edersin)
And you go home and cry
(Ve eve gidip ağlarsın)
And you want to die
(Ve ölmek istersin)
Albümün 6 dakika 48 saniye ile en uzun şarkısı olan “How Soon Is Now?” sözü, melodisi ve bütünüyle Hatful of Hollow’un en sevdiğim şarkısı. Yedi dakika bir yana bir saat olsa da sonuna kadar dinleyeceğim bir şarkı. “I am human and I need to be loved / Just like anybody else does (Ben insanım ve sevilmeye ihtiyacım var / Diğer herkes gibi)” sözlerini Morrissey gibi içten söyleyesim gelir çoğu zaman. Bir yandan da Morrissey’in kalbinden gelen dürüst cümleler olduğundan onunla bağ kurduğumu hissederim sanki. Morrissey; ünlü olmasına rağmen ne kadar utangaç olduğunu, sevilmeye ne kadar ihtiyaç duyduğunu, yalnızlığın onu ne kadar yaraladığını anlatır. Gerçekten de her insan derinden sevilmeye, sevildiğini hissetmeye büyük bir arzu duyar. Bu arzuya dair umudu tükendiğinde ise yaşamanın anlamsız olduğunu düşünür. Hangimiz bu isteği karşılamak için yaşamıyoruz ki?
Handsome Devil
You ask me the time but, I sense something more
(Bana saati soruyorsun ama ben daha fazlasını seziyorum)
And I would like to give you what I think you’re asking for
(Ve sana, benden istediğini düşündüğüm şeyi vermek istiyorum)
“Handsome Devil” başlığına tamamen uyan bir melodiye sahip. Handsome Devil yani yakışıklı şeytan, bir otorite figürü olarak karşımıza çıkıyor. The Smiths’in diğer şarkılarındaki gibi Morrissey’in kime hitap ettiğini anlayamıyoruz. Hatta şarkının başında geçen sokak, bir sokak yerine tüm sokaklara hitap ediyor. Saati sorduğu adamın flört etmeye çalışması ise her ülkede, her sokakta yaşanabilecek bir olay olduğundan albümün altıncı şarkısı uluslararası bir nitelik taşıyor sanki. Şarkının sonunda ise yakışıklı şeytanın bir eğitimci olduğunu anlıyoruz. Bu kişi hayatın sadece kitaplarla sınırlı olmadığını ve birçok rengin daha olduğunu belirtiyor.
Hand in Glove
No, it’s not like any other love
(Hayır, diğer hiçbir aşk gibi değil)
This one is different, because it’s us
(Bu farklı, çünkü bu biziz)
“Hand in Glove” albümün başından beri beklediğimiz umut dolu ilişkiyi sonunda bize sunuyor. Morrissey, diğer yarısını buluyor da diyebiliriz. Hand in glove terimi aslında çok yakın bir ilişki içinde olmak anlamına geliyor. Morrissey de bu kadar yakın bir ilişkide olduğu kişiye, kabuğundan çıkması için yazmış sanki şarkıyı. Ona desteğini ne kadar çok hissederse o kadar ileriye gidebileceklerini, insanlar gülse bile umurunda olmadığını anlatıyor. Eğer bu şarkı bana yazılmış olsaydı başka hiçbir şey üstüne geçemezdi sanırım. Ancak o son üç cümle olmasaydı… Morrissey, şarkının sonunda o kişiyi bir daha muhtemelen hiç göremeyeceğini söylüyor. O’nun bulduğuna inandığımız aşkının ne kadar yalvarırsa yalvarsın korkaklığına yenileceğini anlıyoruz.
Still III
But we cannot cling to the old dreams anymore
(Eski hayallere tutunamayız)
No, we cannot cling to those dreams
(Hayır, o hayallere tutunamayız)
“Still III”, The Smiths’in tarzı olmayan “country” türünde bir melodiyle başlıyor. Ardından ortadan kaybolan bu melodi ilk dinlediğimde şarkının gruba ait olup olmadığını düşünmeme neden oldu. Şarkı Morrissey’in eşcinsellik ve toplum arasındaki çatışması hakkındaki fikirlerini ele alıyor aslında. Toplumun kalıplaşmış fikirlerinden uzaklaşıp, eşcinselliğe bakış açısını değiştirmesi gerektiğini söylüyor. Bunun yanında Morrissey, eşcinselliğin bir seçim olup olmadığını da sorguluyor.
Heaven Knows I’m Miserable Now
I was looking for a job and then I found a job
(Bir iş arıyordum sonra bir iş buldum)
And heaven knows I’m miserable now
(Ve cennet biliyor ki şu an sefil haldeyim)
…
In my life, why do I give valuable time
(Hayatımda neden değerli vakit ayırıyorum)
To people who don’t care
If I live or die
(Yaşadığım veya öldüğüm umrunda olmayan insanlara?)
…
In my life, why do I smile
(Hayatımda neden gülümsüyorum)
At people who I’d much rather
Kick in the eye
(Gözlerine tekme atmayı tercih edeceğim insanlara?)
Bence “Heaven Knows I’m Miserable Now” şarkısı üç önemli noktaya parmak basıyor. Üç nokta da birbirinden çok gerçeklik içeriyor. Biraz abartırsak sosyolojik gözlemlere dayandığı bile söylenebilir. İlk olarak Morrissey bir iş aradığını ve bu işi bulduğunda sefil bir hâle düştüğünü söylüyor. Çalışmaktan zevk alan bir insan olarak ben bunu farklı yorumluyorum. Burada bahsettiği iş, yeni bir heyecan bence. Depresyondan veya monotonluktan bunalmış ruh yeni bir heves ediniyor, bu hevesi elde edince ise hiçbir şeyin değişmediğini fark ediyor. Bence birçoğumuzun yaptığı ortak hatalardan biri bu. Yeni bir kıyafetin, işin veya eşyanın tüm mutsuzluğumuzu gidereceğine ve her şeyin düzeleceğine inanıyoruz. Ancak Morrissey’in dediği gibi eski sefaletimiz geçmiyor. Daha sonra Morrissey, onu umursamayan insanlara verdiği değerden dem vuruyor. Bunu ilk defa fark etmişçesine sorguluyor. Gerçekten de nefes alıp almadığımız umurunda dahi olmayan insanlar için çoğu zaman kendimizden ödün bile veriyoruz. Son olarak, bunun tam aksine değiniyor Morrissey. Kimi zaman da sevmediğimiz hatta öfkeli olduğumuz insanlara sahte bir gülümseme ile yaklaşıyoruz. Morrissey ise insanların bu iki yüzlülüğünü kendi üzerinden kabul ederek büyük bir cesaret örneği gösteriyor.
This Night Has Opened My Eyes
Oh, save your life
Because you’ve only got one
(Hayatını kurtar çünkü sadece bir hayatın var)
…
This night has opened my eyes
(Bu gece gözlerimi açtı)
And I will never sleep again
(Ve bir daha asla uyumayacağım)
İşte beni The Smiths ile tanıştıran o şarkıya geldi sıra. “This Night Has Opened My Eyes”dinlediğim ilk günden beri nakaratı ve melodisiyle derinden etkiliyor beni. Uzun bir hikâye anlatılıyor şarkıda. Ancak beni en çok etkileyen iki yer oldu. Tek bir hayatımız olduğu ve o hayatı yaşamamız söylenir hep. Ancak hiçbir zaman o hayatı kurtarmamız gerektiği söylenmez. Belki de hepimiz hayatta birçok sorunla karşılaşırız ve o sorunlardan kendimizi kurtararak yaşarız. Bunun yanında bir daha asla uyumayacak olma konusu var. Morrissey burada, gerçekliklerin ve yaşamın korkunçluklarının kaçırdığı uykulardan bahsediyor. Bu bana çocukken başını yastığa koyar koymaz uyurken büyüyünce dertlerden uyuyamayan insanları yani hepimizi anımsattı.
You’ve Got Everything Now
But I’ve never really heard you laugh
(Ama senin hiçbir zaman gerçekten güldüğünü duymadım)
So who is rich and who is poor?
(O zaman kim zengin ve kim fakir?)
Çok parası, mükemmel bir işi, harika bir ailesi ve kusursuz bir evi olan bir insan neden mutsuz olur ki? Küçükken bu soruyu çok sorardım, zengin mutsuzları çok yargılardım. Aslında öyle değilmiş. İnsan, milyoner olup çok mutsuz veya işsiz olup çok mutlu da olabilirmiş. Yani çok olmasa da mutlu olabilirmiş. Morrissey de biten bir arkadaşına ironik sözlerle sesleniyor. Eski arkadaşına onun her şeyi olduğunu, kendisini iş aramadığı için hayatını mahvettiğini söylediği günleri hatırlatıyor. Ancak şimdi kendisinin mutlu ve arkadaşının mutsuz olduğunu belirterek hayattaki mutluluğun paradan geçmediğini belirtiyor.
Accept Yourself
Anything is hard to find
(Her şey, bulması zor)
When you will not open your eyes
(Gözlerini açmadığın zaman)
When will you accept yourself?
(Kendini ne zaman kabulleneceksin?)
Her yerde duyarız “kendini sev, kendini kabul et” sözlerini. Her zaman kolaymış gibi gelir söyleyenlere. Ama Morrissey bunu söylemek yerine sorar, ne zaman kendini kabulleneceğini. Bunu öylesine de söylemez. Hayatta yanlış giden her şeyin nedeninin umutsuz bir bakış açısına sahip olmaktan ve kişinin kendisiyle barışık olmamasından kaynaklandığını söyler. Bence de Morrissey haklı, önümüzdeki en büyük bariyer kendimize karşı yaptığımız yargısız infazlar. Ayrıca şarkının melodisi, Morrissey’in sözlerinin dinleyeni yargılamadığını, daha çok desteklediğini hissettiriyor.
Girl Afraid
I’ll never make that mistake again
(Bir daha o hatayı yapmayacağım)
“Girl Afraid” albümün en önemli parçalarından biri bence. Morrissey sözlere başlamadan geçen elli saniyede dahi şarkının The Smiths’e ait olduğunu anlayabiliyorsunuz. Bu nedenle müzikal anlamda grubun kimliğini yansıtan en önemli parçalardan biri. Bunun yanında şarkı iki farklı bakış açısı taşıması bakımından da önemli bence. Kız, tüm imkânları sunup sinyalleri göndermesine rağmen erkeğin onunla asla ilgilenmediğine inanıyor. Buna inanırken de bir daha asla o hatayı -birinden hoşlanmak- yapmayacağını söylüyor. Aynı anda erkek de kıza ilgili olsa da kızın bir daha o hatayı yapmayacağını söylemesi nedeniyle korkuyor. Aslında bu hikâye her gün yaşadıklarımızın kısa bir özeti şeklinde şarkıya giriyor. Her gün, karşımızdaki ile konuşmak yerine farklı izlenimler bırakıyor ve sormadan inanıyoruz.
Back to the Old House
I would rather not go
Back to the old house
(Eski eve gitmemeyi tercih ederim)
There’s too many bad memories
Too many memories there
(Orada çok fazla, çok fazla kötü anı var)
“Back to the Old House” için melodisi de en az sözleri kadar hüzünlü bir şarkı diyebiliriz. Albümde ilk defa bu şarkıda klasik gitar devreye giriyor. Şarkıları sırayla dinlerken bu şarkıdaki hüzün dikkati birden tekrar müziğe topluyor. Gerçekten de Morrissey sözleri söylerken hüznü hissettiriyor. Şarkıdaki old house yani eski ev bitmiş bir ilişkinin metaforu aslında. Morrissey, bitmiş ilişkiye dönmek istemiyor çünkü kötü anıları baskın geliyor. Bence eski ilişkilerin yanında gerçek anlamıyla eski bir eve de dönülmek istenmeyebilir. Orada geçen kötü günler en az bir ilişki kadar yara açıcı olabilir.
Please, Please, Please Let Me Get What I Want
Haven’t had a dream in a long time
(Uzun süredir bir hayalim olmadı)
İki dakikalık bu şarkı albümün kapanışı için kusursuz bir seçim. Yine klasik gitar kullanılmış ancak The Smiths’in müzikal imzasını da şarkıda yakalıyoruz. Bir veda şarkısı gibi gerçekten de şarkı. Tanrı’ya bir yakarış olduğundan, son bir çare arayışı olarak yorumluyorum ben. Kısa bir parça olmasına rağmen en sevdiğim The Smiths şarkılarından biri. Şarkının sözleri spiritüel bir hava taşıyor. Tanrı’nın çizdiği kaderin Morrissey’in kaleminden çıkan anlatıcıyı kötü bir insana döndürdüğünü, ama şimdi bir defalığına istediğinin gerçekleşmesini yakarıyor. Kimileri karakterlerinde yaşadıkları değişimleri, başlarına gelen kötü olayları Tanrı’nın bir planı veya şanssızlıkları olarak nitelendirirler. Şarkıdaki anlatıcı da bunu yapmaktadır. Ama gerçekten de öyle midir? Kaderlerimiz üzerinde söz hakkımız var mıdır?
Kaynakça
“Who are The Smiths’ album and single cover stars?”. Radio X. Web. 23.08.2024
“The Smiths – Hatful of Hollow Lyrics and Tracklist”. Genius. Web. 23.08.2024