“En eski müze hafızadır” -Walter Grasskamp
Bellek Nedir?
Bellek kavramı genel olarak geçmişle bağdaştırılan; önceden tecrübe ettiğimiz durum ya da olayların hatırlanabilmesi anlamına gelir. TDK’ye göre bellek “Yaşananları, öğrenilen konuları, bunların geçmişle ilişkisini bilinçli olarak zihinde saklama gücü, dağarcık, akıl, hafıza, zihin” olarak tanımlanır.
Platon, anımsamanın öğrenme ile eş değer olduğundan bahseder. Yani ancak öğrenilenler anımsanabilir. Hatırlama konusunda Platon’un sadece geçmiş zaman tecrübeleri üzerine yoğunlaştığı söylenebilir. Sema Demir Sözel Belleğin Müzede Sergilenişi kitabının “Müze ve Bellek” bölümünde, Felsefe Sözlüğünde belleğin dört tanımı olduğundan bahseder: “Geçmişteki deneyimleri ve yaşantıları anımsayabilme yetisi; “Anımsayan öznenin, geçmiş yaşantılarına, bilinç hâllerine ya da geçmişte algılamış olduğu nesnelere ilişkin çıkarımsal olmayan bilgisi; Özgün olaylar, olgular ve nesneler, imge ve fikirler orada olmadığı zaman onlarla ilgili bilişi ya da malûmatı zihinde korumaktan meydana gelen fonksiyon; Söz konusu malûmatı depoladığı biriktirdiği varsayılan yer” (Aktaran Demir, 19). Görüldüğü gibi belleğin birçok tanımı yapılabilir.
Hatırlamak eylemi, edinilen tecrübelerle paraleldir. Douwe Drasima Bellek Metaforları adlı kitabında Latince kökenli memoria sözcüğünün tıpkı bizim tanımlarımızda olduğu gibi iki anlamı olduğunu belirtir: Bellek ve hatıra. İngilizcedeki memorial sözcüğü için ise durum farklıdır (Demir, 2012, s. 185).
Hatıralar ve öğrenilenleri belleğe kaydetmek için en çok kullanılan biçimlerden biri olan yazılı kayıtlar da önemli rol oynar. Yapılan tanımlar belleğin geçmişle ilişkili olduğunu gösterir ancak farklı düşünceler de vardır. Hatırlamak geçmişle ilintili olsa da yaşanılan andan bağımsız düşünülemez. “Hatırlama ya da anımsama edimi, geçmişten bugüne veri aktarımı gibi sıradan bir eylem olmayıp bilinçle yaşanan bir süreçtir” (Çağla, 2007, s. 217). Tanımlardan yola çıkarak belleğin bireysel geçmiş ile bağlantılı olduğu söylenebilir.
Müzeleşmiş Sözler: Sözlü Kültür Geleneği ve Bellek
Walter J. Ong Sözlü ve Yazılı Kültür Sözün Teknolojileşmesi kitabında bellek ve bellek aktarımı üzerinde durur. Bilinenin aktarılması için birinci sözlü kültür evresinde yazı henüz kullanılmadığından söze başvurulmuştur. Bellek ve hatırlama bu evrede ritüellerle, ritüellerdeki tekrarlarla zihne yerleştirilir. Sözlü kültürün yazılı kültüre yansımasına Homeros’un İlyada ve Odyssessia metinleri örnek olabilir. Bu anlatıların konusu ve kullanılan üslûp açısından sözlü kültür geleneğini en ince ayrıntısına kadar yansıtır. Kullanılan dil şiirsel olduğundan metinler akılda kalıcı hâle gelir. Ayrıca destan döneminin kültüründen de izler barındırır. Bireysel bir anlatıdan daha ziyade kolektif bir tarih mevcuttur. Bu da akıllara şu soruyu getirir: Gerçekten bu metinlerin tek anlatıcısı Homeros mudur? Bu sorunun net bir cevabı yoktur ancak bu durum edebiyatta Homer Sorunu olarak adlandırılır.

Hatırlamanın Bireyselliği ve Kolektifliği Üzerine
Kolektif bellek kavramını ortaya koyan Bergson ve Durkheim’ın öğrencisi Fransız filozof ve sosyolog Maurice Halbwachs‘tır. Ezgi Ulusoy Aranyosi Türkçe Edebiyatta Kolektif Belleğin Yansımaları isimli yüksek lisans tezinde, Assman’ın fikrinden yola çıkarak hatırlamanın kültürle iç içe, toplumsal bir eylem olduğundan bahseder: “Assman hatırlamayı kültürel, dolayısıyla kolektif bir edim olarak ele alırken, ilk olarak Yunan şairi Simonides tarafından ortaya koyulan bellek sanatını (ars memoriae veya memorativa) anmaktadır” (Ulusoy Aranyosi, 2012, s. 3). Assman’ın bu teoriyi sözlü gelenek şairinden yola çıkarak ortaya koyması tıpkı bellek gibi geçmişin şimdi üzerindeki etkisini gösterir. Birey ve toplumun hatırlaması, ikisinin varlığına bağlı olduğundan birbirleriyle doğrudan ilişkili olduğu söylenebilir.
“Gruplara atfedilen belleğin bu bağlamda grubun varlığını devam ettirdiği sürece var olmaya devam edebilmesi söz konusudur” (Mitszal’dan aktaran Ulusoy, s. 9). Aslına bakıldığında anımsama, olayların ya da durumların bellekte yeniden ve yeniden inşa edilmesi ile ilgilidir. Yani hatırlamanın sadece geçmiş ile birlikte düşünülmesi doğru bir tutum değildir. Şimdinin oluşmasında geçmiş zamanın etkili olması gibi anımsama eyleminde her iki zaman da etkilidir. Kişilerin kendi anılarını anımsaması bireysel bir eylem gibi görünse de içinde bulunduğu toplumla beraber düşünülebilir. “Bireylerin hatırlama pratiği de, fiziksel bir edim olarak bireysel görünse dahi, anıları her zaman mensubu olunan grupla ilişkilendirerek çağırır” (s. 9). Assmann bellek nesnelerini, onun deyişiyle hatırlama figürlerini üç ayrı çerçevede inceler: Zamana ve mekâna bağlılık, gruba bağlılık ve tarihin yeniden kurulması.
Edebiyat ve Tarih
Edebî metinlerin içeriğinde hem realiteden hem de kurgudan izler barındırdığı söylenebilir. Tarihî metinlerin yazılma amacı, okuyucuyu “geçmiş” hakkında bilgilendirmektir. Geleneksel tarih, edebiyatın aksine gerçeği olduğu gibi anlatmakla yükümlüdür. Edebiyatçı ve tarihçi arasındaki en büyük ayrım, ikisinin de olaylara farklı perspektif ve anlatımla yaklaşmasıdır. Aristoteles Poetika‘sında tarihî ve edebî metinlerin arasındaki farkın ölçülü-ölçüsüz yazılmasından kaynaklı olmadığını belirtir. Tarihçinin “geçmiş” zamanı gerçekliğe dayanarak anlatması edebiyatçı ise hem olmuş hem de olabilecek olana anlatısında yer vermesi ikisini birbirinden farklı kılar (Aristoteles, 2020, s. 23). Tarih ve edebiyat zaman içinde anlamsal ve işlevsel olarak dönüşüme uğramıştır. Estetik ve kurgusallık zamanla tarihi anlatan edebî metinlerin de içerisinde yer almış; sadece olanı anlatan tarih “yeni tarihselcilik‘e” evrilmiştir.
Tarihsel olayları anlatan edebî romanlarda belleğin izlerine rastlanır. Toplumcu-gerçekçi edebiyatın öne çıkan isimlerinden biri olan Rıfat Ilgaz Karartma Geceleri‘nde, II. Dünya Savaşı döneminde, yarattığı Mustafa Ural karakteri üzerinden kendi tecrübe ettiği olayları belleğinde kaldığı kadarıyla okuyucuya aktarmıştır. Roman, adını o dönemde uygulanan karartma uygulamalarından alır. Yazarın kendi yaşantısının yanında savaş dönemini tarihî gerçeklik çerçevesinde kurduğundan bireysel ve kolektif belleğin anlatısı olduğu yorumu yapılabilir.
Günümüzde postmodernizmin önemli yazarlarından Orhan Pamuk, Beyaz Kale romanında temel olarak yüzyıllardır birbirinin nazarında öteki olan Doğu-Batı‘nın anlatısını sunmuştur. Yazar metnini tarihî gerçekliğin yanında kurgusuyla beslemiştir. Doğu kültürünün temsili olarak isimsiz bir “Hoca”; Batı kültürünün temsili olarak isimsiz, “Venedikli Köle” karakterine eserinde yer vermiştir. Yazarın tarihî romanında karakterlerini isimsiz yaratması ilginçtir. Bu, eserin evrensel bağlamda değerlendirilmesini sağlar. Pamuk, yarattığı iki karşıt karakter üzerinden Doğu-Batı kolektif belleğini okuyucuya sunar.
Kolektif bellek geçmiş ve şimdinin üzerine topluluktaki “birey”lerin, yaşanılanların üzerine yeniden düşünerek hatırlamasıdır. Edebî anlatılar gerçek ya da kurgu olabilir, yazar istediği zamanı anlatabilir. Tarih ise geçmişi anlatır. Edebî tarih anlatıları yeniden kurulmaya müsaittir. Bellek kavramı hem geçmiş hem de gelecekle ilişkili olduğu için edebiyattaki tarih anlatıları kolektif bellek kavramıyla birlikte okunabilir.
Kaynakça
Aristoles. (2020). Poetika –Şiir Sanatı Üzerine-. Çev: Ari Çokona, Ömer Aygün. İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.
Çağla, Cengiz. “Bellek Üstüne Düşünmek”. Cogito Bellek: Öncesiz Sonrasız. 50 (2007) 217-232.
Demir, Sema. Sözel Belleğin Müzede Sergilenişi İktidarın Nesnesi, Nesnenin İktidarı. İstanbul: Fanus Kitap Yayınları, 2017.
Demir, Sema. “Kültürel Bellek, Gelenek ve Halk Bilimi Müzeleri”. Milli Folklor Dergisi. 95 (2012) 183-193.
Ulusoy Aranyosi, Ezgi. Türkçe Edebiyatta Kolektif Belleğin Yansımaları. Ankara: İhsan Doğramacı Bilkent Üniversitesi, Yüksek Lisans Tezi, 2012.