Yirminci yüzyıl edebiyatının en etkili simalarından olan ve günümüzde de okunanlar arasında yer alan James Joyce’un yazınında, doğduğu, büyüdüğü ve gençlik yıllarını geçirdiği yer olan İrlanda’nın başkenti Dublin önemli bir yere sahiptir. Yazar, Dublinliler, Sanatçının Genç Bir Adam Olarak Portresi, Ulysses, Finnegans Wake adlı eserlerinde Dublin’i tüm gerçekliği, çıplaklığı ve tarihiyle adeta bir sinema perdesine yansıtıyormuşçasına canlı bir şekilde kurguyla harmanlar. James Joyce’un kurgusuna konu ettiği mekanlar aynı zamanda İrlanda’da turizm için de ayrı bir alan yaratır. Ulysses’te adı geçen mekanlara yönelik düzenlenen turlara her sene yüzlerce turist katılmaktadır. İnsanlar Joyce’un yazınını mekansal gerçeklikle cisimleştirerek tecrübe edebilmek için dünyanın farklı yerlerinden Dublin’e gelmekte. Hal böyle olunca Dublin’i Joyce’suz, Joyce’u Dublin’siz hayal edemiyoruz. Joyce’un Dublin’ine geçmeden önce ünlü yazarı biraz tanıyalım. Başlıyoruz!
James Joyce Kimdir?

2 Şubat 1882 tarihinde orta sınıf bir ailede, on çocuğun en büyüğü olarak dünyaya geldi. Devamlı iş değiştiren, alkol bağımlısı bir babayla yetenekli bir piyanist olan artist bir annenin oğluydu. Babasının durumu yazarın kimliğini şekillendirmesinde önemli bir yere sahipti. Zira stabiliteden yoksunluk Joyce‘un kalemine tesir etmişti. Ailesinin Katolik oluşu, eğitimini Cizvit Okullarında görmesi de onun dünya görüşünü şekillendirmişti. Yazarın eserlerinde de çoğunlukla kendi yaşamını kurguyla birleştirdiği görülür. Katmanlandırılmış anlatımı, kullandığı sembolizmin içinde yazarın ideolojisini görmek mümkündür.

İrlanda’da Katolik ve Protestan mezhepleri arasındaki çatışmalar devam ederken yüksek öğrenimine devam etti. Katolik oluşu nedeniyle öğrenim görmek istediği Trinity College’a alınmadı, çünkü Trinity College çatışmanın taraflarından olan üst sınıf Protestanları kabul ediyordu. Belki de bu yüzden meşhur romanı Ulysses‘te Trinity College ve öğrencilerinden alaycı bir tavırla bahsediyordu. O dönem Katolikler için açılan “University College Dublin”e girdi, 1902 senesinde de buradan modern diller tahsiliyle mezun oldu. Kısa bir süre sonra Paris’e tıp öğrenimi için gitti. Eğitimini yarıda bıraksa da Dublin’e bir süre geri dönmedi ve Paris’te kaldı. Burada kaldığı süre boyunca gecesini gündüzünü okumalarına verdi. Paris’te geçirdiği vakit annesinin ölüm haberini almasıyla son buldu ve Dublin’e döndü.

Paris’ten döndüğü zamanlarda, okuma yazması olmayan bir fırıncının kızı olan Galwayli mütevazı Nora Barnacle ile tanıştı. Joyce, Nora ile çıkmaya başladıkları gün olan 16 Haziran 1904 tarihini, olayları tek bir gün içerisinde geçen romanı Ulysses‘te kullanarak ölümsüzleştirmişti. Bu tarih 1954 yılından beri “Bloomsday” olarak bilinir ve her yıl 16 Haziran’da Ulysses Günü olarak kutlanır. İkilinin tutkulu aşkı, James’in Nora’ya müstehcen bir üslupla yazdığı “ateşli” mektuplarda kendini gösterir. Mektupları, Nora’ya Mektuplar başlığı altında derlenip yayımlanır. Ama lütfen kendi sorumluluğunuzda okuyun, zira dil bazılarına ”fazla” gelebilir. Bu ilişki içerisinde aile desteğini göremeyen çift İrlanda’dan kaçar ve farklı farklı işlerde çalışarak geçinmeye gayret ederler. Ardından iki çocukları olur. Ailecek Paris ve Zürih’te yaşarlar. Yazar, İkinci Dünya Savaşı’ndan kaçmak için gittiği Zürih’te mide rahatsızlığı nedeniyle de maalesef hayata veda eder.
Joyce’un Dublin’i, Dublin’in Joyce’u

Joyce, Ulysses‘i yazdığı zamanlarda bir arkadaşına Dublin’i öyle bir şekilde betimlemek istediğini söyler ki, eğer bir gün Dublin dünya üzerinden kaybolsa kitabından bakılarak tekrar inşa edilebilsin. Yazar eserlerinde gerçek mekan isimlerini, gerçek hayattan kişileri kullanır. Hatta Dublinliler yazıldığında Joyce’un yayıncısı dava açılmasından korktuğu için kitabın yayımlanmasını uzun süre erteler. Yayıncının endişesini anlamakla birlikte bu, Joyce’un Dublin’i, Dublinliyi tüm gerçekliğiyle anlatma çabası hakkında bizlere fikir vermektedir. Yazar, uzun yıllar her ne kadar Dublin’den uzak, Kıta Avrupa’sında hayatını geçirmişse de, onun yazınında Dublin merkezi bir konumda yer alır. Sanki tüm gerçekliği nerede olursa olsun yalnız Dublin’miş gibi…

Joyce, yazarlık denemelerinin ilk zamanına tekabül eden Dublin yaşamı süresince İrlanda’da yaşanan iç ve dış karışıklıklar nedeniyle olumsuz etkilenir, oradan hep kaçmak ister. Bir yandan İngiltere’nin sömürgeci baskıları, diğer yandan Katolik-Protestan çatışmaları, iç politik karışıklıklar Joyce’u kendi ülkesinde bir yabancı haline getirir. Ülkenin geçmişine ve şimdisine bakıp geleceği hakkında da umudu kalmayan Joyce, İrlanda’nın bireylerin kendini geliştirebilmesi için stabil ve daimi bir ortam sunamadığını söyler ve ülkeyi terk etmek gerektiğini savunur. Bu düşüncesinin akabinde Paris’e giden Joyce annesinin hastalığı ve nihayetinde ölümü ile yine kendini Dublin’de bulur. İrlanda’daki ateşli siyasi ortamın üzerine yaşadığı bireysel trajedilerle birlikte artık Dublin onun için bir hüzün kentidir. Biricik aşkı Nora‘ya yazdığı mektuplarda da Dublin’in ona iyi gelmediğini sık sık belirtir. Ancak Joyce nereye giderse gitsin, kalbinden Dublin’e zincirli gibidir. Hayatın akışında hızla sürükleniyorsanız göremezsiniz. Görmek için yavaşlamak gerek, görmeye niyetli olmak gerek. Bu sırf Dublin için geçerli değil tabii ki.
Joyce’un Eserlerinde Dublin

Yazarın on beş hikayeden meydana gelen, 1914 senesinde yayımlanmış olan hikâye kitabı Dublinliler (Dubliners), erken dönem yirminci yüzyıl Dublin toplumunu, kent yaşantısını canlı bir şekilde resmeder. Aslında çok daha önce yazılmış olan öyküler, kişi-mekan referansları ve içerdiği “uygunsuz” ifadeler nedeniyle yayıncılar tarafından geciktirilir ve 1914 yılında da nihayet basılır. Joyce‘un kitapta yer verdiği hikayelerin geçtiği Dublin’i “felçli ve sıkışmış” olarak betimler. Dublin’in insanı onun hikayelerinde yalnızdır. Sefil evlerde sefil hayatlar yaşayan, dünyanın ve toplumun ona karşı kurduğu tüm tuzaklara düşen biridir. Birey tüm sıkışmışlıklar arasında birey olarak kendinin farkında olmadan, bir yandan günlük yaşamın akışında kendini, varlığını unutacak yollar arar. Aşağıdaki fotoğrafta görmüş olduğunuz tarihi Davy Byrne’s Pub ise bunlardan bir tanesidir. Bugün Joyce’un kurgusunda bahsi geçen çoğu yer hâlâ varlığını sürdürür.

Dublin, Joyce‘un eserlerinde karanlık, tekinsiz bir yerdir. Bu aslında kenti tecrübe eden bireyin zihninin yansımalarıdır. Yazar henüz Dublinliler‘de bilinçaltının mahrem köşelerine doğrudan bir giriş yapmadıysa da kenti var eden şey onu algılayan bireydir. Dublin sokakları da bilinçaltındaki en mahrem odalara giden yollar gibidir. Yazarın Dublin’i karanlık ve felç olarak tarif etmesinden yola çıkarak toplumun en küçük nüvesi olan bireyin bilinçaltının da ne denli savunmasız ve bakımsız bırakıldığını anlayabiliriz. Dublin huzursuz, kendi zihinleriyle yalnız kalamayan insanlarla dolu bir hapishane gibidir. Daha önce de belirttiğimiz gibi, bunun sebebi İrlanda’nın her daim içerde ve dışarda yaşadığı sorunların insanı kendine dönmekten alıkoymasıdır. Özellikle kitaptaki hikayelerin, İrlanda’nın özerkliğini savunan ve halk tarafından bir kahraman olarak görülen Parnell‘in ölümünü takip eden bir zaman dilimini konu aldığı düşünülürse insanların umutsuzluğu daha iyi anlaşılır. İşte bu yüzden Dublin’in insanları Joyce’un deyimiyle maddi ve manevi tüketicidir.

1916 Paskalya Ayaklanması’ndan önce Liberty Hall’un önünde toplanan İrlanda Vatandaş Ordusu binanın önüne bir pankart asar. Pankartta ”Ne kayzere ne krala, yalnız İrlanda’ya hizmet ediyoruz,” yazılıdır. James Joyce bunu genişleterek Sanatçının Genç Bir Adam Olarak Portresi adlı yarı otobiyografik özellik taşıyan romanında ana karakter Stephen Dedalus‘un mottosu haline getirir: “Non serviam,” yani “Hizmet etmeyeceğim.’‘
Yazar romanında yalnız kraldan, kayzerden değil onu bağlayan her şeyden özgürleşmekten bahseder. Dil, din, milliyet, kültür gibi kavramlar sanatçının, özgürleşmek isteyen bireyin kanatlanabilmek adına üstünden atması gereken yüklerdir Joyce‘a göre. Yazarın kendi hayatını kurgulaştırarak kaleme aldığı romanda Dublin işte tüm bunları cisimleştiren şeydir. Stephen farkındalık kazandıkça hep gitmek ister Dublin’den. Dublin onun için sırtından silkmeye çalıştığı bir yük gibidir.

Joyce‘un en ünlü eseri, ismini Homeros‘un destanı Odysseus’un Latince versiyonundan alan, içerdiği referanslar, deneysel dil ve katmanlı anlam yapısı nedeniyle okuması ve anlaşılması titiz bir çalışma gerektiren Ulysses’te ise Dublin’e olan yaklaşım yazarın diğer eserlerinden farklıdır. Dublin her bir sokağı, binası, insanıyla metne örülmüş vaziyette olduğu için adeta kitapta ayrı bir karakterdir. Kentin anlatılan her kısmı organiktir, yirminci yüzyıl Dublin’inin özünü tüm gerçekliğiyle okura aktarır. Romanda, yazıda bahsettiğim diğer eserlerden ayrı olarak komedi de vardır. Kaybedilen liderin ardından artık şehir ve şehirdeki yaşam bir şakaya döner. Kitaptaki karakterler okuru güldürür ancak bile isteye yapmaz bunu. İşte bu noktada Joyce’un eserlerinde uyguladığı iki zıt tavrı görürüz. Şehre yaklaşımları ne kadar farklı olursa olsun Joyce, her eserinde olduğu gibi, Dublin’in kültür ve mekanlarının gerçekliğini korumuş, Ulysses’te ise kendini aşarak kenti tasvir konusunda üstün bir başarı sergilemiştir. Romanın okurların içine bu kadar işlemesinin nedeni de bu sadıklıktır belki de. Kendi dediği gibi Ulysses Dublin’in bir haritasıdır.
Kaynakça:
- “James Joyce”. Britannica. Web. 19.10.2024
- “Joyce’un Dublin’i: Hayalciler ve Fırsatçılar Şehri”. Oggito. Web. 19.10.2024
- “Modern Ireland in 100 Artworks: 1916 – A Portrait of the Artist as a Young Man, by James Joyce”. The Irish Times. Web. 19.10.2024
- “Ulysses, James Joyce”. SparkNotes. Web. 19.10.2024