Ken Loach: Sosyalist Sinemaya İngiliz Bağımsız Sinemasından Bakış

Editör:
Işılay Güzel Yılmaz
spot_img

1936 yılında Birleşik Krallık’ta dünyaya gelen Ken Loach, sinema sanatıyla ilgilenmeye başladığı 60’lı yıllardan beri işçi sınıfının sesi! Loach, ilk filminden bu yana hiç duraksamadan, tereddüt etmeden, umudunu yitirmeden toplumsal konuları insana has bir duyarlılıkla beyazperdeye taşıyor. Gelin, sinema sektörünün en solunu mesken tutan bu idealist yönetmene daha yakından bakalım!

Loach’un işçi sınıfına mensup yoksul bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldiği bilinmektedir. Geçmişinde tiyatro ile de ilgilenen yönetmen, sinema dünyasına adımını televizyon dizileriyle atmıştır. Okulda ve evde büyük zorluklarla karşılaşan işçi sınıfından Billy adında bir çocuğun evcilleştirmeye çalıştığı bir kerkenez ile kurduğu ilişkiye odaklanan 1969 yapımı ikinci filmi Kes (Kerkenez) yönetmenin en önemli filmlerindendir. Bu film onun için bir dönüm noktası olmuştur ve bu film ile birlikte BAFTA’dan iki ödülle dönmüştür. Bu, uzun kariyeri boyunca birçok ödülü kucaklayacağının habercisidir adeta. Altı kez Cannes Film Festivali’nde büyük ödülü kucaklayan usta yönetmen; işçi sınıfının, göçmenlerin ve diğer ezilen grupların sorunlarını en gerçekçi biçimde yansıttığı, her fırsatta başka bir dünyanın gerekli ve mümkün olduğunu tokat gibi yüzümüze çarpan filmleriyle politik sinemanın kilit isimlerinden biri hâline gelmiştir.

Sinemanın Gücü

Sinemanın bir kitle iletişim aracı olarak insanları etkilemek ve yönlendirmekteki gücü tartışılamaz. Bundandır ki hangi dönemde, hangi coğrafyada olursa olsun sinema iktidarlar tarafından efektif bir şekilde kullanılmaya çalışılmıştır. Kimi zaman kitlelere yön vermek, kimi zaman kitleleri coşturmak kimi zamansa kitleleri uyutmak için kullanılabilen çok namlulu bir sanattır sinema. Bütün duyu organlarına hitap eder, her eve girebilir, her sohbetin içine kolaylıkla sızabilir, her tür sınıfa ve insana hitap edebilir. Günümüzde özellikle Hollywood merkezinde gerçekleşen ve günden güne küresel bir forma bürünen ana akım sinema, çoğu zaman masum görünümlü ve seyir zevki yüksek seri üretim filmlerin arkasında bambaşka amaçlar gizlemektedir. Fakat her şey gibi bu durum da zıddını doğurur ve sinemanın bir karşı silah olarak da kendini var etmesine önayak olur. Dolayısıyla sinema kimi zaman adaletsizlikleri gizlemek, masum göstermek ya da büsbütün haklı çıkarmak için kullanıldıysa da bu durum zamanla diyalektik bir zemine oturmuş ve sinema aynı zamanda adaletsizliklerin karşısında dikilen en kuvvetli sanat dalı olmuştur. Sinemanın daimi misyonu olarak görülen “eğlendirme”, zaman zaman yerini ustalıkla buz gibi gerçeklere ve sivri eleştirilere bırakabilmiştir. Ken Loach sinemasında temel sistematiğini görebileceğimiz bu karşı sinemanın kendine edindiği dertler arasında yoksulluk, gelir adaletsizliği, uzun mesai saatleri, ekonomide özelleşme, emek sömürüsü, göçmen sorunları, sınıf çatışması, cinsiyet eşitsizliği gibi dikenli meseleler vardır.

Ben Daniel Blake I Daniel Blake 2016

Anlatılan Senin Hikâyendir!

Ken Loach, filmlerinde genellikle orta ya da alt sınıfa mensup halktan karakterlerin hikâyelerini anlatır. Onun filmlerinde olağanüstü hikâyeler görmek, iç ısıtan tatlı tesadüflere rastlamak, kahramanlıklara tanık olmak, sinematografik harikalarla büyülenmek, yüksek prodüksiyonlu film hileleriyle şaşkına dönmek imkânsızdır. Son derece minimalist olan bu anlatıyı, yönetmenin bilinçli olarak tercih ettiği gayet açıktır. “Sıradan” insanların hayatı, sıradan bir biçimde anlatılmalıdır ki, onları sıradanlaşmaya mahkûm eden sebepler en berrak biçimde görülebilsin. Süslü tekniklerin, kapalı bir anlatımın, gösterişli bir üslubun gölgesinde vermek istediği mesajın kaybolmasından korkmaktadır Loach. Kamerasını gerçek hayatın peşinde salınan bir gözlemci konumunda tutmuştur. Filmlerini; metaforları bulmaca misali çözmekten hoşlanan entelektüel sinemaseverler için değil, kendi sinemasının öznesi hâline getirdiği işçi sınıfının anlayabilmesi ve özdeşlik kurabilmesi için çekmektedir. Dolayısıyla Loach’un biçim ve içerik açısından oldukça tutarlı bir tavır sergilediğini söylemek mümkündür. Loach’un sinema diline ve ideolojisine yakın filmler çeken Dardenne Kardeşler’in ve Aki Kaurismäki’nin de bu tavrı sergilediğini belirtmek yanlış olmaz. Bu tutarlı tavrın toplumcu gerçekçi sinema nezdinde zaman zaman özlenen bir tavır olduğunu belirtmekte fayda var. Ken Loach’un da büyük bir olasılıkla etkilendiği, Sosyalist sinema dendiğinde akla gelen ilk isimlerden Jean Luc Godard, Claude Chabrol gibi yönetmenler; Loach gibi biçim ve içerik açısından tamamen tutarlı bir sinema dili yakalamamışlardır.

Özgürlük Rüzgârı The Wind That Shakes the Barley 2006

Ken Loach filmlerinde bireyselden toplumsala ilerleyen bir yol izler. Genellikle tek bir kişiyi, bir aileyi, dar alandaki belli bir grubu mercek altına alarak onların hikâyelerinden genele varan sonuçlar çıkarır. Çok büyük hikâyeler, görkemli olaylar peşinde değildir. Ana akım sinema ilgisini çekmez. Mikro ölçekten yola çıkarak makro bir anlatı yaratır.

Çok Yalın, Çok Acı, Çok Çarpıcı Filmler

Loach, ideolojisi gereği, kendini adaletsizliklere karşı sesini çıkarma konusunda sorumlu hissetmektedir. Her filmi mutlaka toplumsal bir yaraya dokunmaktadır. 1991 yapımı Ayak Takımı, inşaat işçilerini kadrajının merkezine yerleştirerek en çıplak hâliyle işçilerin hayatını ve düşüncelerini sinemaya taşımıştır. 1995 yapımı Ülke ve Özgürlük, İngiltere’den İspanya İç Savaşı’na katılmak için ayrılan Komünist Parti üyesi işsiz bir gencin penceresinden İspanya İç Savaşı’na cesur bir bakış atar. 2000 yapımı Ekmek ve Güller, insanlık dışı şartlarda çalışmak zorunda kalan bir grup göçmen işçinin sendikalaşma ve haklarını arama sürecini beyazperdeye taşır. (Filmin ismi ‘karnımız doysun istiyoruz, ama saygı görmek de istiyoruz’ biçiminde açıklanabilecek bir grev sloganından gelmektedir.) 2001 yapımı Demiryolcular demiryolu işçilerinin, istasyonları ve demiryollarını bir şirketin alması ile özelleşme sürecine girilmesi üzerine verdikleri tepkiyi anlatır. 2004 yapımı Duygudan da Öte, din çatışmalarını Pakistanlı göçmen bir genç adam ve Katolik bir müzik öğretmeninin aşkı üzerinden işler. 2006 yapımı Özgürlük Rüzgârı İrlanda Bağımsızlık savaşını iki kardeş üzerinden çarpıcı biçimde anlatır. 2016 yapımı I, Daniel Blake, sağlık sorunları nedeniyle işsizlik maaşına başvurup bürokrasi engeline takılan yaşlı Daniel’ın devlete, sosyal kuruluşlara ve bürokrasiye karşı verdiği savaşı yer yer mizahi yer yer trajik biçimde anlatır. 2019 yapımı Üzgünüz, Size Ulaşamadık kargo dağıtım işinde çalışan ve ekonomik krizlerle boğuşan Ricky ve ailesini merkeze alarak izleyiciyi sarsar. (Gümüş & Öztürk, 2019) Ken Loach sinemasından bahsederken Paul Laverty’den söz etmemek olmaz. İskoç senarist Laverty, Loach’ın yönetmen koltuğunda oturduğu çoğu filmin senaryosunu yazmıştır. Loach-Laverty ikilisi, birlikte birçok uluslararası başarıya imza atmıştır.

Üzgünüm Sizi Kaçırdık Sorry We Missed You 2019

Ken Loach birçok filminde Birleşik Krallık’ın eski başbakanı, Demir Leydi lakaplı Margaret Thatcher’ın iktidara gelmesi ile uygulanmaya başlanan neoliberal ekonomi politikasını hicvetmiştir. Neoliberal politikanın katı bir biçimde uygulanmaya başlaması ile serbest piyasa ekonomisi desteklenmiş, birçok alanda özelleştirmeye gidilmiş, işçi hakları görmezden gelinmiş, bin bir zorlukla elde edilen sendikal haklar törpülenmiştir. Bunun bir sonucu olarak parça başı ücret sistemi yaygınlaşmış, mesai saatleri uzamış, insanlık dışı çalışma koşulları hüküm sürmeye başlamıştır. (Seçilmiş, 2020) Özellikle Loach- Laverty ikilisinin son filmi Üzgünüz, Size Ulaşamadık’ta İngiliz siyasetinde ve ekonomisinde neoliberalizm etkisi sert biçimde eleştirilmiştir. Filmin ana karakteri Ricky, “kendi işinin patronu olma” hayaliyle başladığı ve parça başı ücret sistemi ile çalıştığı kargo dağıtım işinde lavaboya gitmeye bile vakit bulamamakta, üstelik tüm bunlara rağmen ekonomik sıkıntılarla boğuşmaktadır. Çalışma şartlarının ve ekonomik atmosferin boğuculuğunda tansiyon yükselmekte ve aile fertleri birbirine çatmaktadır.

Ülke ve Özgürlük Land and Freedom 1995

Ken Loach kimi zaman filmleri melodram bir havaya sokmakla, sinemayı tamamen politik görüşü nezdinde algılamakla, ajitasyona başvurmakla, mesajı kör göze parmak biçimde vermekle, sanatsal tarafı noksan olmakla itham edilir. Fakat Loach, nadiren duyguların kırılma noktasını göstermek için dramatize ettiği sahneleri hariç, çoğu filmini tamamen gerçekle uyumlu bir biçimde çekmeye çaba göstermiştir. Mesajlarını ise bilinçli olarak metaforik ve tumturaklı bir biçimde vermekten geri durmuştur. Mesajı doğrudan verir, fakat izleyicinin gözüne soktuğunu söylemek güçtür. Anlatıyı gösterişe boğmanın amacıyla çeliştiğini düşünmektedir. Üstelik yeri geldiği zaman kendi ideolojisini eleştirmekten de geri durmaz. Ülke ve Özgürlük filminde eleştiri oklarının hedefine kendi ideolojisini yerleştirerek solun bir türlü uzlaşamamasından ve esas düşmanı unutturan fikir ayrılıklarından dert yanmıştır. Kendine has üslubu ile auteur yönetmen konumuna gelmiştir. Belki de Loach’a getirilebilecek en büyük eleştiri kimi zaman karakterleri yaratırken gerçek yaşamın “gri” insanlarını görmezden gelerek “siyah” ve “beyaz” karakterler yaratmasıdır. Karakterleri genellikle iyi ve kötü uçları arasında değişmektedir. Bu eleştiri pek tabii filmografisindeki her film için geçerli değildir.

Benim Adım Joe My Name is Joe 1999

Teori ve Pratik Uyum İçinde

Ken Loach ideolojik kimliğini sadece sanat yoluyla ifade edenlerden değildir. Fikirleri, ideolojisinin özüyle tamamen uyumlu bir biçimde, eylemlerine de nüfuz etmiştir. Sözgelimi, 2016 yılında herkesin filmlerine ulaşabilmesi için tüm filmlerini ücretsiz bir biçimde YouTube’da yayımlamıştır. 2017 yılında açlık grevi yapan Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’ya destek mesajı yayımlamıştır. 2009 yılında Melbourne Film Festivali’nde yarışan “Hayata Çalım At” isimli filmini, festivalin İsrail ile sponsorluk anlaşması yapması gerekçesiyle yarışmadan çekmiştir. 2012 yılında Torino Film Festivali tarafından kendisine layık görülen yaşam boyu onur ödülünü festival yönetiminin işçileri mağdur ettiğini ifade ederek şu sözlerle reddetmiştir:

“Bu ödülü kabul etmek ve birkaç küçük eleştiri ile durumu geçiştirmek zayıf ve ikiyüzlü bir davranış olurdu. Beyazperdede belirli bir duruşa sahip olup öte yandan diğer ortamlarda farklı tutumlarla bu duruşa ihanet edemeyiz.”

Ekmek ve Güller Bread and Roses 2000

Bu yıl 86 yaşına basan usta yönetmenin nefes aldığı müddetçe inatçı ve umut dolu bir tavırla hem sanatta hem de hayatta vicdanın sesi olmayı bırakmayacağından hiç şüphe duymayarak bir röportajda kendi ağzından dökülen ve kendisinin yaşama ve sanata bakışını en güzel biçimde özetleyen sözüyle yazıyı bitirelim:

“Bir hikâye anlatacaksanız güzel olduğu için değil, anlatılması gerektiği için anlatmalısınız.”

Kaynakça

Gümüş, M., & Öztürk, M. (2019). Politik Sinemada İşçi Sınıfı Temalarının İşlenişi: Ken Loach Sineması. İş ve Hayat, 5(10), 34-57.

Seçilmiş, E. (2020). Beşeri Sermaye Teorisine Eleştirel Bakış: Ken Loach Sineması ve Pierre Bourdieu Sosyolojisi. İktisat ve Toplum(114), 75-83.

spot_img
Ayçe Cansu Yaşar
Ayçe Cansu Yaşar
"Yaşamaktan yazmaya vakit kalmadı."

Yorum Yap

Yorum girişi yapınız.
Adınızı girin

Macbeth Sendromu: Hırsla Yoğrulan Bir Kimliğin Çöküşü

Macbeth Sendromu, bireyin hırs uğruna kimliğini ve vicdanını yitirerek psikolojik çöküşe sürüklenmesini anlatan patolojik bir durumdur.

You’ya Veda: Önceki Sezonda Neler Oldu?

You, beşinci sezonuyla son kez ekranlara gelirken, önceki sezonlarda neler oldu hatırlayalım.

Altı Çizilenlerde Bu Ay: Ahmed Arif | Hasretinden Prangalar Eskittim

Söylenti Edebiyat editörleri, Altı Çizilenler serisinde bu ay, doğum gününde, şiirin aykırı sesi, toplumcu gerçekçiliğin öncülerinden, Türk edebiyatının benzersiz şairi Ahmed Arif'e yer veriyor!

Orta Çağ Avrupası’nda Evlilik, Boşanma ve Eğlence Kültürü

"Ben senin için yaşamayı göze aldım" diyenleriniz varsa, itinayla "Sıkıysa Orta Çağ'da yaşasana" diyebilirsiniz çünkü bu çağda yaşamak sanıldığından çok daha zor.

HBO Max’te İzleyebileceğiniz Yapımlar

İşte HBO Max'te izleyebileceğiniz yapımlar.

Exulansis: Anlaşılamamanın Getirdiği Vazgeçiş

Exulansis, kişinin anlaşılamayacağını düşünerek kendini anlatmaktan vazgeçişini konu alır.

Şahane Hatalar : Kendi Maceranı Kendin Yarat

Sadece hataların sonuçlarına odaklanmak yerine, bu hataların insanları nasıl şekillendirdiğini ve nasıl birer öğrenme fırsatı sunduğunu ele alan sıra dışı kitap: Şahane Hatalar.

Yahya Kemal Şiirlerinde Yedi Farklı Tema

"İnsan âlemde hayal ettiği müddetçe yaşar." Türk edebiyatına hayalinden kelimeler armağan ve miras bırakan Yahya Kemal Beyatlı.

Kayıp Seslerden Yazının Öznelerine: Virginia Woolf’un Eserlerinde “Kadın” Teması

Woolf’un dilinde "kadın", tarihin dışına itilmiş bir sesin geri çağrılması, unutulmuş bir hakikatin dile gelmesidir.

Zülfü Livaneli – Zor Yıllar | Şiir Tahlili

Zülfü Livaneli'nin kaleminden hislerimize 'sığınak' olan Zor Yıllar şiirini çözümledik!