Döneminde Parisli Bohemleri betimlemesiyle tanınan Mela Muter, sanatında anneliğin en özel ve eşsiz anlarını yakalamaya büyük ilgi duyuyordu. Eserlerinde Sembolizm, Post-Empresyonizm ve Kübizm gibi bir dizi sanatsal akımdan ilham alıyor ve çalışmalarında annelik konusuna dikkat çekiyordu.

Hayatı Hakkında
Mela Muter, ya da gerçek adıyla Maria Melania Muttermilch zengin ve asimile olmuş Yahudi tüccar ailesi Klingsland‘in kızı olarak dünyaya geldi. Babası Varşova’da ticaret yapan ve sanata ilgi duyan bir patrondu. 1899’da Muter, Yahudi-Polonyalı bir yazar, eleştirmen ve sosyalist aktivist olan müstakbel kocası Michał Mutermilch (1874–1947) ile tanışarak evlendi. Aynı yıl ressam Miłosz Kotarbiński‘nin Varşova’daki kadınlar için çizim ve resim okuluna katılmaya başladı. 1901’de ailesiyle birlikte Paris’e taşındı. Académie de la Grande Chaumière ve Académie Colarossi‘de kurslara katıldı, ancak genç bir anne olarak çoğunlukla kendini eğitti.
1901 yılında Paris‘e taşındıktan sonra resim yapmaya başlayan Muter, Natüralizm hareketiyle uyumlu bir stil geliştirdi. Kendine özgü canlı tonları ve güçlü fırça darbeleriyle, imza çalışmalarıyla Paris‘te hızla popüler oldu ve sonraki beş yıl içinde eserlerini sergilemeye başladı. 1902’den itibaren resimleri düzenli olarak Paris, Krakow, Lviv ve Varşova’da sergilenmeye başlandı.

Muter, o dönemin Parisli sanatsal ve entelektüel elit çevresine entegre oldu. École de Paris sanatçılarıyla yakın ilişkileri vardı. Romain Rolland, Anatole France, Arthur Honegger, Edgar Varèse ve Auguste Perret (Mimar ve betonerme mimari kullanımının öncüsü) gibi isimlerle arkadaştı. Polonyalı sanatçılardan Henryk Sienkiewicz, Władysław Reymont ve Bronisław Huberman ise ona en yakın olanlardı. Muter, İlk kişisel sergisini 1912’de Barcelona’daki Galerie José Dalmau‘da açtı. Aynı yıldan itibaren Société nationale des Beaux-Arts üyesiydi.
Société ile birlikte sergilere katıldı (1902-1905, 1909-1913) ve önemli Paris Salonları’nda düzenli olarak yer aldı. Salon des Indépendants‘ta (1905, 1910, 1926, 1934), Herbst-Salon‘da (1911-1913, 1923-1927, 1936-1938) ve Salon des Tuileries‘de (1924-1927, 1929-1931). Resimleri Münih’teki Tannhäuser Gallery‘de (1911), Pittsburgh’teki Carnegie Institute‘da (1921, 1926, 1934) ve Venedik Bienali’nde (1927) sergilendi. Paris’teki Drouet (1926), Billiet (1927), Bellier (1960), Cologne’deki Gmurzynska Gallery (1965-1967), New York City’deki Hammer Gallery (1967) ve Cenevre’deki Petit Palais (1977) gibi yerlerde başka kişisel sergileri de oldu.

1911-1914 yılları arasında birkaç kez İspanya‘yı ziyaret etti. 1917-1920 yılları arasında sosyalist Raymond Lefebvre ile birlikte yaşadı. Fakat Stalin daha sonra Raymond‘u öldürdü. 1923 yılında Varşova‘daki Galeria Zachęta, eserlerinin büyük bir kişisel sergisini düzenledi. Babasının ölümünden sonra 1924’te Katolik oldu, vaftiz babaları Lili ve Władysław Reymont‘tu. 1927’de Fransız vatandaşlığı aldı. İkinci Dünya Savaşı’nın patlak vermesinden sonra, Nazi işgalinden kaçmak için Avignon‘a gitti. Göz sağlığının bozulması nedeniyle resim yapmaya devam etse de, sağlığı giderek kötüleşti. 1953’te Paris’te retrospektif olarak sergilendi. 1965’te katarakt ameliyatı oldu. Ressamlığa geri döndü ve Köln, Paris ve New York‘ta eserlerini sundu.

Kariyeri Hakkında
Sanat kariyeri boyunca, sembolik manzaralar, portreler ve figürlü sahneler çizdi. Muter; çekici manzaralar da resmetti ancak siyasetçiler, yazarlar, bilim insanları ve sanatçılar gibi kişileri (Auguste Rodin, Diego Rivera, Leopold Gottlieb ve Henryk Sienkiewicz, Władysław Reymont ve Leopold Staff gibi Polonyalı yazarlar dahil) resmederek hareketli portreleriyle daha da ünlü oldu. Fransız burjuvazisinin üyelerine ek olarak, fakir, hasta ve yaşlıların portrelerini de yaptı.

I. Dünya Savaşı’nın acımasız trajedilerine tanık olduktan sonra, Muter‘in sanat tarzı biraz daha değişti. Artık sert gerçeklerle ilgilenmek yerine, çevresindeki güzellikleri ve umutları yansıtmak istiyordu. Bu nedenle; yeni keşfettiği parlak renkleri kullanmaya ve daha özgür bir boya tekniği benimsemeye başladı. Bu değişim eserlerine yeni bir canlılık ve enerji kattı. Sonrasında kadınlar, çocuklar ve özellikle annelerin çok sayıda portresini de çizdi.

Sanatsal Bakış Açısı ve Etkileri
Erken döneminden kalan eserleri, yaşadığı yüzyılın ve sosyal çevresinin izlerini bulundurmaktadır. Lirik çalışmaları olduğu, renkleri yumuşak ve dokusu ince çalışmaları ile bilinir. Fransa’daki ilk yılında; Britanya’daki Concarneau‘ya sık sık ziyaretleri sırasında École de Pont-Aven‘den ressamlarla teması, onun üzerindeki ana etkiydi. Rol modelleri Vincent Van Gogh ve Edouard Vuillard‘dı. Van Gogh‘a benzer güçlü çizgileri ve çok karakteristik fırça darbelerine dikkat edildiğinde, çoğunlukla Post-Empresyonizm ile ilişkilendirilir. Fransa’da, resimlerinin renkleri daha açık ve zengin hale geldi. Resim yüzeyi yapma şekli, arka planı boyaması oldukça farklılaştı.

Geliştirdiği kişisel tarzı 1905 yılı civarında şekillenmeye başladı. Birinci Dünya Savaşı öncesinde resminde detaylandırdığı üslup özellikleri daha sonra çok az değişti. Resminin dokusu kısa ve belirgin fırça darbelerinin izlerini taşıyor. Birinci Dünya Savaşı öncesinde oluşturulan manzaralarda Paul Cézanne‘ın kübist ve geometrik yapıları yer alıyor. Portrelerinde sakin, güneşli, kahverengi-kırmızı renklerle post-empresyonist bir tarz geliştirdi. Kübizmin etkisini, Fransız Kübist ressam Albert Gleizes ve İtalyan kübist ve fütürist ressam Gino Severini ile olan temasından sonra ortaya çıkan, yeni bir ilgiyle 1919’dan sonraki çalışmalarında ifade etmiştir. Anılarında, bu iki ressamın bir tabloyu “bestelemek yerine inşa etmek” gerektiğini anladıklarını yazmıştı. 1920’lerin başından itibaren çalışmalarının özelliği, resimlerinin anlamlı yönlerini vurgulayan kompozisyonun geometrik ve ritmik şekillerden oluşmasından kaynaklanıyordu.
Sanatsal gelişiminin başında ilgi duyduğu konulara hep sadık kaldı. Diğer figürlü kompozisyonlar gibi portreler de onun için büyük önem taşıyordu. Modellerini sıklıkla yaşlı, fakir ve sakat insanlar arasından seçerdi. Çocuk resimleri eserlerinde ayrı bir bölümdür. “Annelik” ise çalışmalarının bir başka karakteristik özelliğidir.

Muter, portre boyama sürecini şöyle anlatmıştır: “Şövalelerimin önündeki bir kişinin iyi, sahte, cömert, zeki olup olmadığını kendime sormuyorum. Onlara hükmetmeye ve tıpkı bir çiçek durumunda yaptığım gibi onları temsil etmeye çalışıyorum. Domates ya da ağaç; kendimi onların özünde hissetmek; bunu başarabilirsem, onların kişiliğiyle kendimi ifade ederim.”

Mela Muter hakkında, çok yönlü olduğu ve görünmeyeni göstermeyi başaran bir sanatçı olarak hayatını sürdürdüğünü söyleyebiliriz. Yaşadığı çevrenin kurallarına uyum sağlayan, kendisini ve izleyiciyi besleyen zamansız bir sanatçıydı. Hayatında zorluklar olsa da hep çalışmalarına sığındı. Her zaman bir şeyler anlatmak istemişti..
Eserleri incelediğinde genelde hüzünlü ve eksik bir şeyler olduğundan söz edilir. Eserlerinde açıkça görülen şey, yüzlerin sanki acı ve yalnızlık içinde olduğudur. Belki de en iyi yaptığı iş yalnızca resim değildir. Etrafında olup bitenlere kayıtsız kalmıyor, bazen güzellikleri, bazen ise sorunları eserlerine yansıtıyordu. Yaşadığı çevre de anne olmayı, anneleri ve dadıları hep resimlerine konu etmiştir. Çalışmalarındaki dokunuşlar ile kendine has bir tür oluşturduğu ve bir kaç farklı akımı birlikte çizdiği eserlerinde görülmektedir. Eşsiz bir anne ve eşsiz bir ressam olduğu ise şüphesiz. Kendisi hakkında kapsamlı bir arşiv, Toruń‘daki Kütüphanenin Göçmen Arşivi’nde bulunduğu biliniyor. Eserlerinin önemli bir koleksiyonu Toruń Üniversitesi Müzesi’nde bulunuyor.
Kaynakça
- MARIA MELANIA MUTERMILCH / MELA MUTER, Web, Erişim Tarihi 03.03.2023.
- Mela Muter, Web, Erişim Tarihi 04.03.2023.
- Mela Muter, Web, Erişim Tarihi 04.03.2023.
- “Mela Muter 1876-1967”, Yahudi Kadın arşivi.
- Mela Muter – Accomplished Portraitist and Devoted Mother, Web, Erişim Tarihi 04.03.2023.
- “Mela Muter (1876-1967)”, Şalom dergisi (Fransızca).