Başrolünde sevilen aktör Keanu Reeves olan ve kısa sürede bir efsane haline gelen Amerikan aksiyon film serisi John Wick’in dördüncü filmi geçtiğimiz Mart ayında vizyona girdi. Birçok kişi tarafından yoğun ilgiyle karşılanan filmin yönetmen koltuğunda ilk üç filmden tanıdığımız Chad Stahelski var. John Wick 4, serinin en uzun filmi olmasının yanı sıra birçok sinema sitesinde kısa sürede serinin en çok beğenilen filmi olarak da yerini almış bulunuyor. Film, tıpkı serinin diğer filmleri gibi bol bol aksiyon sahnesi içeriyor fakat diğerlerine kıyasla daha az hikâye örgüsüne ve diyaloğa sahip. Japonya, Almanya ve Fransa’da çekilen filmde özellikle Paris tüm ihtişamıyla yansıtılıyor.
John Wick, ilk üç filmde de gördüğümüz üzere ne kadar ağır darbe alırsa alsın, ayağa kalkıp savaşmaya devam edebilen bir karakter ve bu son filmde de değişmiyor. Hatta diğer filmlere nispet yaparcasına, karşımıza çok daha zor durumlarda ayağa kalkıp dövüşmeye devam edebilen biri olarak çıkıyor. Dolayısıyla filmi izlerken, realist bakış açınızı bir kenara bırakmanız gerekecek. Film boyunca çekim açılarının baş döndürücülüğüne, anın etkileyiciliğini iliklerinize kadar hissetmenizi sağlayacak müziklere ve her bir detayı büyüleyen efsanevi dövüş koreografilerine odaklanmanız filmden zevk alma ihtimalinizi arttıracaktır.
John Wick serisinin kendine ait bir evreni olduğunu biliyoruz. Suç dünyasından uzak olarak işletilen Continental Otelleri, kurşun geçirmeyen takım elbiseleri ve dünyanın dört bir yanından suikastçıların bağlı olduğu Yüksek Masa olarak nitelendirilen kurulu ile bizim dünyamızdan bağımsız yepyeni bir evren. Serinin son filminde de bu evrenin içine iyice dahil oluyoruz. İlk filmden beri kendine has kuralları olan Yüksek Masa, bu filmde de en önemli oyun kurucu olarak karşımıza çıkıyor. Bu kurul film boyunca, tüm düşmanlarını etkisiz hale getirmeyi başaran Wick’in kellesi için biçilen ödülü sürekli olarak arttırıyor. Fiyatın artmasıyla paralel olarak filmin temposu ve aksiyon dolu sahneleri de artış gösteriyor. Wick, gittiği her coğrafyada onu öldürmek için bekleyen suikastçılardan kaçmakla beraber bir yandan da özgürlüğünü geri kazanmanın bir yolunu arıyor.
Filmin başında karşımıza tanıdığımız bir yüz çıkıyor: Yeraltı dünyasından olan eski bir dost, Bowery King. Eğer King ona yardım eli uzatmamış olsaydı Wick için işlerin bir hayli zorlaşacağını düşünürsek, bu karakterin gerçekten kritik bir pozisyonda bulunduğunu söyleyebiliriz. John Wick’in bu filmdeki ana düşmanı ise sevilen bir yüz olan Bill Skarsgård’ın canlandırdığı, Yüksek Masa’nın son zamanlarda yükselişe geçen, fazlasıyla şık takım elbiseleri ile dikkatleri üzerine çeken üyesi Marki. Bu karakterin büyük hırsları olduğunu, yükselmek için elinden geleni ardına koymayacak bir kişiliği olduğunu ilk andan itibaren sezmeye başlıyoruz. Bu noktada John Wick’in, rakibinin sonunu bir şekilde getirdiğini düşündüğümüzde aklımıza başka bir soru geliyor: Yüksek Masa, tehlikeli bir yükselme hırsına sahip olan Marki’yi, bilerek John Wick’in öldürülmesiyle görevlendirmiş ve bir nevi onun yükselmesini engellemek istemiş olabilir mi?
Marki’nin beraberinde Wick ile savaşabilecek nitelikte olduğunu gördüğümüz, görme yetisini kaybetmiş Caine karakteri de geliyor. Caine, Wick’in eski dostu olmasına rağmen Marki’nin onu kızıyla tehdit etmesi sonucu film boyunca Wick’in karşısında yer alıyor. Her ne kadar ikili sürekli olarak ölümüne dövüşüyor olsa da Caine karakteri kendisini seyirciye sevdirmeyi başarıyor. Belki de bunun nedeni karakteri canlandıran kişinin Donnie Yen olmasıdır.
Tabii Wick’in düşmanları bu kadarla kalmıyor. Yüksek Masa’nın, John Wick’in öldürülmesi için koyduğu fiyat suikastçıların tüm dikkatlerini ona yönlendirmesine neden oluyor. Aralarından en öne çıkansa kendisini Mr. Nobody olarak tanımlayan karakter oluyor. Fiyatın daha da artması için bekleyen Mr. Nobody, köpeği ile birlikte Wick’i bir yandan takip ediyor bir yandan da onu birçok kez ölümden kurtarıyor.
Gelelim filmin en çok beklenen karakterlerinden olan Scott Adkins’in hayat verdiği Killa Harkan’a. Karakterin ekran süresine Wick’in peşini bırakmayan gerçekten düşman mı yoksa dost mu olduğu belli olmayan iki karakter daha eşlik ediyor: Caine ve Mr. Nobody. Bu iki karakterin amacı John Wick’i öldürmek olsa da bu sahnede bu üçlüyü yan yana Harkan karakterine karşı savaşırken görüyoruz. Uzunca süre devam eden aralıksız dövüşte her ne kadar gerçekçi bir yaklaşımla izlemeye gayret etseniz de hem Wick’in hem de Killa Harkan’ın nasıl ölmediğini anlamak oldukça zor olabiliyor.
Düşmanlar bu kadar fazlayken elbette Wick’e yardım edenler de oluyor. Mesela Osaka Continental Oteli‘nin yöneticisi olarak karşımıza çıkan Shimazu Koji. Koji, aynı zamanda Wick ve Caine’in eski dostu. Kendisi gibi yetiştirdiği savaşçı kızı Akira, Wick’e yardım etmemeleri konusunda en başından babasını uyarsa da Koji, eski dostuna tereddüt etmeden yardım etme konusunda oldukça net bir tavır sergiliyor. Tabii bu da izleyiciye Wick’in, Koji için geçmişte gerçekten büyük bir iyilik yapmış olabileceğini düşündürtüyor. İlk filmden beri Wick’e olan saygısını her şekilde gösteren Charon karakteriyse, izleyiciye filmin başlarında veda ediyor. Bu veda diğerlerine kıyasla daha anlamlı. Çünkü karakteri canlandıran Lance Reddick, Mart ayında gerçekten aramızdan ayrıldı. New York Continental Oteli’nin yöneticisi ve geçtiğimiz filmde Wick’e ihanet eden Winston ise bu filmde Wick’in yanında yer alıyor. Hatta öyle ki ona özgürlüğü için tek çıkış yolunu gösteriyor: Bir Yüksek Masa üyesini düelloda yenmek. Tabii bu kolay olmayacak bir çözüm yoludur. Çünkü John Wick’in düello teklifinde bulunması için önce Yüksek Masa üyesi olması gerekmektedir. Bunun içinse ailesinden men edilen Wick’in önce aileye tekrardan kabul edilmesi gerekmektedir. John Wick, bu düelloyu gerçekleştirmek için amansız bir mücadeleye girerek düello teklifinde bulunmak için tüm şartları sağlayabilir duruma geliyor.
Filmin bundan sonrası ise düello yolunda gerçekleşen seyir zevki yüksek sahneleri içeriyor. Kuşbakışı çekim tekniği kullanılarak adeta bir video oyunu gibi hissettiren muazzam bir aksiyon sahnesi karşımıza çıkıyor. Bunun yanı sıra Paris sokaklarında akan trafiğin tam ortasında yüzlerce suikastçıya karşı tek başına mücadele etmesi de filmin unutulmaz anlarının başında geliyor. Gün doğumunda düello için kararlaştırılan yerde olması gereken Wick, tüm engelleri aştığını sandığı anda karşısında uzanan upuzun bir merdivenle karşılaşıyor. Artık gücünü büyük ölçüde tüketmiş olan Wick’e yardım eli bu sefer Caine’den geliyor. Düelloda Marki’nin vekili olacak Caine ve rakibi Wick, merdiveni düelloya çok az bir zaman kala sağ halde çıkmayı başarıyor ve ölmeden önce son kez karşı karşıya geliyorlar.
Film boyunca Wick özgürlüğü için sayısız insanla mücadele ediyor, yüzlerce kez ölümden dönüyor ve tek tek tüm engelleri aşarak özgürlüğüne adım adım yaklaşıyor. Peki, eşini ve ondan geriye kalan köpeğini kaybeden Wick için özgürlük gerçekten mümkün mü? Düelloyu kazansa bile, ruhu tamamen özgürlüğe kavuşabilecek mi? Düelloyu kazandığı takdirde öldürmeden durabilecek ve Yüksek Masa’nın kurallarına uygun şekilde bir hayat sürebilecek mi? Yoksa düelloyu kaybetmek aslında Wick için özgürlüğünü kazanmak anlamına mı geliyor?
Düelloda Wick’in zekice yaptığı son hamleyle birlikte Caine, Wick’i öldürmek zorunda kalmıyor. Ayrıca bu hamle sayesinde Marki’nin hırsı, kendi ölümünün John Wick’in elinden olmasını sağlıyor. Fakat John Wick, ağır bir şekilde yaralanarak hayata gözlerini yumuyor. Her şeye rağmen nasıl hayatta kalabildiğini sorguladığımız karakterin gerçekten ölmesini izleyicilerin bir kısmı mantıklı bulurken, bir kısımsa buna inanmamayı tercih ediyor. Hangisinin gerçek olduğunu ilerleyen zamanlarda hep beraber göreceğiz. Şu anlık emin olduğumuz şey, John Wick’in mezar taşında vasiyeti olan sevgi dolu eş yazması ve özgürlüğüne kavuşmuş olmasıdır.