Ustalara Saygı Serisi kapsamında bu sefer dikkatleri zamansız aktris Meryl Streep’e çekiyoruz. Bitmeyen enerjisiyle, kendine has aurasıyla ve Oscar adaylıklarının müdavimi oluşuyla bildiğimiz Meryl Streep eşsiz bir kariyer yönetimiyle karşımıza çıkıyor. Sinema dünyasındaki birçok prestijli ödülün gözdesi olan bu yıldızın doğuşuna gelin beraber göz atalım.
Meryl Streep Kimdir?
Asıl adı Mary Louise Streep olan Amerikalı oyuncu 22 Haziran 1949’da New Jersey, Amerika’da doğdu. Annesi Mary Wolf Wilkinson başarılı bir reklam sanatçısı, babası Harry William Streep ise ilaç şirketi yöneticisiydi. Daha 12 yaşındayken bir okul etkinliğinde söylediği şarkıyla sesi çok beğenildi ve ailesinin aracılığıyla dönemin önemli opera sanatçısı olan Estelle Liebling’den şan dersi alması sağlandı. Fakat daha sonrasında Streep şarkı söyleyebiliyor olsa da bunu hissederek yapamadığını anladı, daha fazla ilerlemeden de operadan uzaklaştı. Bu süreçte annesinin yüreklendirmesiyle oyunculuğa yönelerek lisede tiyatro oyunlarında yer aldı. Böylece, annesinin Meryl’in oyunculuk kariyerinde önemli bir etkiye o zamandan sahip olduğunu görüyoruz.
Meryl Streep ilerleyen zamanlarda oyunculuğun kendisine göre olduğundan emin olmasıyla Yale Üniversitesi‘nde Drama Bölümüne başladı. Burada aldığı eğitimin onu çok geliştirdiğini ise bir röportajda şu sözlerle ifade ediyor:
‘Orada üç hocamdan çok etkilendim ve onlardan çok şey öğrendim. Şiir okuma dersimiz vardı, dans dersimiz ve şan dersimiz. Bu üç dersin hocaları bizi çok iyi yetiştirdi. Şan hocamız “Herkes şarkı söyleyebilir.” derdi. Sene sonunda hepimize şarkı söyletmeyi de başardı.’
Meryl Streep’in Yol Göstericisi Robert De Niro
Meryl Streep üniversite ve sonrasındaki birkaç yılda sadece tiyatro oyuncusu olarak kalmayı düşünüyordu. Fakat tam o zamanlarda karşısına çıkan Robert De Niro’nun ‘Mean Streets’ ve ‘Taxi Driver’ filmlerindeki başarılı performansı bu konudaki fikirlerini tamamıyla değiştirdi. Artık tiyatro rollerinden çok film rolleri almanın peşine düşecekti. Hatta bununla da kalmayıp bir başka röportajında ileride ne olmak istediğini tam olarak Robert De Niro’da gördüğünü de belirtiyor.
‘Ama gerçekten, Robert De Niro’yu ikinci gördüğümde kendi kendime dedim ki, olmak istediğim aktör bu. Yapmak istediğim şey bu. Ve bunu, ona uyguladığı bağlılık, tutku, beceri ve güzellikle yapmak istiyorum. 40 yıldır hayatımda varlığı beni teselli eden bir adam ve o 50 yıldır benim fenerim.’
Film Endüstrisindeki Cinsiyetçiliğe Karşı Bir Duruş
“Beni beyazperdede güçlü kadınları oynadığım için tebrik edenlere tek bir yanıtım var: Aynı övgüyü bir erkeğe yaptınız mı?”
Meryl Streep, sinema sektöründeki kadınlara olan negatif ayrımcılığın her zaman karşısında oldu ve bu konudaki fikirlerini söylemekten de hiçbir zaman çekinmedi. Fikirlerini yaptığı eylemler ve yer aldığı projelerle destekleyerek bu konuda sağlam bir duruş ortaya koydu. New York Women in Film and Television (NYWIFT)‘ın destekçisi olan Streep, 40 yaş üstü kadın senaristlerin olanaklarını geliştirmeyi amaçlayan program olan The Writers Lab için önemli ölçüde finansal destek sağladı. Kadınlar için hak arayışını sadece film endüstrisiyle sınırlamayarak kadınların her konuda eşit haklara sahip olabilmesi için uğraştı ve uğraşmaya devam ediyor.
Hollywood’u çoğunlukla erkeklerin yönettiği bir sanayi olarak gördüğünü belirtip, bununla ilgili rahatsızlığını da açıkça belli ediyor. Her kadın gibi Streep de kariyerinin başında zorluklarla karşılaşmış, ama pes etmemişti. İnatla mücadelesini sürdürüp bir kadın olarak sektörde güçlü yer edinerek herkesin hayranlığını kazandı.
Meryl Streep ve Oyunculuğu
Oyunculuk kariyerine tiyatro ile başlayan Streep, ilk çıkışını 1975’te Broadway’de ‘Trelawny of the Wells’ adlı tiyatro oyununda sahne alarak yaptı. Oyunlarındaki başarılı performansıyla tiyatro alanındaki en prestijli ödül olan Tony ödülüne aday gösterilmesiyle dikkatleri üzerine çekti. Böylece 1977’de Julia adlı filmiyle sinema kariyeri resmen başlamış oldu. Şimdi geldiği noktada ise Altın Küre’de 34, Oscar’da 21 adaylığıyla rekoru elinde bulundururken, aynı zamanda farklı birçok prestijli ödülün de sahibi.
Kariyeri boyunca oldukça farklı yapımlarda yer alırken her tür filmde oynayarak tecrübe edinme çabası ise net bir şekilde gözümüze çarpıyor. Bu çabayı, dramda kendisini kanıtladıktan sonra denediği komedide gelen olumsuz eleştirilere rağmen devam etmesinden anlıyoruz. Canlandırdığı karakterlere özgü geliştirdiği mimikler ve farklı aksanlardaki başarısı ise oyunculuğunu başka bir boyuta taşıyor. Rollerine hazırlanırken titizlikle çalışırken aynı zamanda üstünde çalıştığı karakterleri benimseyerek yönetmenle beraber senaryoya müdahalelerde bulunuyor, daha iyisi olması için çabalıyordu. Öyle ki yönetmenler ona doğaçlama fırsatını tanımaları yanında repliklerini kendisinin yazmasını bile istedikleri olmuştu.
Anne Olarak Meryl Streep
Heykeltıraş Don Gummer ile evli olan Streep’in biri erkek üçü kız olmak üzere dört çocuğu var. Anneliği ve mesleği arasındaki dengeyi ise çok iyi kurduğunu söyleyebiliriz. Bir röportajında, setlerdeki yoğunluğunun içinde her zaman ilgisinin ve aklının bir kısmının evde olduğunu belirterek sözlerine şunları ekliyor: ‘Kariyerim boyunca verdiğim her kararın sanatsal açıdan doğru olduğunu söyleyemem. Kararlarım her zaman doğru olmadı, ama bazen yapacağınız bir tatil işinizden daha önemli olabiliyor.’
Son olarak, Meryl Streep’in birçok başarılı filminin arasından sizin için seçtiklerimize gelin daha yakından bakalım.
The Deer Hunter (Avcı, 1978)
Yönetmenliğini Michael Cimino‘nun yaptığı başrollerinde Robert De Niro, Christopher Walken, John Cazale, Meryl Streep ve John Savage’in oynadığı bir savaş filmidir. Aynı fabrikada çelik işçisi olan Michael, Steven ve Nick üç yakın arkadaşlardır ve tüm zamanlarını beraber geçirirler. Fakat Vietnam Savaşı esnasında talihsiz bir şekilde yolları ayrılmak zorunda kalır. Savaş sonrasında Mike (Robert De Niro), ilk olarak arkadaşı Steven’i (John Savage) hastanede bulur. Steven aracılığıyla son olarak arkadaşı Nick’e (Christopher Walken) ulaşır. Fakat o da bir hayli kötü bir haldedir. Film trajik bir sonla biterken, savaşın insan ruhuna verdiği zararı ise tüm acımasızlığıyla ve gerçekliğiyle gözler önüne seriyor.
Avcı, o yıl en iyi yönetmen ve en iyi film ödülü başta olmak üzere tam 5 tane Oscar kazanmıştır. Meryl Streep’in oynadığı ikinci filmi olmasına rağmen başarılı performansıyla ‘En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu’ dalında Oscar’a ilk adaylığını alarak serisini başlatmış oldu. Film aynı zamanda Streep’in yol göstericisi olarak nitelendirdiği Robert De Niro ile de yollarının kesiştiği ilk yapımdır. Diğer ilginç bir ayrıntı ise, Meryl Streep bu filmde o zamanlarda ki sevgilisi John Cazale ile birlikte oynamıştır.
Kramer vs. Kramer (Kramer Kramer’e Karşı, 1979)
1979 senesinin en çok gişesini yapan bu filmde başarılı aktör Dustin Hoffman ile birlikte Meryl Streep de yer alıyor. Film gişede olduğu gibi aldığı 5 Oscar ödülü ile de başarısını ortaya koydu. Bu ödüllerden birini de ‘En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu’ dalındaki ödülüyle Meryl Streep almıştır. Böylece meslek hayatının çok başında olmasına rağmen Streep ilk Oscar ödülünü almış oldu.
Film, parçalanmış bir ailenin dramı yanında anne ve babanın ebeveynlik süreçlerini konu ediniyor. Anne Joanne Kramer, eşi Ted Kramer ve oğlu Bill’i terk ettiğinde, Ted artık gerçekten bir baba olmak zorunda kalır. Tam olarak baba ve oğlunun arasında güçlü bir bağ oluştuğunu gördüğümüzde ise bu sefer Joanne bir anda geri döner. Filmin geri kalanında ise iki ebeveynin çocukları için verdikleri mücadeleyi izleriz. Başrollerin etkileyici performansları ile film, duygusallığı izleyenlere sonuna kadar yaşatmayı başarıyor.
Sophie’s Choice (Sophie’nin Seçimi, 1982)
Meryl Streep denilince aklımıza gelen ilk filmi şüphesiz Sophie’nin Seçimi olacaktır. Streep filmdeki performansıyla ‘En İyi Kadın Oyuncu’ dalında ikinci Oscar’ını alıyor. Bunun yanında Sophie karakteri de film tarihinin en iyi oyunculuğu olarak nitelendirilmektedir. Alan J. Pakula’nın yazıp yönettiği filmde Streep’e Kevin Kline ve Peter MacNicol eşlik ediyor.
Film, 1. Dünya Savaşı’ndan iki yıl sonra New York’ta geçiyor. Film savaştan kaçmış ve geçmişe dair sırları olan bir anne olan Sophie ve şizofreni sevgilisi Nathan arasındaki çalkantılı ilişki üzerinden ilerliyor. İkilinin ilişkisinin çiftin kaldığı pansiyondaki komşuları genç yazar Stingo gözünden anlatılması ise farklı bir bakış açısı sunuyor. Her yerden bir sırrın ortaya çıktığı filmde, Sophie’nin Nazi kampında çocukları arasında seçim yapmaya zorlanması ise ağır bir trajediyi beraberinde getiriyor.
Silkwood (1983)
Mike Nichols tarafından yönetilen ve Amerika işçi sınıfının hayatına ışık tutan biyografik bir drama filmidir. Başrollerinde Meryl Streep ile birlikte başarılı şarkıcı Cher ve aksiyon filmlerinin tanınan yüzü Kurt Russell’in da yer aldığı bu film, gerçek bir hayat hikayesinden esinlenilerek yazılıyor. Meryl Streep filmde bir nükleer santralde laborant olarak çalışan Karen Silkwood’u oynamaktadır. Karen çalıştığı santralde radyasyona maruz kaldığı için hayatı ciddi bir riske girer. Bunun sonrasındaysa santraldeki işçilerin hayatını tehlikeye atan bu ihmalleri ve yaşanan tüm yolsuzlukları ortaya çıkarmak için, bu konuyla ilgili olan bir gazeteciyle ortak hareket etmeye karar verir. Karen, kendisinin ve diğer çalışma arkadaşları için olan mücadelesini sürdürmekte kararlıyken, çok güçlü olan bir grupla da karşı karşıya kalacaktır. Film birçok ödüle aday olurken Streep oyunculuğu ile Oscar’a aday olmayı yine başarıyor.
The Bridges of Madison County (Yasak İlişki, 1995)
Robert James Waller‘ın çok satan romanından uyarlanan romantik-drama türündeki bu filmde başrolleri iki efsane oyuncu olan Clint Eastwood ve Meryl Streep paylaşıyor. Evli ve çocukları olan Francesca ile fotoğrafçı Robert arasındaki yasak aşkın işlendiği bu film, aynı zamanda 1990’ların en iyi üç filmi arasına da girmiştir. Çocukları ve eşinin bir gezi için kasaba dışına seyahat ettiği dört günde yalnız kalan Francesca, kasabaya işi için fotoğraf çekmeye gelen Robert ile tanışır ve ona aşık olur. İkilinin aşkını doya doya yaşadığı dört gün akıp giderken, Francesca’nın kendini ve hayatını sorguladığı sürece de şahit oluyoruz.
Marvin’s Room (Marvin’in Odası, 1996)
Meryl Streep’e Altın Küre Ödülü’nü getiren bu filmin ana kadrosunda Leonardo DiCaprio, Diane Keaton ve Robert De Niro gibi sinemanın yıldız isimleri yer alıyor. Film, asıl olarak yıllar önce birbirinden kopmuş iki kız kardeş olan Lee (Meryl Streep) ve Bessie’nin (Diane Keaton) dramını konu alıyor. Kardeşlerden daha özgür ruhlu olan Lee yıllar önce Ohio’ya taşınırken, Bessie ise hasta babası Marvin’in yanına dönerek ona bakmayı tercih etmiştir. Bir süre sonra lösemi olduğunu öğrenen Bessie’nin ise tek çaresi kardeşi Lee’den ilik nakli olmaktır. Yıllar sonra tekrar yolları kesişen iki kardeşle birlikte filme ismini veren Marvin’in odasındaki zorlu süreç de böylece başlamış olacaktır.
Hours (Saatler, 2002)
Farklı zaman dilimlerindeki farklı üç kadının anlatıldığı film, Virginia Woolf’un en başarılı romanlarından biri olan çevresinde geçiyor. 1923’te Virginia Woolf’un (Nicole Kidman) ruhen ve maddi olarak zor bir döneminde Mrs. Dalloway kitabını nasıl yazmaya başladığına şahit oluyoruz. 1951’de bu sefer Laura Brown’u (Julianne Moore) bu kitabı okurken görüyoruz. Son olarak da 2001’de kitaptaki bir karakter olan Clarissa Vaughan’ın (Meryl Streep) kitabın akışına paralel olan bir gününe şahit oluyoruz. Yazar, okur ve kurgusal karakterin bir araya geldiği bu ilginç film, yayınlandığı sene büyük ilgi görmüş ve başarısıyla da oldukça ses getirmiştir. İşlenen üç farklı dönemi başarıyla yansıtmak için yapılan titiz çalışmaya, üç kadın oyuncunun başarılı performansları da eklenince, film Oscar’a dokuz dalda aday olmuş oldukça etkileyici bir dram olarak karşımıza çıkmaktadır.
Mamma Mia! (2008)
Phyllida Lloyd‘un yönettiği müzikal türündeki film Meryl Streep’in kariyerindeki şüphesiz en önemli işlerden biri. Eğlenceli ve hareketli bir akışın hakim olduğu filmin müziklerini ise 1970-80 arası hit olan ABBA grubunun şarkıları oluşturuyor. Meryl Streep sahnesindeki şarkıları bizzat kendi söylemiş ve performansını dinleyen ABBA grubunun üyesi tarafından bir mucize olarak nitelendirilmiştir.
Filmde ana karakter Sophie, annesi Donna ve nişanlısı Sky ile birlikte işlettikleri otellerinde gayet mutlu bir yaşam sürerken, Sophie’nin düğünü de çok yaklaşmaktadır. Babasını hiç bilmeyen Sophie, düğününde babasının da olmasını isterken annesinin günlüğünden bulduğu ve babası olarak tahmin ettiği üç adamı düğününe davet eder. Bu karşılaşma ise komedi sahnelerini beraberinde getirecektir. Grubun şarkılarına ilgili ve iki saatliğine sorgulamadan gülmek istiyorsanız bu filmi kaçırmamalısınız.
Suffragette (Diren, 2015)
Filmin orijinal adı olan ‘Suffragette’ kadın haklarını savunan anlamına geliyor ve dilimize de ‘Diren’ olarak çevriliyor. Başrollerinde Meryl Streep, Carey Mulligan ve Helena Bonham Carter yer alırken, yönetmenliğini ise Sarah Govran üstlenmiştir. Film, sizi 2000’lerden alıp 1900’larin başlarına, kadınların tarihte haklarını savunmak için başlattıkları ilk direnişe götürüyor. Bu direniş için kurulan ilk örgüt ise ‘süfrajet’ olarak adlandırılıyor. Kadınlar haklarını her ne kadar ilk önce barışçıl hareketlerle aramış olsalar da, aldıkları sert cevaplarla yöntemlerini değiştirmek zorunda kalıyorlar. Film süfrajete ilgisi olan Maud’un (Carey Mulligan) hayat hikayesi üzerinden işleniyor. Maud, daha sonra hareketin lideri Pankhurst (Meryl Streep) ve kimyager Edith (Helena Bonham Carter) ile tanışıyor ve kendisini bu hareketin içinde buluyor. Tüm kadınların ortak bir amaç çevresinde el ele vermesi ve olması gereken güçlü birlikteliği başarılı bir şekilde temsil ediyor. Son sahne ise gerçeği yansıtmayacak zafer kutlamaları yerine, bu mücadele yolunda kendini feda eden bir kadının ölümüyle bitiyor. Böylece, film sanki bizlere mücadelenin kadınlar tarafında her zaman devam edeceğinin sinyalini veriyor. İşlediği konu başta olmak üzere, olayları gerçekçi bir biçimde ele alışıyla kesinlikle izlenilmesi gereken bir film diyebiliriz.