İlk sezonuyla hepimizin kalbini kazanan Netflix ve O3 Medya yapımı Kulüp dizisi, merakla beklediğimiz ikinci sezonuyla geri döndü. Geçtiğimiz sezon finalinde aklımızda bolca soru işaretleri ve kalbimizde bıraktığı burukluk hala şuracıkta dururken Kulüp, yeni sezonda sorularımıza bir yanıt verecek ancak kalbimizin kırıklığını tamir etmek şöyle dursun, paramparça edecek. Kulüp’ün ikinci sezonu çokça dram, gözyaşı ve hüzün içerse de yüzümüze bir tebessüm kondurmayı da ihmal etmiyor.
Dizinin ilk sezonunu izlemiş ama biraz unutmuş olan okurlarımızı şuradaki linklere davet ediyor, “Ben unutmadım, her şey hala taze” diyenlerle birlikteyse mendillerimizi hazır ediyor ve ikinci sezona, 60’lı yılların İstanbul’una bir yolculuğa çıkıyoruz.
İstanbul’un eğlence dünyasının kalbinin attığı yer olan Kulüp’ü ve hikayesi bu yere temas eden herkesi, bu kez küçük bir kızın, Rana’nın gözünden izliyoruz. Hikâyenin akışını ve anlatısını ikinci sezonda Rana üstleniyor ve arka planda bize yaşananları anlatıyor. Önceki sezonda Matilda ve Raşel’in yaşadıkları etrafında şekillenen dizi, bu kez her şey olup biterken Rana’nın düşündükleri ve hissettikleri etrafında yoğruluyor. Rana’nın gözünden izlediğimiz yaşanmışlıklar, bazı kurgusal dokunuşlarla harmanlanmış olsa da, aslında gerçek hayattaki Rana Denizer’in ve ailesinin özgün hikayesi. Dolayısıyla onun ve ailesinin gerçek hikayesini izliyoruz Kulüp’te ve bu bilinçle diziye bakmak onu daha etkileyici ve dokunaklı kılıyor. Dizinin senaryosunu yazan Denizer, “unutmamak için yazdığını” bize hikâyenin en dokunaklı yerlerinde hatırlatıyor.
Kulüp İkinci Sezonda Neler Oluyor?
Hatırlarsak İsmet, Raşel’in hamileliğini öğrenince babasından aldığı yaralar yüzünden evlenip bir aile kurmaya çekinmiş, Raşel de aralarında yaşananlara ve İsmet’in korkaklığına öfkelenip kızını annesiyle beraber büyütmeye karar vermişti. Nihayetinde öyle de olmuş geçen yıllarda, İsmet kaçıp gitmiş Raşel de Rana’yı annesinin koruyucu kanatları altında büyütmüş. Yani Rana, Raşel ve İsmet’in kızı.
Raşel’in bu yolculukta çok yorulduğunu fark ediyoruz daha başlangıçtan, ilk sezonda izlediğimiz gibi hırçın ve kafasına estiğini yapan bir genç kız değil artık. Kızını babasız büyütmek istemiyor, tüm yaşananlara rağmen bir aile kurmak istiyor ve İsmet’e geri dönmesi için mektuplar gönderiyor. Ama bir cevap alamıyor. Hem İsmet’e duyduğu özlem hem de onun tarafından kabul edilmemek Raşel’i daha içine kapanık ve zalim biri haline getiriyor. Yine de kızı Rana’ya duyduğu sevgi hayata tutunması için en büyük sebep. Aslında içten içe İsmet tarafından yeniden sevilmeyi de bekliyor en nihayetinde. Bunlarla birlikte Raşel, Kulüp’te Çelebi ve Matilda’nın çalışanlarla kurdukları aile ortamına bir türlü ait hissedemiyor kendini, dışlanmış hissediyor ve bu nedenle zaman zaman pişman olacağı eylemlere veya sessizliğe sığınıyor.
İsmet, Çelebi’nin ufak oyunuyla geri dönmek zorunda kalıyor ama bir aile kurmaya hevesi yok. İyi bir baba olamama korkusu ve bir şeye bağlanmaktan duyduğu çekince onu her an kaçıp gidecekmiş hissiyle sıkıştırıyor. Raşel’e de eskisi gibi yoğun duygular beslemiyor artık gördüğümüz kadarıyla, “Biz sadece anne ve baba olabiliriz artık” demesinden anlıyoruz bunu. Yine de deniyor, Rana’nın ona olan ilgisi ve merakı İsmet’e baba olmayı da öğretiyor aslında, birlikte öğreniyorlar, kendilerine özgü bir baba-kız ilişkisi kuruyorlar böylelikle. Diğer yandan Raşel, bu ilişkinin de dışında kalıyor.
Kulüp’te ise olaylar daha karmaşık. Mekanın sahibi Orhan’ın gaiplik kararı açıklığa kavuşana kadar Çelebi ve Matilda’nın idaresinde işleyen Kulüp, dönemin siyasi ikliminin etkisi altında sallanıyor. Vergi cezası gibi meselelerle yüzleşerek kapanmanın eşiğine geldiğinde, orada çalışanların birikimlerini gönüllü olarak vermesiyle ayakta kalıyor ve çalışanlar, artık onlar için yuvası gibi olmuş bu yeri daha çok sahipleniyor. Ama bu dikkat çeken mekana talip olan başkaları da var elbette. Diziye bu sezon dahil olan Fikret, 6-7 Eylül olayları sonrasında zengin olan bir müteahhit. Beyoğlu’nda birçok yeri satın almış olan Fikret, gözünü Kulüp’e dikmiş ve bu mekanı elde etmek için sezon boyunca azami çaba harcıyor. Fikret oldukça karmaşık bir karakter olarak kurgulanmış, yer yer ondan daha zalim olan babasının yaptıkları yüzünden Fikret’e bir şefkat besleyecekmişiz gibi hissetsek de bizi bu düşüncemizden kolayca vazgeçirecek bir şey yapıveriyor hemen.
Fikret’in bir de Kulüp’te çalışan, aşık olduğu biri var, Keriman. Selim Songür’ün gölgesi altında çalışan ve ondan önce sahneye çıkıp şarkı söyleyen Keriman, belki de dizinin en hırslı ve kötü karakteri. Selim gibi Kulüp’ün tek assolisti olmak, görülmek, şöhrete sahip olmak istiyor ve bu yolda her türlü ahlaki sınıra meydan okuyacak kadar kararlı. Öyle ki Selim Songür’ün trajik ölümüne neden olacak kadar ileri gitmekte bir sakınca görmüyor, bundan biraz bile pişmanlık duymadığı gibi yaptığını açıkça söylemekten de çekinmiyor. Fikret’le de hayalini kurduğu hayata kavuşmak için birlikte gibi görünüyor çoğu zaman, onun zenginliği ve nüfusu, Keriman için bir fırsat. Selim öldükten sonra yeni assolist kendisi olsa da işler planladığı gibi gitmediğinde yeterince kötü olabileceğini final bölümünde de anlıyoruz, zira ikinci kere cinayet işleyecek kadar ileri gidebiliyor. Keriman ve Fikret, ikinci sezonun kilit karakterleri olarak karşımıza çıkıyorlar, onların her eylemleri diğer karakterlerin yaşamlarını etkilediği gibi Kulüp’ün kaderini de belirliyor.
Bu sezon Çelebi ve Matilda arasındaki ilişkiyi de daha yakından izleme fırsatı buluyoruz. Çelebi’nin yıllardır Matilda’ya duyduğu aşkı açıkça yaşayabiliyor olması hepimizin kalbini sıcacık yapıveriyor. Çalışanlarıyla birlikte Kulüp’te bir aile kurup, Kulüp’ü satın almak istiyorlar ancak ne yazık ki bu isteklerini gerçekleştiremiyorlar. Çelebi ve Matilda tüm çabalarına rağmen her seferinde başkalarının oyunlarına maruz kalıyor. Nitekim Fikret, Kulüp’e gizlice ortak olunca ortalık karışıveriyor. Çalışanların hiçbiri Fikret’i sevmiyor zamanında evlerini yıkıp yerine yenilerini yaptığı için. Esasında dizi boyunca Kulüp mekanı aracılığıyla anlatılmak istenen hikaye izleyiciye dönemin siyasi, ekonomik ve toplumsal dinamiklerini yansıtmak açısından destekleyici bir role sahip.
Bu sezonun sürprizlerinden biri, Selim Songür ve Matilda’nın diziden ayrılması olmuş. İlk olarak Selim, final bölümünde de Matilda, Keriman’ın hırsları yüzünden hayatlarını kaybediyor. Sezonu daha dramatik bir hale getiren bu iki olay, izleyicilerin pek de beklemediği bir sonuçtu kuşkusuz ancak bu iki karakterin ölmesinin gelecek hikayenin gelişimine doğru bir adım olduğunu söyleyebiliriz. Ancak her iki olay da hikayeye daha iyi entegre edilebilirmiş. Zira Selim ve Matilda gibi önemli iki karakterin, diziye yeni katılan bir karakter tarafından basitçe öldürülmesi hikayenin akışına ve inandırıcılığına zarar veriyor.
Genel olarak baktığımızda, bu sezonda yaşanan birçok olay bizi bir sonraki sezona hazırlıyor gibi görünüyor, nitekim final bölümünde yavaş yavaş daha yakın tarihimizde yaşanan olayların başladığının sinyalleri veriliyor.
Bazı Yaralar Hatırlamak İçindir: Seni, Beni, Bizi
Kulüp dizisi sadece olay örgüsü ve karakter gelişimi üzerinden değil aynı zamanda toplumsal ve psikolojik düzeyde de incelenebilecek birçok mesaj ve yorum içeriyor. Zira dizi, Türkiye tarihinin çok konuşulmayan bir dönemine işaret ediyor. Bunlardan bazılarına önceki yazılarımızda da değinmiştik ama tekrar bir toparlayalım:
Dizinin özellikle ikinci sezonu, Türkiye’nin 1950-60’lı yıllarına tekabül ediyor; bu dönemde yaşanan olaylar, bu olayların toplumsal hayata yansıyışı ve günümüzde nasıl bir yere izdüştüğü çokça konuşulmayan bir konu. Dolayısıyla dizinin bu dönemde geçiyor olması, ele aldığı konu ve hikayenin gerçek olaylara dayandığını da göz önünde bulundurunca, izleyicilere o dönemin Türkiye’sini daha yakından tanıma ve belki anlama fırsatı sunuyor.
1950’ler, Türkiye’nin siyasi değişimleri, darbeler, kırsaldan kente göç, azınlıkların yaşadığı zorluklar, milliyetçilik ve siyasal İslam’ın yükselişi, genç hareketleri gibi bugün hala etkisini sürdüren önemli olaylara tanıklık edilmiş yıllardır. Kulüp, başarılı bir tarihsel perspektif sunarak o zamanlar yaşananları daha rahat konuşabileceğimiz bir alan açıyor hepimize. Dahası, tüm bu hikayeye küçük bir kızın gözünden, daha az filtreyle bakma fırsatı veriyor bize Kulüp.
Özelde Pera’nın ama aslında o güzelim eski İstanbul’un satılıp, mütehattilerin eliyle nasıl göz kamaştırıcı güzelliğini yitirdiğini, “yeniden inşa edildiğini” de anlatıyor hikayesinin arkaplanında. Bununla beraber, etnik kökenleri ya da dini inançları, yaşama biçimleri farklı farklı olan bir toplumun; ideolojiler ve siyasi aygıtlar aracılığıyla nasıl ayrışmaya başladığını ve bu durumun günümüze değin nasıl sürüp geldiğini de yüzümüze çarpa çarpa işleyen dizi, aslında bu farklılıkların bizi ayrıştırması gereken değil, bir araya getirmesi gereken değerli yanlarımız olduğu mesajını veriyor. Öte yandan, o dönemde Türkiye’de aile olmanın ne anlama geldiği ve kan bağı olan veya olmayan ailemizle olan bağlarımızı sorgulamamıza da alan açıyor dizi. Aile olmanın karmaşıklığını, sevgi ile öfke arasındaki ince çizgide dolanarak işliyor. Sonuç olarak Kulüp, toplumumuzdaki yaralara teker teker dokunan ve hatırlatan, derdi olan bir yapım olarak izlemeye, üzerine söz söylemeye kesinlikle değer. Diziyle ilgili konuşulması ve tartışılması gereken çokça konu olduğuysa kuşkusuz.
Gökçe Bahadır, Fırat Tanış, Salih Bademci, Barış Arduç, Asude Kalebek, Halil Babür, Serra Arıtürk gibi başroller, yan karakterlerde izlediğimiz oyuncular ve küçük Rana’yı canlandıran Ada Erma kesinlikle harika bir iş çıkarmışlar. Buna eklemlenen sahne ve dekor tasarımı, başarılı sinematografi ve mekan kurgusu, kostüm tasarımı, kullanılan müzikler gibi unsurlarla dizi, izlemesi daha keyifli bir hal alıyor. Şunu da söylemeden geçmeyelim ki dönemin atmosferini ve dokusunu en doğru şekilde verebilmek için her şey en ince ayrıntısına kadar düşünülmüş. Sadece bu açıdan bile yerli dönem işleri arasında özel bir yere sahip.
Son olarak, farklılıklarımızın bizi ayrıştırmadığı ve herkesin nefes alabildiği bir ülkede, geriye baktığımızda hatırlamamız gerekenleri de yanımıza aldığımız ve bundan gocunmadığımız bir yaşam dileğiyle.