Norveçli yazar Erlend Loe, biyografisinde de bahsettiği gibi “Gitmesi gereken bütün okullara giden başarı abidelerinin” hayatlarından en az bir kez düşündüğü şeyi Doppler karakteriyle roman evreninde gerçekleştiriyor.
“Ormanlar şahane karanlık ve derin.
Ama tutmam gereken sözler var benim.
Ve uyumadan önce miller boyu gitmeliyim.
Ve uyumadan önce miller boyu gitmeliyim.” – ROBERT FROST
Doppler, iyi bir eğitim almış, okul ve iş hayatı boyunca hep başarılı olmuş, iyi paralar harcayarak evinin onarımını yaptırmış adeta başarı örneğidir. Babasının vefatından sonra geçirdiği bisiklet kazası bazı şeyleri tekrar düşünmesine neden olacaktır. Kazadan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmaz ve orman giderek Doppler’i çağırır.
Erlend Loe, günümüz başarı kriterlerine ve hayat tarzına ağır bir eleştiri yapıyor kitapta. Akıllı olmanın bir ödül ya da ayrıcalık değil şanssızlık olduğunu vurguluyor her seferinde. Öyle ki her fırsatta “Allah, çocuklarımı akıllı olmaktan korusun!” diyor, Doppler. Para vererek aldığımız her şeyin aslında bizi nasıl ele geçirdiğini oldukça ironik bir şekilde bize anlatıyor.
“Sorunun kendinde olduğunu itiraf etmek kolay iş değil. Özellikle de etrafında suçu üstüne almaya hazır başka insanlar varsa.”
Ormanda bir süre yeşilliklerle beslenen kahramanımız ete ihtiyaç duyduğunda geyik avlıyor. Ama o da ne geyiğin bir de yavrusu var. Mecburen de olsa yavrusunun önünde annesini öldürmek Doppler’i derinden sarsıyor. Babasının kaybıyla yavru geyiğin durumunu kendi içinde içselleştiriyor ve ikili arasında özel bir dostluk başlıyor. Öyleki babasının anısına geyiğe Bongo adını veriyor. Buraya kadar her şey normal gelse de aynı Doppler’in kendi çocuklarına karşı oldukça mesafeli olması karakterin kendi içinde çelişmesine neden oluyor.
Orman, ona istediği her şeyi verse de yağsız süte olan ihtiyacı onu ‘alışveriş yapmama’ kuralını esnetmeye zorluyor. Alışveriş merkezi çalışanını takas usulüne ikna etmesiyle bu sorun da çözülmüş oluyor.
“İnsan, kısa ya da uzun bir süre için ormanda yaşamaya ihtiyaç duyuyorsa, bu, onun en doğal hakkı olmalı.”
Ne kadar yalnız kalmayı seçmiş olsa da Düsseldorf’un dostluğu ihtiyaç duyduğu her an onunla oluyor. Kitabın aslında temelinde yatan baba kaybı burada da vurgulanıyor. Düsseldorf, babasının anısına İkinci Dünya Savaşı’na ait devasa bir maket inşa ediyor. Bu Doppler’i de bir süre sonra harekete geçiriyor ve babasının anısına ormana bir totem dikmeye karar veriyor.
Erlend Loe’nun ironik anlatımı Dilek Başak’ın başarılı çevirisiyle birleşince ortaya kısa ama etkili bir roman çıkmış. Doppler’in girdiği her diyalog sizi kendi hayatınızı irdelemeye davet ediyor. Hepimizin zaman zaman düşündüğü doğaya dönüş fikrinin aslında yapılabilir olduğunu hepimize kanıtlıyor aslında. Tabii bunu Doppler gibi çocuklarını ve eşini geride bırakarak mı yoksa daha yumuşak geçişlerle mi yapacağınız tamamen sizin tercihiniz.