Bizans İmparatorluğu, Büyük Constantinus‘un 324 yılında resmi olarak Byzantion kentini Roma İmparatorluğu’nun ikinci başkenti olarak ilan etmesiyle başkent Consantinopolis‘in 1453’te fethedilmesine kadar geçen süredir. Doğu Roma İmparatorluğu olan Bizans’ı, Roma İmparatorluğu tarihinden ve kültüründen ayırmak için tarihçiler tarafından kullanılmış dolayısıyla da Bizans İmparatorluğu olarak anılmaya başlanmıştır.
Sanat ve Mimarideki Yeri
Büyük Constantinus’un Hristiyanlık inancını serbest bırakmasıyla çok sayıda kilise inşa edilmeye başlandı ve bu kiliseler dinsel ikonalarla süslendi. Bizans kültür ve sanatında ikon ve ikonografi gösterişten uzak, öğretme amacı barındırırken diğer yandan küçük sanatlar başlığı altında değerlendirdiğimiz fildişiler, cam ve mücevherler, veroli tabutları Bizans dönemi için dinsel nitelik taşırlardı.
Dinsel ikonalar İncil’de anlatılan konulara uygun şekilde tasvir ediliyor, amacına karşılık gelecek biçimde uygulanıyordu. Kilisenin önemli bölümlerini süsleyen ikonalar önceliği Meryem ve çocuk İsa, Başkalaşım (Metamorfosis), Diriliş (Anastasis), Göğe Çıkış (Anaplasis), Meryem’in ölümü’ne (Koimesis) veriyordu. En zengin örnekleri Khora Kilisesi, Göreme Karanlık Kilisesi‘nde görülürken; İstanbul Ayasofya’sında bulunan apsis ikonası ve İstanbul’da tek örneği Arap Camii’nde olan fakat şu an görülemeyen Son Akşam Yemeği tasviri çok önemli yere sahiptir.

Yemek
Bizans’ta bugün de olduğu gibi yemekler toplam üç öğündü. Öğle ve akşam yemekleri zenginler için üçer yemekten oluşuyordu. Zenginler tavşan, domuz, kuzu eti yerken; alt sınıflar kalitesi düşük etler, yumurta ve sebze ağırlıklı beslenirlerdi. Zenginlerde öğle ve akşam yemekleri için fazla yemek pişirilmekteydi. Önce ordövr sofraya gelir akabinde gakos denilen sosla beraber bir balık yemeği ya da kızarmış et yenilir ve ardından tatlıya geçilirdi. Menü genellikle ızgarada pişirilmiş ördek, balık, domuz eti, çorba, peynir, ve meyveden oluşuyordu. Yemeklerin yanında Sakız Adası‘ndan gelen beyaz şarap tüketilirdi. Bizans aristokrasisi tarafından yemekler iki uçlu çatallar yardımıyla yeniyorken; alt sınıflar yemeği parmaklarıyla yiyor ya da kesmek için bir bıçak kullanıyorlardı.
Cinsellik
Kilise kaynaklı kamusal otorite, cinsel davranışın birçok yanını kurala bağlıyordu. Bazı davranışlar doğal, gerekli görülürken, diğer davranışlar doğaya aykırı, yararsız, sapkın, gayri meşru görülüyordu. Doğaya aykırı davranışta bulunan imparator olduğunda, aykırılık onun otoritesini hiç azaltmıyordu.
8. ve 9. yüzyıllar arasında kilise, cinsel arzunun kaçınılmazlığını kabul etmiş meşru bir kurtuluş yolu olarak evliliği önermişti. Evliliğin hedefi hem üreme hem de cinsel arzunun denetimli tatminiydi. Kendini resmi biçimde ifade eden kilise, evliliği kendi etkisi altına almaya çalıştığı kurum olarak benimsemiş ve cinsel faaliyeti de bu kurumun sınırları içine kapatmaya çalışmıştı.
Kilise’ye göre cinsel faaliyet, bir erkekle bir kadının, uygun bir yaşta, kendilerinin ve ebeveynlerinin onayıyla engel görülmeyerek, tekeşli bir evlilikle bir araya gelmeleri durumunda kabul edilebilirdi. Evliliğin ikili bir hedefi vardı bunlar, İoannes Khrysostomos’un deyişiyle, ”sefahatin ve fuhuşun ortadan kaldırılmasıydı.” Fahişelerle yatıp kalkma, eş aldatma, hayvanlarla cinsel ilişki ve oğlancılık ya da eşcinsellik gibi davranışlar kilise yasasına tamamen aykırıydı.


Paskalya Ayini ve Ayin Düzeni
İmparatorluk sarayı İstanbul Ayasofya’sına fiziki olarak bağlıydı. İmparator, patriği atıyor, patrik imparatora taç giydiriyor, imparator ve patrik Doğu Roma’nın dinsel ve siyasal düzenini oluşturuyordu.
Bizans’ın gücünü simgeleyen İmparatorun Ayasofya’ya gelişini tören düzeni izliyordu. Ayin genellikle üç saat sürüyor, imparator halktan uzak bir yerde duruyor ve ayin sırasında dört çıkış yapılıyordu. Bunlar sırasıyla: Küçük giriş olan adakların verilmesi, İncil’in okunması, Takdis öpücüğü ve Komünyondu.
Paskalya Ayini Nasıldı?
Pazar günü yapılır ve bir gün önce imparatorlar en az 32 kilo saf altını az adak olarak sunak masasına bırakmak için Ayasofya’ya gelirlerdi. Gece ayini sırasında patrik büyük vaftizhanede inananları vaftiz ederdi. Pazar sabahı şafak vaktiyle imparatorlar saray kiliselerinde dua ederler ve sarayda yaşayanları, askerleri sarayın çeşitli mekanlarında selamlarlardı. Bu selamlamalar süresince birkaç kez hadımağalarının yardımıyla perdenin ardında kıyafet değiştirirler daha sonrasında da tacını takarak Ayasofya’ya gelirlerdi.
Narteksin girişinde hadımağalar imparatorların tacını çıkarır, patrik ve din adamları imparatorları narteksin kapısında bekler, tacını çıkarttıktan sonra patriğe doğru ilerlerlerdi. İlk önce İncil’in önünde secdeye dururlar sonrasında patriği selamlayıp öperler ve imparatorluk kapısına kadar gidip burada tanrıya şükretmek için üç kez mumlarla secdeye dururlardı. Patrik duasını bitirdikten sonra da içeri girerlerdi.
Yoksullar
İki ayrı yoksulluk türünü tanımlayan iki farklı sözcük kullanılmıştır: Penes denilen grup, belirli bir işi olan ama emekleri karşılığında istediği yaşamı elde edemeyen kişilerden oluşurdu; ptöchoslar ise hiçbir iş tutamadan sefalet içinde yaşayan ve bütün ihtiyaçları için başkalarının eline bakan gruptu. Deomenos (muhtaç,muhtaçlar) sözcüğü yoksulluğu kusura yoran bir duruma karşılık gelirdi.
533 yılında yürürlüğe giren Digesta‘da yer alan (Iustinianus’un elli ciltlik kanun derlemesi) bir maddeye göre, en az 50 altın sikkesi (aurei) olmayan bir kişi yoksul sayılıyordu. Yoksullar çoğunlukla kiralık evlerde otururlardı. Yoksulların çalıştığı işler kısmen değersizdi ve devamı gelmezdi. Ücretler düşüktü, ödemeler günlük alışverişlerde çokça kullanılan bronz sikkelerle gerçekleştiriliyordu.
İustinianos kanunları, yoksulluğa, yasal ve cezai statü kazandırma eğilimi göstererek Severus’ların başlattığı girişimleri sürdürür nitelikteydi. Bu çalışmalar 726’da çıkarılan Ecloga adlı yasayla sonuca bağlanmıştır. Yasaya göre bazı suçlar için verilecek ceza, suçlunun konumuna yani statüsüne göre değişkenlik gösteriyordu. Zengin kesime (euphoros) para cezası kesilirken, aynı suçu işleyen yoksul kesime ise bedensel cezalar öngörülüyordu.

Manastır
İlk keşişler, III. yüzyıl sonlarında ortaya çıkmıştı. Hıristiyanlar, baskı ve zulümden kurtulmak için çöle sığınır, orada ibadetlerini yerine getirirlerdi. Bu hayat tarzını benimseyen ilk kişi, Paulus adında biriydi (Havari Paulus’la karıştırılmaması için “İlk Münzevi” adıyla anılır). Palmiye yapraklarından kendine giysi yapan Paulus’a bir karga her gün bir somun ekmek getiriyordu. Böylece Paulus, ölene dek 60 yıl boyunca yaşamını burada sürdürmüştür.
Çağdaşı olan Aziz Antonios daha fazla tanınmaktadır. Paulus yapayalnız yaşıyordu; Aziz Antonios’un yanına ise müritleri akın etti ve böylece keşiş toplulukları gelişmeye başladı. Keşişler hafta içinde ayrı ayrı hücrelerde kalıyor, dua edip hasırdan şilteler yapıyorlardı. Hafta sonunda ise ibadet için toplanıyorlardı.
Dini mekanlardan günümüze Khora ve Pammakaristos gibi birkaç kilise kalmıştır. Bir zamanlar yüzlerce keşişin yaşadığı Studios Manastırı‘nın yerinde ise bugün damsız bir bazilika durmaktadır. En eski ve gösterişli Bizans manastırı, VI. yüzyılda Iustinianos’un yaptırdığı Azize Katerina‘dır. On dört yüzyıl boyunca aralıksız kullanılmış olan bu manastır, iki bini aşkın ikonasıyla Bizans mirasını barındıran bir kaynak niteliğindedir.
Din
Paganizm kültürünün hakimiyet kurduğu Doğu Roma topraklarında Hristiyanlık dinini benimseyen topluluklar azınlık sınıfındaydı. Bir yanda paganizm güçlü bir şekilde varlığını sürdürürken diğer taraftan Hristiyan olanlar Pagan-Romalılar karşısında hezimete uğradıklarından dolayı ibadetlerini gizli bir şekilde gerçekleştiriyorlardı. Büyük Constantinus’un 313 yılında Hristiyanlığı imparatorluğun resmi dini haline getirmesiyle bütün durum değişti. Hristiyanlar istedikleri gibi ibadet edebilir konuma erişmişti.
Hristiyanlık Dini Toplumun Davranışlarını Değiştirebilir mi?: Aya İrini Kilisesi’nin Efsane Tarafı
Aya İrini Kilisesi’ne bu ismi veren Penelope adında genç bir kadındır. Efsaneye göre Büyük Konstantin’in şehri başkent yaparak yeniden imar ettiği dönemde, birçok Romalı gibi o da Konstantinopolis’e gelir. İnançlı bir Hristiyan olan Penelope, Roma halkını Hz. İsa ile tanıştırmak için çaba harcar. Ancak bunu reddeden Pagan Romalılar, Meryem Ana’yı inkar etmesi ve Paganizm’e tabii olması için kadına türlü işkenceler yaparlar.
Önce yılanlarla dolu bir kuyuya atarlar fakat yılanlar gece boyunca ona ilişmezler. Ardından kadını büyücülükle suçlayarak taşlarlar. Son olarak atlara bağlayıp saatlerce sürüklerler. Penelope hiçbirisinden zarar görmeyince Romalılar ona biat ederler. Rivayetlere göre İstanbul halkı Hristiyanlık ile tanıştıktan sonra hiç taşkınlık yapmaz ve yıllardır süren isyanlar son bulur. Bu yüzden İmparator Konstantin, genç kadını azize ilan eder ve “Kutsal Barış” anlamına gelen St. Hagia Eirene ismini verir ve onun için Aya İrini Kilisesi’ni yaptırır.


Bizans İmparatorluğu her ne kadar siyasi kuralları belirlenmiş bir imparatorluk olsa da din üzerine ilerlemiş ve yaşamlarını bu yönde kurmuştur. Mimari yapıları ve ikonalarıyla akılda kalan Bizans, Türkiye’nin birçok yerine mirasını bırakmış ve tarih boyunca dikkatleri çekmeyi başarmıştır.
Kaynak
E. Patlagean, Yoksulluk, Cogito, sayı 17, 1999.
M. Talbot, Bizans Manastır Sistemine Giriş, Cogito, sayı 17, 1999.
Cogito, Bizans, sayı 17, YKY, 1999.
J. Herrin, Bizans: Bir Ortaçağ İmparatorluğunun Şaşırtıcı Yaşamı, İletişim Yayınları.