İnsanlık Halleri: Montaigne ve İnsan

spot_img

? Bu yazı Öznur Aydın tarafından editörün seçimi arasına girdi ?

Mesleğinin de, sanatının da yaşamak olduğunu söyleyen Montaigne, insan yaşamını kendisi üzerinde irdeliyor ve yüzyıllardır tüm insanlığa sesleniyor.

 

”que sais je?” (ne biliyorum?)

Montaigne bu soruyu kendine sorduğunda, hayatında köklü bir değişim yaratacağını bilmiyordu. Dış dünyaya kendini kapattı ve hayatının geri kalanını bu soruyu kendine sorarak geçirdi. Yazmaya ise böyle başladı. Yazdığı her şeyde kendisinden yola çıktı; yazdıkça da kendisinden bir şeyler buldu. Yazması ise bir çeşit kendini tanıma süreciydi. Bunun sonucunda ise o çok bildiğimiz, yüzyıllardan beri geçerliliğini koruyan ”denemeler” klasiği ortaya çıktı. Denemelerinde, kendi benliğinden yola çıkarak tüm insanlığın benliğine inmeye çalıştı. Günümüzde de geçerliliğini koruduğu görülen evrensel insanlık hallerini yazdı.

 

Kendini Tanı

”Herkes kendisi için bir derstir. Dersim başkalarına değil, kendime.” diyen Montaigne, bu dersin insanın kendisini yakından tanımayı bilmesiyle ilgili beceri olduğunu da ekler. Yani insan sadece kendisiyle uğraşmalı, kendisine kafa yormalıdır. Bildiklerini tekrarlamaktan ziyade, ne kadar biliyorum sorusunu kendine sorduğu zaman yanıtlarını genişletebilmelidir. Kendini çok bilen insan çok anlatır, kendini tanımayandan ise kendisini anlatması beklenemez. Günümüzün aksine, Montaigne bunu bencillik olarak görmez. Aksine takdir edilesidir çünkü; yalnızca kendini çok iyi tanıyan bir insan kendini anlatır. Kendini olduğundan aşağı göstermek tevazu değil anca aptallıktır. Fazla göstermek ise gururdan değil yine aptallıktandır. İnsan önce kendini tanımalıdır, iyisiyle kötüsüyle, neyim ve ne değilim diyerek, en temeli budur.

 

İnsan İlişkileri 

Montaigne, insan ilişkilerinde temel olarak dostluk yüceliğinin altını çizer. Bugünün dostluklarına nazaran, karşılıklı çıkar beklentisi olmadan, kişiliğin rol aldığı saf bir ilişkidir bu. Onun dostluk dediği şey, ruhumuzun bir arada olmasını sağlayan derin ilişkiler ve yakınlıklardır. Ruhlar o kadar derinden kaynaşmışlardır ki aradaki bağ görünmez olmuştur. Bu özgün bakış açısıyla beraber, ayrılıklar ilişkideki bağı gevşetmez, aksine güçlendirir. Her gün birbirini görmenin tadı başka, ayrılıp kavuşmanın tadı başkadır. Onun için gözden ırak olan gönülden de ırak değildir, aksine ayrılık da sevdaya dahildir. İster aşk olsun ister arkadaşlık, sürekli beraber olunan ilişki bir süre sonra aşınır ve her iki taraftan da bir şeyler alır. Günümüzde de yaşanan budur aslında; sevginin raf ömrü insanların birbirine olan tahammülünün belirlediği bir tüketim ürünü haline gelmiştir.

 

Mutluluk

Bir şeyin sahibi olmak değil, o şeyin tadına varabilmektir mutluluk. Montaigne, mutluluğa maddiyattan çok manevi anlamlar yüklemiştir. Dünyanın bütün nimetleri olsa neye yarar? Mutluluğun tadına varabilmek için bunu becerebilecek bir ruh gerekir. İnsanın sağlığı ve düşüncesi yerinde değilse, mutluluktan ve mutluluğun hazzından da bir şey anlamaz. Ruhuna dert girmiş biriyle rengarenk ruhlu biri aynı derecede mi tat alır, mutluluğu ulaşır aynı şeylerden? Mutluluk ne kadar kişiliğe göre değişirse değişsin ortak bir şey varsa o da mutluluğu kirletenin dert olduğudur. Montaigne’in mutluluğu da kişinin kendisiyle ilgilidir. Mutluluk ilk önce mutlu olduğunu bilmekle mümkündür. Mutlu olduğu bilincinde olmayan birine mutludur denilebilir mi? Günümüzdeki “cahillik mutluluktur” söylemine bir cevaptır bu. Dert kadar mutluluğu öldüren bir diğer şey de bolluktur. En iyi tat, varlığı özlenilen ve yokluğu hissedilen şeylerden alınır. Bunlara ulaşırken verilen emektedir mutluluk. Ulaştığımız şeyin sürekli varlığıyla da mutluluğumuz yok olur. İşte hayat bu döngüden ibarettir.

 

Vicdan

Vicdan, eylemlerin süzgeçten geçirilen yerdir. İnsan burada kendi kendinedir, bu yüzden en iyi burada sınanır. Ne yaparsak yapalım, vicdanımız da bizimledir. Montaigne’e göre insanı en son terk edecek olan şey vicdandır. Doğumdan ölüme kadar insan, vicdanıyla hesaplaşır. Onu yok saymak anlamsızdır, vicdan hiçbir zaman yok değildir, en ufak bile olsa hep vardır. İnsan vicdanını görmezden gelerek kendini kandırmaya çalışır, çünkü suçluluk duygusu korkusu vardır. Vicdan insana korku verdiği gibi, suçsuzluk durumunda da rahatlık ve güven verir. Kendi vicdanıyla hesaplaşmayı bilen insanı, her iki durumda da korkutacak bir şey yoktur.

 

İnsan Doğası 

İnsan doğası özünde yetersiz olması nedeniyle, doğadaki hiçbir şey sabit ve ilk haliyle değildir. İnsan, işe yarar hale getirmek için geçmişten bu yana değiştirip dönüştürmüştür. Sonuç olarak, yaşadığımız hiçbir şey saf halde değildir, ulaştığımız mutluluk ve zevklerle beraber dert ve üzüntü vardır. Eğlenceyle sıkıntı birbirinden farklı oldukları halde kendilerinden beraberdirler. Aşırı mutluluk azaptır, her şeyin en sonuna gelindiğinde, sınır aşıldığında artık bu keyif değil acı duygusudur. Gülme son sınırına varınca gözyaşlarıyla karışır diye açıklar bu durumu Montaigne. Ayrıca ona göre insan kendini bile bile, seve seve hüzne bırakır. Ruhlar için bazı durumlarda hüzün bir zevk, bir gıda değil midir?

 

Pişmanlık

Montaigne için pişmanlık zayıflık değil gereksiz bir durumdur. Geçmiş, geçmiş ve bitmişti. Olsa olsa hatıraların yaşadığı yerdi geçmiş. Evet, geçmişten ders çıkarmak gerekirdi ama bunu bütün hayatının odağına alarak pişmanlığını yaşamaya ne gerek vardı? Yaşanan her şey hayatın bir parçası, belki de yaşanması gerekiyordu ki yaşanmıştı, kim bilir? Yaşadığın şeyi bir kez yaşarsın, ikinci kez yaşamanın anlamı yoktur, pişmanlık faydasızdır. Ona göre en iyi yaşayan insan, geçmişi ve geleceği dengeleyerek yaşayan insandır. Geçmişte yaşamak, kendini geçmişe hapsetmek, insanın kendini, kendi eliyle cezalandırmasından başka bir şey değildir. Pişmanlıklara yer vermeyerek yaşadıklarını kabul eden insan olgun insandır.

 

Yaşam ve Ölüm

Her insan özünde bir dünyadır. Herkesin kendine ait düşünce ve yaşayış biçimi vardır. Fakat yine de ortak bir yaşam tarzı vardır. Bunların ilki yaşamak için ölümün kafaya takılmayacak olduğudur. Yaşamın tadı ancak ölümü unutarak çıkarılır. İnsan elinde olan şeylerle yaşamalıdır, tıpkı doğmak gibi ölüm de insan dışında gerçekleşen bir şeydir ve bu yüzden dert bile edinilmemelidir. Bizim dışımızda bir şeydir ölüm. Montaigne’in ölüm hakkındaki düşünceleri rasyoneldir. Ölüm insan için dert değildir, bütün dertlerin biteceği yere gitmeyi dert edinmek aptallıktır. İnsan dünyada olduğu sürece kendisine dert edinmesi gereken şey yaşamaktır. Bütün bunları bilmelerine rağmen, ölüm kaygısı yüzünden hayatın tadını alamaz insan. Kaygı ve korkuların hüküm sürdüğü yaşam, sağlıklı değildir. Yüz yıl daha yaşayamayacağız diye ağlamak, yüz yıl önce yaşamadığımıza ağlamak kadar deliliktir. Kaç yıl yaşarsak yaşayalım, ölüm sonsuzdur. Hayatın değeri uzun yaşanmasında ölçülmez, çok uzun yaşayan insanlar vardır, aslında pek az yaşamışlardır.

Her gün gidilen yere mutlaka bir gün varacaksınız, öyleyse şimdilik doya doya yaşamanın keyfini çıkarın!

 

 

 

spot_img
Arşiv
Arşiv
Söylenti Dergi'de geçmiş zamanda yazar olan dostlarımızın eserleri bu hesapta arşivlenmektedir. Yazar onayı olduğu sürece kaynak göstererek kullanmak serbesttir.

1 Yorum

Yorum Yap

Yorum girişi yapınız.
Adınızı girin

Alıntının Hikâyesi: Livaneli’den Aşk, Travma ve Unutabilmek Üzerine

“Aşk, bir uçurum kıyısında gözü bağlı yürümektir.”

Müziğin Kalbinin Attığı O Yer: Royal Albert Hall

1871'de açılan Royal Albert Hall yıllar boyunca birçok sanat etkinliğine tanıklık etmiştir.

İngiliz İç Savaşı: Sebepleri ve Sonuçları

17. yüzyılda İngiltere'de yaşanan iç savaş, kısa bir süreliğine de olsa Cromwell liderliğinde askeri bir yönetimi meydana getirdi.

Anadolu Turnesi: Psikedelik Bir Yolculuğun Sosyolojik Yansımaları

Alternatif rock grubu Venus Music Peace Band'in Anadolu Turnesine dair bir belgesel incelemesi.

Magnum Fotoğrafçısı Elliott Erwitt: Sıradışı Perspektif

Magnum fotoğrafçılarının yeni yazısında Elliott Erwitt'in hayatına ve eserlerine doğru bir yolculuğa çıkıyoruz.

Star Wars Sith’in İntikamı: Bir Trajedinin Epik Kapanışı

Skywalker'ın öyküsü, galaktik düzenin çöküşünü, dostlukların sonunu ve aşkın trajedisini bir kez daha gözler önüne seriyor.

Macbeth Sendromu: Hırsla Yoğrulan Bir Kimliğin Çöküşü

Macbeth Sendromu, bireyin hırs uğruna kimliğini ve vicdanını yitirerek psikolojik çöküşe sürüklenmesini anlatan patolojik bir durumdur.

You’ya Veda: Önceki Sezonda Neler Oldu?

You, beşinci sezonuyla son kez ekranlara gelirken, önceki sezonlarda neler oldu hatırlayalım.

Altı Çizilenlerde Bu Ay: Ahmed Arif | Hasretinden Prangalar Eskittim

Söylenti Edebiyat editörleri, Altı Çizilenler serisinde bu ay, doğum gününde, şiirin aykırı sesi, toplumcu gerçekçiliğin öncülerinden, Türk edebiyatının benzersiz şairi Ahmed Arif'e yer veriyor!

Orta Çağ Avrupası’nda Evlilik, Boşanma ve Eğlence Kültürü

"Ben senin için yaşamayı göze aldım" diyenleriniz varsa, itinayla "Sıkıysa Orta Çağ'da yaşasana" diyebilirsiniz çünkü bu çağda yaşamak sanıldığından çok daha zor.