Bir mimari üslup olarak ortaya çıkan “Gotik”, Orta Çağ’dan bu zamana kadar sanatın birçok alanında kendini gösteren bir akım haline gelmiştir. Sadece bir estetik meselesi olmakla kalmayan Gotik, aynı zamanda insan doğasının düalizmini ve aykırı olma durumunu da yansıtan felsefi bir düşünce halini de almıştır. Bu sebeple sanatın görsel kısmı dışında kalan edebi dünyada da kendine özgü bir tarz yakalamayı başarmıştır. Gotik mimariden esinlenen yazarların gerek hikayeleri için seçtikleri mekanlar gerekse de gotik felsefeyi yansıtmalarıyla o döneme değin edebiyatta görülmeyen farklı bir tarz ortaya çıkmış ve bu tarz gotik anlayışın başka alanlara yayılmasına da vesile olmuştur.
Mimari Üslup Olarak Gotik

Adını bir Avrupa kavmi olan Gotlardan alan Gotik üslup, ilk olarak 12.yüzyıl Fransa’sında dini yapılarda görülmeye başlanmıştır. Kendinden önceki Romanesk mimariye göre daha yüksek inşa edilen bu yapılar, gökyüzüne uzanan sivrilen çatılarıyla, yapıyı dış duvardan destekleyen uçan payandalarıyla ve vitray pencerelerinden içeri süzülerek uhrevi bir hava yaratan ışıklandırmasıyla o dönemin insanı için dinin bulunduğu konumu yansıtır. Kilisenin hayatı domine ettiği bu dönemde dinin yüceliğini gösterebilmek için inşa edilen bu dini mekanlar, yücelik duygusunun yanı sıra dış cephesinin garipliğiyle korku; geniş ve aydınlık iç mekanıyla ise huzur vericiydi.

Fransa’da başlayan bu mimari üslup ilk başta Fransız işi olarak anılıyordu. Gotik ismi dinin merkezde olduğu bu karanlık dönemleri bir nevi yerme amacıyla, akılcılığın önde olduğu Rönesans döneminde kullanılmıştı. Tıpkı Roma’yı istila eden barbar Gotlar gibi bu Fransız üslubunun da Rönesans devrinde hayran olunan Roma mimarisini yok etmiş olması, Gotik kavramının da barbarlıkla özdeşleşmesine ve bu tarzın yeni dönemde terk edilmesine yol açtı.
Gotik Uyanış

Karanlık çağın ardından insanlığın ilerlemesini sağlayan pek çok gelişme yaşandı. Bilimsel deneyler, yeni kıtaların keşfi, endüstriyel devrimler gibi insan aklının üstünlüğünü kanıtlayan gelişmelerin gerçekleştiği Aydınlanma Çağı, herkes tarafından aynı coşkuyla karşılanmadı. Kalabalık ve düzensiz şehirlerin bunaltıcılığı, makine gücünün insan gücüne üstün gelmesinin korkunçluğu, bilimin kötü amaçlar uğruna kullanılma olasılığı ve rasyonel tarafı yüceltilen insanın manevi anlam arayışı; yeniliklere ve akıl çağının ilkelerine karşı büyük bir tepki doğmasına yol açarak eski değer yargılarını tekrar gündeme taşıdı. Rönesans öncesi insanı anlatan gotik üslup, tekrar mimari eserlerde görülmeye başlandı. Neogotik olarak da adlandırılan bu dönemde gotik anlayışın yeniden doğuşu gerçekleşti.

Bu eskiye dönüş sadece mimari alanda olmadı. Horace Walpole, 1764 yılında yayınladığı Otranto Şatosu romanıyla gotik unsurların edebiyatı da etkilemeye başladığını gösterdi. Gotik edebiyat türünü başlatan bu romana benzer olarak daha sonraki eserlerde de Orta Çağ’a ait mekan unsurları kullanıldı. Bu tercihlerinin sebebi hem bu mekanların verdiği izlenimin hem de gotik akımın yansıttığı görüşlerin, dönemin toplumunun ruh haline uygun olmasıydı.
Edebiyatta Gotik Esintiler

Gotik edebiyatta temel unsur değişimin yarattığı korkudur. Yazarlar bu korkuyu okuyucunun kendini huzursuz hissedeceği mekanları kullanarak verir. Terk edilmiş, yıkık dökük, ıssız ve tekinsiz yapıların kaynağını Orta Çağ şatolarında, kalelerinde, manastırlarında, kiliselerinde kısacası gotik mimari izleri taşıyan yapılarda bulurlar. Çünkü gotik üslupla inşa edilen yapılar, hem görünümleriyle dehşet verici olabilirken hem de aykırı bulunarak çürümeye terk edilmişlerdir. Bu aykırılık aynı zamanda gotik karakterlere de yansır. Romanların başkahramanları da genelde kabul gören kimseler değillerdir. Onların grotesk tasvirleri de bir bakıma barbarlığı yansıtan gotik üslup gibi terk edilmelerine yani toplumdan izole olmalarına sebep olur. Gotik edebiyatın kadın yazarlarından olan Mary Shelley’nin Frankenstein eserindeki canavar gibi toplum farklı olanı kabullenmez bu yüzden o da kendi gibi olanı elde etmeye çalışır.

Bu mekanlar yalnızca korku atmosferini oluşturmazlar. Bir zamanlar tüm heybetiyle ayakta duran kimi yapıtların değişimin yıkıcı etkisiyle ne hale geldiklerini de okuyucuya gösterir. Yeni düşünceler, devasa katedralleri yok edebileceği gibi insanın manevi tarafını da yok edebilir. Halbuki Klasisizmin aksine Gotik sanat yalnız akla değil ruha da önem verir. Bu yüzdendir ki hikâyenin psikolojik altyapısı da yine gotik mimari ile hazırlanır. Bireyin toplum içinde hissettiği bunalımı ve kalabalık kitlelerden kaçma arzusunu labirent formları ile yansıtır. İçinden çıkılmaz dizayna sahip mekanlar gizem unsurunu da ön plana çıkarır. Bu özellik de yine dönemin kaotik ortamı ve sonu tahmin edilemeyen yeniliklerin getireceği bilinmez gelecek ile bağdaşır.

Bu bilinmezlik bazen de dış etkenlerden değil de içeriden gelir. Mimari unsurların dış görünümünden ziyade içleri önem kazanır. Robert Louis Stevenson, Dr. Jekyll ve Mr. Hyde’ın Tuhaf Vakası isimli gotik hikayesinde karakterin dolayısıyla insanın içinde barındırdığı ikililiği, Victoria Dönemi İngiltere‘sinin ev tasviriyle verir. Dr.Jekyll, evinin gösterişli ön kapısını kullanırken kişiliğinin karanlık tarafı olan Bay Hyde köhne görünümlü yan kapıdan girer. Bu hikayede korku unsuru içerde barınan tehlikeyi mimari bir tasarımla, son ana kadar gizemini korur.
İlham Veren Yapılar
Kimi zaman gerçek yapılar kimi zaman da onların andırdığı unsurlar Gotik Edebiyatta mekan tasvirine yardımcı olan yaratıcı fikirlerin oluşmasını sağlamışlardır. Gotik Edebiyata ilham veren veya onlarla özdeşleşen gotik mimari eserlerinden bazı örnekler:
Strawberry Hill House: Otranto Şatosu

Horace Walpole, inşa ettirdiği Stawberry Hill eviyle hem sivil noegotik mimariye hem de Otranto Şatosu romanını burayı ilham alarak yazmasıyla gotik edebiyata bilinen ilk örneklerini vermiş ve sonraki eserler üzerinde de etkili olmuştur.
Notre Dame Katedrali: Notre Dame’ın Kamburu

Victor Hugo‘nun klasiklerinden olan Notre Dame’ın Kamburu (Notre Dame de Paris) eseri grotesk heykellerin gölgesinde geçen hikayesinde gotik felsefeden de izler taşır. Eserin başkahramanı Quasimodo, sıradışı görünümü nedeniyle toplumdan uzak kalmaya zorlanmış bir karakterdir. Doğduğunda terk edilmiş olan Quasimodo, Notre Dame’ın tepesindeki heykeller gibi tuhaf ve korkutucudur. Bir diğer başkahraman olan çingene kızı Esmeralda, her ne kadar güzelliğiyle kabul görse de sosyal konumu onu toplumsal çevrenin dışına itmeye yetmiştir. Normallerin dışında olan bu iki figür, tıpkı Notre Dame’ın yansıttığı gotik tarz gibi insanlar tarafından dışlanmış ve yok sayılmışlardır.
Bran Kalesi: Drakula

Bram Stoker‘ın gotik edebiyatın önemli figürlerinden olan vampir Kont Drakula karakteri için esinlendiği kişi Kazıklı Voyvoda olarak da bilinen Eflak Voyvodası III.Vlad‘ın ta kendisidir. Bununla birlikte karakterin hayali şatosu da Transilvanya‘da bulunur. Romanya’nın Transilvanya bölgesinde bulunan Bran kalesi, halk arasında Kont Drakula’nın kalesi ile özdeşleştirilmiştir.
Kaynakça
Arargüç. M.Fikret. “Mimari Bir Tarzdan Edebi Bir Türe: Gotik.” Güzel Sanatlar Enstitüsü Dergisi, no. 36. 2016. Web.
Güngör, Turan Özgür. Elkılıç, Nur Hilal. “Gotik Türün Unsurları Bağlamında Ann Radcliff’in The Mysteries Of Udolpho (Udolf Hisari) (1790) ile Hüseyin Rahmi Gürpınar’in Mezarından Kalkan Şehit (1929) Adlı Eserlerinin Karşılaştırılması”. Uluslararası Sosyal ve Beşeri Bilimler Araştırma Dergisi. Vol 10(91),pp. 242-252. 2023. Web.
LIU, Yi. “Gothic Architecture and Gothic Fiction: An Intertextual Approach.” Comparative Literature: East & West, vol. 13, no. 1, 2010, pp. 135–42. Web.
Kapak Görseli: Canva AI