”Erkekler, bir kadını Demir Tahtta göreceklerine tüm krallığı ateşe vermeyi yeğler.”
Sepya dumanların altında etkileyici bir giriş karşılıyor bizi. Kameranın arkasından iç gıdıklayıcı ve cüretkar bir mizansene bakıyoruz. Sonrasında hemen değişen sahnede Targaryen Hanesinin sözü olan ”Fire and Blood” yani ”Ateş ve Kan”a atıf yapılırcasına bardağa dökülen şarap görüntüsüyle hikayeye giriş yapıyoruz.
Konsey yeni bir Lord kumandan seçmek için toplanır. Basamaktaşı denilen yerde, Yengeç Yemcisi isimli biri Valeryon mürettebatına ve gemilerine zarar verdiği için, Corlys Velaryon‘un Özgür Şehirlere savaş açmak istediğini öğreniriz. Kral Viserys I‘in bu fikre karşı olduğunu ve böyle bir savaşa girmek istemediğini anlıyoruz. Şimdilik saki rolüne bürünmüş olan, ama geleceğin kraliçesi olma yolunda emin adımlarla ilerleyen Rhaenyra konseyin toplantısına fikirleriyle dahil olur. Özgür şehirlere ejderhaların gönderilmesini önerir. Kabul edilen önerisi üzerine ona eşlik etmesi için bir şövalye seçmesi istenir. Hikayenin geleceğinde önemli rollerde göreceğimizden emin olduğumuz Sör Criston Cole‘u ona eşlik etmesi için seçer.
Diziyi izlerken, konseyden birileri ağzını açıp fikir beyan ettiğinde, klasik taht oyunlarının içinde olduğumuzu unutmuyoruz, her seçimin politik olduğunu ve alınan her kararın geleceği inşa etme yolunda koyulan birer tuğla olduğunu hatırlıyoruz.
Rhaenyra’nın en iyi belki de tek arkadaşı olan Alicent Hightower‘ı krala arkadaşlık ederken görürüz. İkinci bölümün, birinci bölümün bittiği yerden başlamadığını, olanların üstünden altı ay geçtiğini öğreniriz. Kızıl Kale’de kraldan yeni bir eş seçmesi beklentisi açık şekilde ifade edilir. Yeni bir eş, yeni varisler demektir. Kralın tek varisinin Rhaenyra olması ve onun da kadın olması taht için yeterince iyi bir seçim olarak görülmez. Kralın yeni erkek varislere ihtiyacı vardır. Bunun Westeros‘u gelecekte karşılaşacağı varis sorunundan kurtaracağı gibi, Targaryen Hanesinin gücüne güç katacaktır.
Rhaenyra babası tarafından tahtın varisi seçilmesine rağmen, babasının onu mecburiyetten varis olarak seçtiğini düşünür.
”Beni seçmedi, Daemon’u reddetti.” sözleriyle bunu açıkça dile getirdiğini söyleyebiliriz.
Kadınların duygularının hiçbir koşulda önemsenmemesine ve kadınları damızlık olarak görmelerine tanıklık ediyoruz. Soylu kadınların değer olarak ve ifade ettikleri konum olarak sıradan halktan bir farkının olmadığını görüyoruz. Hatta krallığın daha güçlü olması uğruna dünyaya getirilen varisler için konak olmaktan başka rolleri yok bile denilebilir.
Krallıklarda sadece kralın tahtına değil, kraliçenin tahtına da göz dikilir. Kral olmak önemli, ama bir sonraki kralı doğuracak kişi de en az kralın varlığı kadar krallığa hizmet eden bir konum diyebiliriz. Karga, aslan, geyik… İsimler, haneler, armalar değişse de istenen şey değişmiyor: Demir Taht.
Diziyi izlerken ünlü ejderha Balerion‘un son binicisinin Kral Viserys I olduğunu öğreniyoruz. Balerion Westeros tarihinde bilinen en büyük ejderha olarak geçiyor. Kafatası da Kızıl Kale’nin duvarları arkasında sergileniyor. Targaryen Hanesinin gücünü temsil etmesi ve kimseye unutturmamak için de orada durduğunu düşünebiliriz.
Otto Hightower için şunları söyleyebiliriz: Belki de Yedi Krallığın gördüğü en iyi Kral Eli olabilir. Sakin yapısı, öngörülü oluşu, kralı zekice yönlendirmesiyle krallığın gelecekteki varisinin onun kanından olacağını da garantilemiş diyebiliriz.
Kameranın yönü Ejderha Kayası’na döner. Ejderha Kayası’nın puslu havası seyirciyi büyüler. Pusların içinden çıkıp gelen bir Targaryen Prensi de o büyüleyici etkinin tuzu biberi olur.
Prens Daemon Targaryen‘in gözü karalığı, ihtirası, damarlarında akan ejder kanı gibi özellikler onu inanılmaz etkili bir karakter yapıyor. İzlerken belki de en keyif alınan sahneler onun görüntüsünden çıkanlar diyebiliriz. Dizinin ilk bölümünde gördüğümüz etkileyici ejderha zırhıysa, onu Targaryenler arasında seyircinin gözünde ilk sıraya yerleştiriyor.
Diziyi izlerken, akıbetinin ne olacağı belli olmayan kişi konumunda olan Daemon karakteri , Game of Thrones‘ta yaşanan; sevilen ve beklenmeyen karakter ölümlerini hatırlatıyor. Burası Westeros… Burası Yedi Krallığın Başkenti… Ve kimin diziye veda edip etmeyeceğini kestirmek önden imkansız. Game of Thrones’un bu kadar sevilmesinin en büyük nedenlerinden biri de karakter akıbetinin her daim saklı kalmasıydı. Aynı durumlar House of the Dragon için de geçerli olacaktır.
Puslu gökyüzünün altında arka arkaya çekilen kılıçların görüntüsü kanımızı kaynatır ve bu durum bununla bitmez. Kameraya kusursuz görünümlü bir ejderha girer. Gözü kara bir ejder binicisi, damarlarında ejderha kanı taşıyan ve kılıcını size doğrultmuş bir Targaryen Prensine eşlik eden sadık bir kan ejderhası…
Tüm bu ihtişamlı ve dehşet verici görüntünün karşısında kılıç sallamak, mücadeleyi kaybetmeyi göze almak sayılabilir. Ancak Prensin gözü ne kadar karaysa, Otto da bir o kadar öngörülü ve zeki bir Kral Eli diyebiliriz.
Demir Taht Mı, Yoksa Kan Ortaklığı Yaptığın Biricik Aşkın Mı?
Hiç beklenmedik bir anda, altın renkli ejderhasıyla pusları delip geçen Rhaenyra’nın sahneye dahil olmasıyla izleyiciye bu muhteşem seyir zevkini yaşatan görüntüler için ”Ejderhaların Dansı” diyebilir miyiz? Bu gösterişli güce tanık olduktan sonra Targaryen Hanesinin karşısında kim hak talep edebilir ki?
Hayatının aşkının karşısında durduğu bir adama; varlığını taht için tek engel olarak belirtip, kendisini öldürmeden tahta oturamayacağını söyleyen bir kadın karşısında Prens ”serseri” Targaryen de olsa ne yapabilir ki?
Taht için yanıp tutuşmak bile gerçek aşkın karşısında bir engel sayılmayabilir. Kimsenin dize getiremediği bir adamı dudaklarından çıkan bir çift sözle ikna etmeyi başarabilmenin bir liderlik yeteneği olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.
Ejderhalar, House of the Dragon döneminden yıllar sonrasını anlatan Game of Thrones’ta bir anda ortaya çıkarak nefes alan herkese korku salmayı başarmışlardı, ancak ejderhalar Targaryen Hanesinin vazgeçilmezi oldukları bu dönemde bile varlıklarıyla dehşet ve korku saçmayı başarıyorlar. Onların varlığı, adları ve kanat çırpışları her dönem için büyüleyici bir detay olarak adlandırılabilir.
Targaryen Hanesi, Yüzüklerin Efendisi evreninde imrenilen elfleri andıran görüntüleri, sahip oldukları ejderhalar ve kanlarında akan güç sayesinde; seyirci için etkisinden çıkılmayacak bir aile olarak göz dolduruyorlar. Öyle kusursuz bir imaj çiziyorlar ki; onların bulunmaz tüm özellikleri onları yaşayan herkesten ayırmayı başarıyor. Dolayısıyla seyirci olarak, onların dünyanın tepesinde oturmayı hak ettiklerine kolaylıkla ikna oluyoruz.
Bu bölümde kralın Alicent Higtower’la olan sohbetleri sırasında, henüz kraliçesini altı ay öncesinde kaybetmesine rağmen, Alicent’e olan tavırlarından ona aşık olduğunu anlayabiliyoruz. Bu sohbetleri ayarlayanın Otto olduğunu düşünürsek, zaten sonucunun buraya varacağını da tahmin etmiş olmamız doğal karşılanabilir. Kralın, krallığın daha güçlü bir konumda olması için Valeryon Hanesinin küçük kızıyla evlenmek istememesini de insancıl buluyoruz. Valeryon Hanesi, Targaryen Hanesi gibi Valyria soyundan geliyor. Ayrıca Yedi Krallık içindeki en zengin aile olarak biliniyor. Su Yılanı lakaplı hanenin başındaki Corlys Velaryon’un kızının kralla evlenmesini istemesinden doğal ne olabilir ki?
Peki bu durum bizlere Game of Thrones evreninden tanıdık geliyor mu?
Lannister ailesinden Cercei‘yle, Baratheon ailesinden Kral Robert‘ın evliliği aynı sebeplerle gerçekleşmişti. Sonunun pek de iyi olmadığını biliyoruz.
Kılıçlarla donatılmış Demir Taht çok kanlıdır. İnsan hayatına susamışlığı sayesinde zaman zaman kendisi için kurbanlar ister. Bu kurbanlar da genellikle tahta gözünü dikmiş soylular ya da hali hazırda tahtın üstünde oturanlardır. Tüm bu düzen üzerine kurulmuş olan taht oyunları döne döne sonuca ulaşır. Dökülen kan sayesinde beslenir ve hep daha güçlü olarak yoluna devam eder. Bu uğurda can verenlerse sistemin işlemesinin sonucudur.
Targaryen Hanesinden olan ve ejderha kanı taşıyanların asi bir ruhu olduğuna Game of Thrones dizisinden aşinayız. İtaatsizlik Targaryenlerin kanında var; çünkü onlar hükmedilmek için değil hükmetmek için yaratılmışlar. Tüm baskıya rağmen 12 yaşında bir çocukla evlenmenin iyi fikir olmayacağını zikreden bir kral yüzümüzü aydınlatıyor. Yüzyıllar öncesinde bile… Bir kralın yeri geldiğinde istemediklerinin bile sahibi olması aslında oldukça büyük bir yük diyebiliriz.
Viserys, bir baba olarak değil de kral olarak davrandığı zamanlarda kızı Rhaenyra’yı sözleriyle yaralayabiliyor. Baba olarak kızı için endişelenmek yerine, kral olarak varis kaybından bahsetmesi bir evlat için duymaktan mutlu olunacak detaylar değildir şüphesiz. Yine de tüm asi Targaryen kanlarına rağmen, tahtta Viserys gibi barışçıl ve sağduyulu birini görmek çok daha rahatlatıcı diyebiliriz. Aksi takdirde deli bir kralın insan yakmasına bile şahit olunabiliyor.
Ejderhalar Targaryen Hanesinin kandaşları oldukları için, onların zaman içinde yok olmaya başlamalarının nedeni olarak; güçlerini birbirlerinden aldıkları söylenebilir. Biri varken diğeri de güçlü, biri yokken diğeri de yok olmaya mahkum ne yazık ki.
Kanın kanı desteklediği, gücün güç kattığı ve tanrıların dokunuşunun üstlerinde olduğu bir aile… Yedi Krallığın yöneticisi ve koruyucusu konumunda beyaz saçlarıyla parıldayan bir soy…
Bir kralın sadakatinin ilk önce yönetiminde olduğu krallığa, sonra kendisine ve ailesine ait olduğu zamanlar…
Kral Viserys Yedi Krallığın sahibi olmasına rağmen; aileden gelen kan ve sahip olduğu para, güç, imtiyazlar sayesinde kralın karşısında rahatlıkla itiraz edebilen Su Yılanı’nın, Otto gibi zeki ve incelikli çalışan bir akla sahip olan, profesyonel bir devlet adamı karşısında şansı ne olabilir ki? Herkes olabilirsin, ama kral değilsen itaat etmek zorundasın. Üstelik kralın bir Targaryense, ustalıklı bir sessizlikle kralın tüm kararlarına boyun eğmelisin.
Ve tabii söz konusu taht oyunlarıysa; yönetim şekillenirken, bir ittifak bozulurken yeni bir ittifak kurulması olabilecek en doğal şeydir diyebiliriz.
Corlys Velaryon: ”Biz Krallığın ikinci evlatlarıyız Daemon.”
Tyler Durden: ”Biz tarihin ortanca çocuklarıyız.”
Bu cümleler sinema ve dizi tarihinin en akılda kalıcı savaşlarını başlatan cümlelerinden sayılabilir.
Alt metni çok kuvvetli, hikaye içinde hikayeler anlatan ve karakter gelişimiyle, House of the Dragon için bir diziden beklenenden çok daha fazlası diyebiliriz.
House of the Dragon’ın, henüz ikinci bölümü bile yayımlanmadan ikinci sezon onayını aldığını da belirtelim.