Luzifer: Münzevi Mahmurluk

Editör:
Berke Ateş Aytekin
spot_img

Her insanın hayatında iz bırakan olaylar yaşanmış, bazı kişiler her zaman o insanın zihninde yer etmiştir. Bu olaylar insanı yalnızlığa iterek değişime ve olgunlaşmaya yol açar. Franz Rogowski’nin hayat verdiği Johannes karakteri de bu değişimleri Avusturya’nın ıssız Alplerinde tek başına sırtlanıyor.

Gerçek bir hikâyeden uyarlanan Luzifer filminin yönetmen koltuğunda Peter Brunner oturuyor. 2021 yılının unutulmaz filmlerinden biri olan ve sinema severlerin kısa sürede gözdesi haline gelen drama türündeki eser, kendi döneminde Locarno Film Festivali‘nde ve Sitges-Katalonya Film Festivali‘nde yer aldı. Eser Sitges’de En İyi Aktör ve En İyi Aktris ödüllerine lâyık görüldü. Bu sene de başarısını sürdürüp Transilvanya F. F., Guanajuato F. F. ve Diagonale: Avusturya Film Festivali seçkilerinde kendine yer buldu. Filmin başrol kadrosunu Anne rolünde Susanne Jensen ve Oğul (Johannes) rolünde Franz Rogowski oluşturuyor. Bu iki başarılı ismin oluşturdukları etki ise kelimelerle anlatılamayacak kadar fazla.

Münzevi yaşamı süren bir anne ve oğul Avusturya’nın ıssız Alplerinde kendilerine ait cennetlerinde dünyaya çok farklı bir pencereden bakmaktadırlar. İnançları kendi benliklerinin önlerine geçen ikili ilk bakışta çok sade gözükseler de standart insan statülerinden oldukça farklı konumdalardır.

Hristiyanlık inancına yatkın bir eğilimleri olsa da film içerisindeki birçok sekansta farklı inanç sistemlerine ait oldukça açık detaylara rastlıyoruz. Örneğin çevrelerinde işlenmiş ahşaptan putlar mevcut. Farklı bir sahnede ise etrafın tütsülenmesine daha sonra da yapılan sembolik alanların yakılmasına şahit oluyoruz. Bu da bağımsız bir inanç türü olan Şamanizm’i akıllara getiriyor. Görünüşte çok tanrılı bir inanç var gibi görünse de bunların aslında temel ilkeye bağlı olarak bir arınma işlemi için yapıldığını varsayabiliriz.

Johannes fiziken olgun; fakat akıl yaşı olarak masum bir çocuğu andıran bir karakter. Bu sebepten ötürü annesinin sözünü dinler ve ona minnet duyar. Annesi de kendi bildiği doğrular içerisinde onu yaşadıkları dağın en uç noktasında insanlardan arınmış bir biçimde güvende tutmaya çalışır. Bundan kaynaklı bazı sahnelerde “Yükseklerde kafam ayık, yükseklerde oğlum güvende!” duasının tekrarlandığını görürüz.

Film başından sonuna kadar tekrar eden bir başka olgu da “Şeytan nerede Johannes?” sorusudur. Birgün anne ve oğulun insanlardan uzak yaşadığı bu hayatın içerisine bir grup çağdaş insan dahil olur. Bu grup o arazide çalışma yapabilmek için annenin imzasını almak zorundadır. Bu modernitenin Johannes ve annesinin hayatına ansızın dahil olmasından sonra bu soru film içerisinde daha çok yankılanmaya başlamıştır.

Bu insanlar ortalıkta kolay kolay görünmüyor, varlıklarını uçurdukları dronlar sayesinde tescilliyorlardır. Öyle ki Johannes bu dronlardan bir çocuk gibi korkuyor ve onlardan kaçıyordur. Hatta bir sahnede drondan saklanmış ama annesi gelip ellerini iki yana çarmıha gerilmiş gibi açmıştır. Sanki drona bir haç işareti doğrultuyormuşçasına kendi bedenini öne sürer ve dron oradan uzaklaşır. Daha sonra Johannes’in tek arkadaşı olan Kartal (Arthur) ortadan kaybolur. O andan sonra sevdiği, değer verdiği birini kaybetmenin acısıyla gözler önüne serilen duygu değişimini Johannes’in gözlerinden rahat bir biçimde okuyoruz. Bu durum onu korkularıyla yüzleşmeye ve evrilmeye iter. Bu olayın ertesi günü Arthur yeniden ortalıkta belirir. Bu esnada bir dron da Johannes ve Arthur’un yanına gelir, fakat bu defa kaçmak şöyle dursun, Johannes Arthur’un önüne atlayarak ellerini çarmıha gerilmiş gibi açarak drona bağırmaya başlar. Dron uzaklaşır. Bu sahneden iki anlam çıkartmamız mümkün. İlki Johannes’in annesini gözlemlediği ve onun gözünde kötülüğe karşı nasıl savaşılabileceğini öğrenmesidir. Aslında bir bakıma aklın dolaylı yoldan eğitilmesi sonucudur.

İkincisi ise Johannes’in önemsediği bir şeyin yok olmasının ona verdiği acı. Kartal’ı yeniden gördüğünde orada dron da belirir. Johannes’in onun için tehlike oluşturduğunu düşündüğü için hemen dronun önüne atlaması aslında Johannes’in koruma içgüdüsünün bir dışavurumudur diyebiliriz. Çünkü artık kaybedecek şeylerinin olduğunun kendisi de farkındadır.

Film içerisinde özellikle üstünde durulan bazı sahneler mevcut. Bunlar kendi içlerinde ufak detaylarla taçlandırılmış. Örneğin; uçurulan dronların kırmızı renkte olması, sonradan gelen insanların yerleşim alanlarının Johannes’in sürekli gözlemlediği özel olarak betimlenen bir mağaranın etrafında kurulması, yine bu sahne içerisinde bir adamın kolundaki yılan dövmesinin yakınlaştırılarak detaylandırılması bize alt metin olarak dolaylı anlatımlar sunuyor.

Özellikle dövme konusunda sizlere aktarmak istediğimiz bazı detaylar var.
Kitâb-ı Mukaddes’te Havva’nın yasaklı meyveyi yemesi ve yedirtmesi için bir yılan tarafından iğvâ edildiği ve o yılanın da şeytan olduğu söylenmektedir. Daha sonrasında cennetten kovuldukları bilinir. Filmde de bununla ilişkili olabilecek bir sahne mevcut. Arazi için zorla anneye imza attırdıkları sahne. Bu sahnede çat kapı Johannes ve annesinin yaşadığı eve dalarlar ve anneye vaftiz başlığı altında zorla içki içirerek imza attırırlar. Daha sonra evi talan edip giderler. Bu sahnenin devamında münzevi olarak tanıdığımız ve Johannnes’e de bunu aşılamaya çalışan annenin bile isteye içki içtiğini görürüz. Ek olarak bu sahnelerin içinde araya sıkıştırılmış bir anda görünüp kaybolan bir sahne yer almaktadır. O sahnede, bir ağaçta duran kırmızı bir yılan görünür. Bu olaylardan sonra anne dengesini yitirir ve ızdırap dolu bir halde yatağa düşer.

Anlatıcının gözünde şeytan, aslında insanoğlunun hem kendisi hem de bu olguda ona önayak olan kişilerdir. Johannes’in annesine içki içiren yılan dövmeli adamlar Kitâb-ı Mukaddes’teki yılan (şeytan), kendi arzusuyla içki içen anneyi ise yasak elmayı yiyen Havva ve daha sonra yatağa düşüp şuurunu kaybetmesi olayını da cennetten kovulma olarak nitelendirebiliriz.

Anne yatağa düştükten sonra Johannes bir defasında annesine bakmak için odaya girecektir, sırtı kameraya dönüktür. Tam bu esnada arkasında elektronik bir Meryem Ana çerçevesi çalışır ve tuhaf sesler çıkartır. Bu oldukça absürttür çünkü yaşadıkları eve kıyasla o elektronik çerçeve çok modern bir eşyadır. Johannes arkasını dönüp çerçeveye yaklaşınca bir anda çerçevenin ışıkları kapanır ve o zaman mekâna uyan bir eşya gibi gözükür. Bu sahnedeki çerçevenin inanç sistemiyle alakalı bir Kitsch (kiç) nesnesi olduğu düşünülebilir. Kitsch ile ilgili daha detaylı bilgi almak için Melisa Gönen’in Kitsch: Estetik Çirkinliğin Tarihi  adlı yazısına göz atabilirsiniz.

Filmin son sahnesinde anne ölür. Johannes annesini, annesinin değerli orgunu ve Kitâb-ı Mukaddes’i yanına alarak annesini ve bu nesneleri en çok dua ettikleri putun altına bağlar ve ateşe verir. Johannes inandığı tüm gerçekleri ateşe vermiş ve her zaman gözetlediği mağaraya en sonunda çekip gitmiştir. Geriye kalanlarsa yanmış ibadet ağacına bağlı annesi ve orada toplanmış onlarca kırmızı drondur.

Söylenti Dergi, sinema ekibi olarak Luzifer filmini sizler için analiz ettik. İzlemek isteyen okurlarımız için film MUBI’de halen gösterimde. Söylentiyle kalın…

spot_img
Emre Eren Alptekin
Emre Eren Alptekin
Konya'nın Seydişehir ilçesinde doğdum ve aslen Şanlıurfalıyım. Çocukluk ve eğitim hayatımın birçoğu Seydişehir'de geçti. Bu sürelerde içimdeki yazma hissiyatı beni çepeçevre kapladı. Özellikle bu süreçte kısa öyküler ve sanat sineması için analizler yapmak hayatımın odak noktası oldu. Asla yazı yazarak para kazanmak gibi bir gayem olmadı. Sadece içimden geldiği şekli ile kendi görüşlerimi insanlara aktarabilmek ve bir nebze de olsa dünyada bir iz bırakabilmek için yazmaktayım. Her zaman farklı bakıştaki insanların eserlerimi olumsuz ya da olumlu yönde eleştirmelerini isterim. Çünkü bu davranışın benim yazın hayatımda etkili bir ilerleme olacağını düşünürüm. Bunlara ek olarak şu anda yaşantıma İzmir'de devam ediyorum ve Dokuz Eylül Üniversitesi/Arkeoloji bölümünde eğitimimi sürdürüyorum.

Yorum Yap

Yorum girişi yapınız.
Adınızı girin

Magnum Fotoğrafçısı Elliott Erwitt: Sıradışı Perspektif

Magnum fotoğrafçılarının yeni yazısında Elliott Erwitt'in hayatına ve eserlerine doğru bir yolculuğa çıkıyoruz.

Star Wars Sith’in İntikamı: Bir Trajedinin Epik Kapanışı

Skywalker'ın öyküsü, galaktik düzenin çöküşünü, dostlukların sonunu ve aşkın trajedisini bir kez daha gözler önüne seriyor.

Macbeth Sendromu: Hırsla Yoğrulan Bir Kimliğin Çöküşü

Macbeth Sendromu, bireyin hırs uğruna kimliğini ve vicdanını yitirerek psikolojik çöküşe sürüklenmesini anlatan patolojik bir durumdur.

You’ya Veda: Önceki Sezonda Neler Oldu?

You, beşinci sezonuyla son kez ekranlara gelirken, önceki sezonlarda neler oldu hatırlayalım.

Altı Çizilenlerde Bu Ay: Ahmed Arif | Hasretinden Prangalar Eskittim

Söylenti Edebiyat editörleri, Altı Çizilenler serisinde bu ay, doğum gününde, şiirin aykırı sesi, toplumcu gerçekçiliğin öncülerinden, Türk edebiyatının benzersiz şairi Ahmed Arif'e yer veriyor!

Orta Çağ Avrupası’nda Evlilik, Boşanma ve Eğlence Kültürü

"Ben senin için yaşamayı göze aldım" diyenleriniz varsa, itinayla "Sıkıysa Orta Çağ'da yaşasana" diyebilirsiniz çünkü bu çağda yaşamak sanıldığından çok daha zor.

HBO Max’te İzleyebileceğiniz Yapımlar

İşte HBO Max'te izleyebileceğiniz yapımlar.

Exulansis: Anlaşılamamanın Getirdiği Vazgeçiş

Exulansis, kişinin anlaşılamayacağını düşünerek kendini anlatmaktan vazgeçişini konu alır.

Şahane Hatalar : Kendi Maceranı Kendin Yarat

Sadece hataların sonuçlarına odaklanmak yerine, bu hataların insanları nasıl şekillendirdiğini ve nasıl birer öğrenme fırsatı sunduğunu ele alan sıra dışı kitap: Şahane Hatalar.

Yahya Kemal Şiirlerinde Yedi Farklı Tema

"İnsan âlemde hayal ettiği müddetçe yaşar." Türk edebiyatına hayalinden kelimeler armağan ve miras bırakan Yahya Kemal Beyatlı.