- “Yeni bir gülümseme edindim yüzüme
Bozkır sabrında ve tenime yakışan
İnsanların çevremde açtığı yalnızlığı
Güneşle birlikte çıkıp yataklardan
Ay ışığı ile dönüyorum evlere
Azalan ömrümü böyle uzatıyorum.”
(s. 9)
- “Eğiliyorum toprak, eğiliyorum sular
Bir kıyısız zamana kanat vuruyor
Üzerimden uçan bütün kuşlar.”
(s. 9)
- “Seslensen, dokunsan ya da kaldırsan başını
Bozulacak boşluğun beyaz örtüsü…”
(s. 16)
- “Az da olsa payım
Yaşamayı sevdim.
Bu büyük bağışı
Bir gün elbet ben de
Ömrümle öderim… “
(s. 23)
- “Gözlerin, üşümüş dağ başlarında
Yalnızlıklar tutuşturan bir çift çoban ateşi.”
(s. 25)
- “Neler değişti bilsen ardından…
Elini çabuk tut biraz ne olur
Yerini tutmuyor hiçbir şey
Görüşmenin konuşmanın dokunmanın…”
(s. 32)
- “İnsan aynı şeyleri söylerken de kopabilir
Büyür içten içe incelikle sustuğumuz
Kumaşa düşen kor, atılan seyrek ilmek…”
(s. 41)
- “Şimdi ben bunca şiiri
Yazdım da yoksulluk mu bitti.
Bir kıyısız zenginliğin büyüsünde
Koca bir halk küçüldükçe küçüldü.”
(s. 44)
- “Ben burada bir kara suyum
Ben burda değirmen taşlarında buğday
Anlamakla katlanmak arasında tükendim…”
(s. 53)
- “İnsan burada büyük denizler üzerine düşler kuramaz
İnsan burada ışıklı çarşıların masalını duyamaz
Bulutlardan başka bir şeyin hareket etmediği
Bu esmer, bu yılgın, bu sağır düzlükte
Silinir her gün biraz daha yaşamla ölüm arasındaki çizgi.”
(s. 55)
- “Bizim olmayan bu iğdiş gökler altında
İnsan nasıl başlar yeni bir hayata
Bir diş gibi sökülüp atılmışsa yerinden…”
(s. 62)
- “Dönek yalnızlığım benim
Yine hangi pişmanlığın peşindesin…”
(s. 75)
- “Acıyı görmeyen insan, umutsuzluğu yaşamayan, iliklerine dek kederin işleyip yaralamadığı bir insan, mutluluktan umuttan sevinçten ne anlar?”
(s. 79)
- “Kimseler görmedi Ömür Hanım, bu dünyadan ben geçtim. İçimde umudun kırk kilitli sandıkları, elimde bir avuç düş ölüsü yüreğim -içinde senin ve benim ağırlığım- benim olmayan bir garip gülümsemeyle yüzümde, incelik adına, ben geçtim.”
(s. 86)
- “Senin bütün hayatına yetecek bir söz söylesem
Seni bu söze inandırsam, kendimi yatıştırsam,
sussam.
Sonunu görmesem de ömrümde bir şeye inanmış
olarak ölürdüm.””
(s. 91)
- “İnsanın zamana karşı biricik şansıdır aşk
Onca kapı onca duvar içinde bulur aynasını.”
(s. 93)
- “O bana dedi ki
İnsanın çocuklardan öğreneceği çok şey var
Düşmeyi göze almadan binilmiyor salıncağa.”
(s. 98)
- “Çocuğum benim, çocuğum benim, çocuğum
Her zaman sözden gidilmez ki sevginin ülkesine
Gövdeden söze gelerek de büyür insan
dingin bir hazla.”
(s.99)
- “Herkesin gittikçe soğuduğu bu uzun günbatımında
Gövdende tüten o ince yaz olmak isterdim.”
(s. 105)
- “Herkesin büyük bir ustalıkla gülerek geri çekildiği bir dünyaydı. Her yeni başlangıç yeni bir pişmanlık demekti. Gittiği yerlerden yüklenip geliyordu insan yalnızlığını. Umutsuzluk öyle bir yılgınlık yaratmıştı ki herkes her söze inanır olmuştu. Çifte sürgülü kapılar aralandıkça buz gibi bir suskunluk sızıyordu eşiklerden. Herkes yaşadığı oyuğun soğukluğu ile orantılı bir kasıntı içindeydi. Eşyalar bile sahiplerinden daha sıcak, daha kişilikliydi. Gökyüzünü çarşılarda yitiren insanlar, odalarında yanan ışıklara bakarak niyet tutuyorlardı. Yıldızlar çoktan çekilmişti çatılardan. Kimse bir ayin gibi yaşamıyordu günün batışını. Kimsenin sabahla arındığı yoktu. Herkes ölçülü bir incelikle birbirine elini uzatıyor, ama kimsenin eli kimseye değmiyordu. Dokunmak nesnesiz bir duyguydu, insanın gövdesinde taşa kesilen. Küçük adamların büyük yalnızlığı doldurmuştu dünyayı.”
(s. 112)
- “Gülüşün, derin bir gölün menevişlenmesiydi. Nasıl da yakışmıştı sözüme ve geceye.”
(s. 114)
- “Kekeleyen bir yaşamın hecesinden gelmiştim sana.
Öyle iyi konuşuyordun ki, öyle bilerek, bana öyle yakın
Açık denizler gibiydi sesin hiçbir sözcüğe sığmayan
Gülüşünün engininden bir baş dönmesiydim artık.”
(s. 116)
- “Bizim araladığımız kapıdan girer rüzgâr
İçimizdeki çocuk çok düş kurmuş çok bunalmıştır
Yalnızlığımız kadar büyütürüz küçücük bir ışığı
İçtenlikten başka metamız yoktur dünyaya karşı”
(s. 121)
- “Her şeyi tüketiyorum yazarak
Acımı bile…”
(s. 125)
- “Ödül müsün ceza mı ey geçmiş zamanlar
Kurtulan da mutsuz senden kurtulmayan da.”
(s. 141)
- “Bir ölü yıkayıcı değil de nedir
Dudağına düğümlü kirpikleriyle
Dönüp dönüp anıları okşayan aşk…”
(s. 157)
- “Benim suskunluğum senin güzelliğinden geliyordu.
Gecikmiş ve ince. Ey yağmur sonlarının yedi rengi…
Buzu ateşe verdin. Taşları yeşerttin. Bir sürgüne
çevirdin her yeri”
(s. 158)
- “Sana yazdığım şiirleri
Geri alamam.
İnkarı da aşk
Değil midir aşkın.
Bir heceydi onlar
Benim kalbim için
Senin güzelliğine
Yazıldığı zamanlar.”
(s. 168)
- “Çıktığım yolların ucunda yoksun
Bütün kuşlar döndü içinde yoksun
Bin yıl erken ise gecinde yoksun
Ömrüme dünyayı bastım tuz gibi”
(s. 171)
Şükrü Erbaş
Kırmızıkedi Yayınları