Yaşamını nehirde boğularak, yalnızca 30 yaşındayken yitiren Jeff Buckley’nin efsane albümü “Grace”… 23 Ağustos 1994’te dinleyicilerle buluşan bu albüm, Jeff Buckley’nin şarkıcı ve söz yazarı kimliğini çok net bir şekilde ortaya koymakta. Birçok insanın dönüp dönüp dinlediği, adeta sığındığı bir albüm haline geldi seneler içinde. Durum benim için de bu şekilde. Liseye giderken yeni şeyler dinleme iştahıyla internette karşıma çıkan her şarkı listesini karıştırırdım. Albüm önerilerinin olduğu bir listeden görmüştüm albümün adını. Daha ilk şarkıdan tüm vücuduma öyle bir his yayıldı ki sanki şarkıyı söyleyen sesi değil onun ruhuydu. Böyle bir vokal kullanımını ilk defa duymuştum. Hem her an kırılabilir, melankolik, yorgun hem de çok öfkeli.
Mojo Pin ve Grace
Daha ilk şarkı olan Mojo Pin’den tüm bu hisleri alıyoruz. Hülyalı bir söyleyişi var Buckley’nin. Bir alçalan bir yükselen, sizi de etkisi altına alan bir büyü gibi. Aslında şarkıya adını veren “Mojo” aslında Afro-Amerikan spiritüel pratiklerinden biri olan “Hoodo” için kullanılan ve torba içindeki spiritüel eşyaların tamamına verilen isim. Mojo aynı zamanda bir “amulet” yani nazardan, kötü ruhlardan koruyan nesneler bütünü olarak tanımlanmakta. Mojo Pin’in şarkısındaysa eroine atıfta bulunduğu düşünülüyor. Sözleri bu bilgiler ışında okursak mantığa da yatmakta. Bu şarkının en sevdiğim kaydı ise Live at Sin-è performansı. Bir yandan seyircilerin de sesini de duyuyor olmamız şarkının verdiği o büyülü hisle çok keyifli bir dinleme sunuyor.
” Oh, if only you’d come back to me
(Ah eğer bana geri dönmek isteseydin)
If you laid at my side
(Eğer yanımda yatsaydın)
Wouldn’t need no mojo pin
(İhtiyaç duymazdım Mojo Pin’e)
To keep me satisfied”
(Beni tatmin etmesi için)
Grace
Ardından, albüme de adını veren “Grace” parlak bir gitar melodisiyle başlıyor. Jimmy Page ve başka gitar efsanelerinden etkilendiğini söyleyen Buckley, Mojo Pin ve Grace şarkılarının müziğini tek başına yapmıyor. Bu iki şarkının da Buckley tarafından söylenmesi karar vermeden önce Gary Lucas, şarkıların enstrümantal kısımlarını yazmış. İkili, Gary Lucas’ın kurmuş olduğu “Gods and Monsters“ isimli grupta da bir süre bu şarkıları dinleyicilerle buluşturuyorlar. Sonrasında ise Jeff Buckley bu gruba kısa bir süreliğine dahil olsa da bu iki şarkı senelerce sevilerek dinlenmeye devam etti. Grace’in canlı versiyonlarından da “BBC The Late Show” ve “from Live in Chicago” başlıklı YouTube videolarına göz atmanızı tavsiye ederim.
“There’s the moon asking to stay
( Ay, bulutlar beni alıp götürene kadar kalmak istiyor) Oh, it’s my time coming, I’m not afraid Afraid to die
(Ah, vaktim geliyor ama ölmekten korkmuyorum)”
Last Goodbye
Üçüncü şarkı olan Last Goodbye’a geldiğimizde sözler girmeden önce bizi daha neşeli bir şarkı bekliyor sanıyoruz. Genel olarak işlenen ayrılık temasına bu sefer daha farklı yaklaşılıyor. Sanki iki kişi birbirine gerçekten iyi gelemiyor ve biz bu ikili arasında olanları hem izliyoruz hem de dinliyoruz.
Sanırım bütün albümü dinlerken istemsizce her şarkıda kafamda senaryolar oluştu. Jeff Buckley şahane bir hikâye anlatıcı bence. Bir filmin kapanış şarkısı olacak nitelikte. Müzik içinizde bir umut uyandırıyoR ama sözlerin arasında yine saklanan acılar var, sonda yükselen vokalinde öfke var. Bizi tıpkı bir filmi bitirdiğimizdeki gibi farklı duyguyla baş başa bırakıyor.
“This is our last goodbye
(Bu bizim son elvedamız)
I hate to feel the love between us die But it’s over
(Aramızdaki aşkın bitmesine çok öfkeliyim ama bitti) Just hear this and then I’ll go
(Sadece bunu dinle, gideceğim sonra) You gave me more to live for More than you’ll ever know
(Bana yaşama isteği verdin, senin asla bilemeyeceğin kadar)”
Lilac Wine
Gitarın kendini belli ettiği, müzik ve sözün nerdeyse eşit ağırlıkta gittiği şarkılardan sonra bizi nostaljik bir parça karşılıyor. Nina Simone’un Lilac Wine şarkısının bir cover’ını duyuyoruz. Coverlar hakkında genel olarak hisleriniz ne yönde bilemem ama ben şarkılara farklı yorumlar getirildiğinde bu değişik yaklaşımları dinlemeyi çok keyifli buluyorum. Sözleriyle, melodisiyle, özellikle de yine bir aşk acısının portresini çizdiği için Jeff Buckley için biçilmiş kaftan. Ben şarkının iki halini de dinlemenizi de tavsiye ederim. Nina Simone’un sesine yalnızca piano eşlik ediyor ve bence bu ayrı bir yalnızlık hissi katıyor şarkıya. Buckley’nin vokalinin duygusuna gitar ve çok hafif eşlik eden davul ayrı bir anlam ekliyor. İkisi de ayrı tat ve iki sanatçı da şahane. Nina Simone’u da piyano başında şarkı söylemesini izlemenizi tavsiye ederim, sahne duruşu ve mimikleriyle çok etkileyici bir isim.
“I made wine from the lilac tree.Put my heart in its recipe
(Leylak ağacından şarap yapıp içine kalbimi koydum.)
Makes me see what I want to see And be what I want to be” (İstediğim zaman istediğim şeyi görmemi, istediğim kişi olmamı sağlıyor)
Her şarkı kendi başına o kadar yüklü ki baştan sona dinlerken her yeni şarkıda durdurup favorim bu oldu demenize rağmen bir sonrakine de aynı şekilde hayran kalabiliyorsunuz. Sanırım Grace’in en sevdiğim yanı baştan sona net bir hikayesi olması. Albüm ve şarkı dinlemek arasındaki fark da burda ortaya çıkıyor. Ne narrative’de ne de genel enerjide bir kopukluk olmadan akıp gidiyor.
So Real
Lilac Wine’ı So Real takip ediyor. Yine sevdiğim bir şarkı olmasında rağmen benim için diğerlerine göre daha arka planda kalıyor. Başta bahsettiğim bütün elementler bu şarkıda da var. Kesinlikle kulaklıkla dinlenmesini düşündüğüm bir şarkı çünkü bir kısmında fısıltıya yakın söylerken şarkının yükseldiği bir bölüm var. Bu da yine albümün daha öfkeli şarkılarından biri. O öfkenin yer yer kendine kabullenişe bıraktığı yerlerde Jeff Buckley’nin ses tonuyla, tarzla duygu nasıl verilirin adeta kitabını yazığını görüyoruz.
“ We walked around ’til the moon got full like a plate
(Ay yusyuvarlak olana dek yürüdük)
And the wind blew an invocation and I fell asleep at the gate
(Ve rüzgarın çağrısıyla geçitte uyuyakaldım)”
Hallelujah
Albümün en sevilen şarkılarından birine geldik ki kendisi Leonard Cohen’in Hallelujah şarkısı. 2022 tarihli “Hallelujah: Leonard Cohen” belgeselinde sanatçının bu şarkıyı 5 senede tamamladığından bahsediliyor. Öncelikle sözlerinde İncil’e birçok atıf olmasının yanı sıra genel olarak örtülü anlatıma sahip bir şarkı. Buckley’nin şarkıyı söyleme şekli o ruhani havayı bize çok başarılı şekilde yansıtıyor.
“Maybe there’s a God above
(Belki yukarıda bir Tanrı var)
But all I’ve ever learned from love
(Fakat aşktan öğrendiğim tek şey)
Was how to shoot somebody who out drew ya
(Silahını senden önce çeken birini nasıl vuracağın oldu)
And it’s not a cry that you hear at night
(Ve bu gece duyabileceğin bir haykırış değil)
It’s not someone who’s seen the light
(Işığı görmüş birisi değil)
It’s a cold and it’s a broken Hallelujah
(Soğuk ve kırık bir Yakarış’tır)“
Lover You Should’ve Come Over
Ve geldik benim en sevdiğime, Lover You Should’ve Come Over’a. Söz olarak albümdeki en iyi şarkı diyebilirim, tabi coverları dahil etmiyorum. Sevdiğini ruhunda asılı kalan bir göz yaşına benzettiği ” It’s never over / She’s the tear that hangs inside my soul forever” çok sevdiği bir kısım. Türkçe’den alışık olduğunuz betimleme ya da o tahlil edildikçe yepyeni anlamlar doğuran cümlelerle karşılaştırmayın derim. Her dilin farklı duygu derinlikleri var. İngilizce’de çok anlamlı gelen, duygusal olan bir betimleme Türkçe’de yapıldığında aynı duygu geçmeyebilir ama yine de bu şarkıyı sözlerine de dikkat ederek dinlemenizi öneririm. Bence hepsi müzik olmadan bile zevkle okunacak nitelikteler.
“It’s never over
(Asla bitmeyecek)
She is the tear that hangs inside my soul forever”
(O benim ruhumda sonsuza dek asılı kalacak bir gözyaşı)
Corpus Christi Carol
Albümü dinlerken ilahiye benzettiğim için şaşırdığım Corpus Christi Carol var sırada. Şarkı gerçekten de Orta Çağ’dan günümüze ulaşan bir ilahiymiş. Sözleri kimin yazdığı bilinmese de şarkıya Orta Çağ İngiltere’sinde yaşan bir manav olan Richard Hill’in yemek tarifi, ilaç, şiir gibi şeyler yazdığı defterinden ulaşılıyor. 19. Yüzyılın ortalarında kitap, bir kitaplığın arkasında sıkıştırılmış hale bulunuyor. Balliol Collage, Oxford’a ulaşan kitap sonrasında sanatçılar tarafından farklı şekillerde düzenleniyor. Buckley’nin kadife sesi de bu parçaya çok yakışıyor.
Eternal Life
Corpus Christi Carol ne kadar sakinse o derece öfkeli olan Eternal Life geliyor arkasından. Bu şarkı, biraz daha romantik ilişkilerden çıkışı ve insanın kendi yolunu çizerken yaşadığı zorluklar, yönetenlerin politikalarına olan eleştirileriyle bence albümdeki hiç eskimeyecek şarkılardan biri.
“Racist angry men, what have you done…
(Irkçı, öfkeli adamlar, ne yaptınız…)
You’ve made a killer of your unborn son”
(Doğmamış çocuğunuzdan bir katil yarattınız)
Dream Brother
Dream Brother ise başlangıçtaki melodiyle bir rüyanın içine dalıyor hissi yaratsa da sözlerinin hikayesini okuyana kadar şarkıdan tam anlamıyla etkilenememiştim. Kendisi gibi müzisyen olan babası Tim Buckley, Jeff Buckley’nin doğmasına bir ay kala onu ve annesini terk etmiş. Bunun etkisini taşıyan, babasını sadece küçük yaşta bir defa gören ve hayal meyal hatırlayan Buckley bu şarkıyı arkadaşı Chris Dowd’dan etkilenerek yazmış. Dowd’un Buckley’e gidip hamile olan kız arkadaşını terk etmeyi düşündüğünü söylemesiyle Buckley’nin içinde oluşan duygularını yansıttığı bir şarkı. Şu satırlarda ise Dowd’un tavrının ona babasını nasıl hatırlattığını anlayabiliriz:
“Don’t be like the one who made me so old
(Beni yaşlandıran o gibi olma)
Don’t be like the one who left behind his name
(O ardında ismini bırakan gibi olma)
‘Cause they’re waiting for you like I waited for mine
(Çünkü onlar seni benim de onu beklediğim gibi bekliyorlar)
And nobody ever came…
(Ve bana kimse gelmedi…)”
Forget Her
Ve geldik albümdeki son şarkı olan Forget Her’e. En az Lover You Should’ve Come Over kadar sevdiğim, yine onun gibi oldukça hüzünlü bir şarkı. Sonda yer alan ve tüm albümü hem konu hem de müzik olarak tamamlayan bir şarkı. Hüzünlü başlayıp yine haykırışa bırakıyor kendini.
“While this town is busy sleeping
(Tüm şehir uyumakla meşgul, tüm sesler ölmüşken)
I walk the streets to stop my weeping
(Ağlamamı dindirebilmek için yürüdüm sokakları) ‘Cause she’ll never change her ways
(Çünkü o asla gittiği yolunu değiştirmeyecek)”
Genel olarak bu albümün daha uzun seneler yine sevilerek dinleneceğine inanıyorum çünkü bir sanatçının hem çok iyi söz yazmayı, sesinin çok güçlü olması ve aynı zamanda çok iyi çaldığı bir enstrüman olması ayna anda bir araya gelmesi zor özellikler. Bir araya gelince de zaten orataya çoğu zaman ikonlaşan isimler çıkıyor. Bunların dışında sözlerinde hep hayata ve aşkına dair onun canını yakan, öfkelendiren ne kadar şey varsa bahsediyor. Bu bahis üstü kapalı çoğu zaman ama zaten onun iyi bir söz yazarı olarak anılması da betimleme, kinaye yetenekleri.Ne kadar erken bir kayıp olsa da Jeff Buckley bize bu şahane şarkılarıyla hala eşlik etmekte. Hepinize şimdiden iyi dinlemeler…
Kaynakça:
Bant Mag. “Huzurlarınızda Jeff Buckley’nin Cover Albümü ‘You & I.’” Bant Mag, 12 Nov. 2015, Web.
Barber, David. “Corpus Christi Carol: Life of a Song.” Financial Times, 16 June 2016, Web. 11 Nov. 2024.
Song, Connie.“Leonard Cohen’s Hallelujah.” Medium, 9 February 2023, Web, 11 Nov. 2024
“Mojo (African-American Culture).” Wikipedia, Wikimedia Foundation, 12 Nov. 2024, Web.
Stone, Jef. “Jeff Buckley Guitar Gear – A Deep Dive into Grace.” Guitar Bomb, 9 Jan. 2024, Web. 11 Nov. 2024.
Pinterest. “Grace par Jeff Buckley sur Apple Music.”Pinterest, Web. 11 Nov. 2024
Pinterest. “Jeff Buckley” . Web. 11 Nov. 2024
Pinterest. “Musique”. Web. 11 Nov. 2024
“‘Dream Brother’: The Song Jeff Buckley Wrote for Chris Dowd.” Far Out Magazine, Web. 11 Nov. 2024.