“Mona Rosa. Siyah güller, ak güller.
Geyve’nin gülleri ve beyaz yatak.
Kanadı kırık kuş merhamet ister,
Ah senin yüzünden kana batacak.
Mona Rosa. Siyah güller, ak güller.”
Derin bir umutsuzlukla başlar, Muazzez’e duyulan aşk. O, şiirin her kıtasında aşkını ve çırpınışını bize hissettirirken “Mona Rosa bugün bende bir hâl var” diyerek yakınır. Belirsizlik içinde kaybolan bir ses gibidir adeta. Dilinin zarafetiyle seslenir gelmeyecek olan sevgilisine.
“Gözleri senden uzaktı
Fark edilmez bir tuzaktı
Sana böylesi yasaktı
“Yapma” dedim yaptın gönül”
İçinde barındırdığı derin duyguları, içsel çatışmaları ve ardında bıraktığı karmaşanın acısıyla seslenir Fikret Kızılok. Bitmek bilmeyen bu his sadece sevgilisinin kapatacağı bir yaraya dönüşmüştür artık. Onun sevgisi kabullenmeme üzerine ilerler.
Bu nedenle Mona Rosa’ya olan yarım kalan hisler, Fikret Kızılok’un tamamlanmamış aşkına benzer.
Belirsizliğin Karmaşık Hissiyatı
Her iki eserde de karşımıza çıkan belirsizlik hissini canlı tutma çabası, Sezai Karakoç‘un şiiri ile Fikret Kızılok’un “Yana Yana” albümü arasında güçlü bir bağ kurabiliriz.
Mona Rosa’nın hayali varlığı, gerçek bir arzunun nesnesi hâline gelir. Böylesi bir belirsizliğin içinde kaybolan ilişkiler, insanın doğasında mevcut olan üzüntüye gebedir. Karakoç’un şiirinde özlemin getirdiği derin hüzün, okuyucuların da hatırında yankı bulur. Aşkın kaçılmayacak hissiyatı şiirin ana temalarından biridir. Böylece, Mona Rosa’nın gerçekte var olmaması, okuyucuya ulaşamayacağı aşkın derin özlemini hissettirir.
Fikret Kızılok’un “Yana Yana” albümünde ise benzer bir duygunun teması işlenir. Albümün melodi ve sözlerinde, kayıp olan aşkının getirdiği bir serzeniş vardır. Dinleyicide uyandırdığı hüzün ve tutku hissiyatı, onun duygularıyla ortaya çıkan bir eser olmuştur. Şarkılarda hem içsel bir hesaplaşma hem de dünyaya olan isyanında artık bir çalkantı başlamıştır. İşlenen melankoli havası Mona Rosa’nın var olmayışının, Kızılok’un eserlerindeki isyan ve belirsizliğin oluşturduğu çatışmalarla derinleşmiştir. Parçadaki melodi, bir yanıyla nostaljik olurken bir yanıyla da yoksunluk hissi barındırır. Bu durum Sezai Karakoç’un, Mona Rosa’ya seslenirken barındırdığı derinlik ile örtüşmüştür. Kızılok’un hüznü, bir zamanlar gerçekken artık o aşkın ardında bıraktığı izleri anlatır.
“Sevmek, sevdiğin kişiyle birlikte olmak değildir unutma! Çünkü aşk; onunla yaşamak değil onu yaşamaktır aslında.”
-Nazım Hikmet Ran
Aşkta Yaşayış, İsyan Ediş, Kabulleniş

Aşkı Yaşayış: Arzunun ve Kıskançlığın İç İçe Hâli
“Açma pencereni perdeleri çek,
Mona Rosa seni görmemeliyim.
Bir bakışın ölmem için yetecek.
Anla Mona Rosa ben bir deliyim.
Açma pencereni perdeleri çek.”
Bu iki dörtlük, aşkın getirdiği duygusal bir yaşayış hâlini bize yansıtır bizlere. Sevgiliye olan aşkın hem cezbettiği hem de yaraladığı yönünü ortaya koyar. Tek kişilik sancılı bir ilişkinin içinde barındırdığı duygusal karmaşa, derin bir çaresizliği de beraberinde getirmiştir. Karakoç’un şiirinde “Bir bakışın ölmem için yetecek” dizesi, aşkın tutkulu ve bir yandan da yıkıcı yönünü vurgular. Aşık, sevdiğinin bir bakışıyla her şeyi değiştirebileceğini bilerek bu aşkın hem arzu hem de bir endişe hisleriyle dışa vurur. Onun deliliği, aşkına olan inancından kaynaklanır.
“Böylesi sevdiğin için
Bir kördüğüm oldu için
Ağlıyorsun için için
Demedim mi sana gönül?”
Keza benzer ifadeleri Kızılok’un “Gönül” şarkısında da görmekteyiz. Aşkından artık çıkılamaz bir noktaya gelip gönlüne kızarken bulur kendini. Çünkü insan duygularını asla kontrol edemeyeceğini bilir. Aşk da bu noktada bir tuzak gibi girivermiştir hayatına. Onun duygularını öyle bir sıkıştırır ki, bir yandan sarhoş olurken bir yandan da umutsuzluk içerisinde bulur kendini.
Aşka İsyan ediş: İçsel Buhran
“Artık inan bana muhacir kızı,
Dinle ve kabul et itirafımı.
Bir soğuk, bir mavi, bir garip sızı
Alev alev sardı her tarafımı.
Artık inan bana muhacir kızı.”
Aşkın yaratmış olduğu acı, artık çaresizlik boyutundadır. Aşkı yaşayanın bedeninde dayanılmaz bir tutkuyla patlamaya yol açmış ve aşık sevdiğine onu sevmesi için yalvarırcasına isyan etmiştir. O aşkla bir bütün olmayı isterken, bir yanıyla da ondan kaçmaya çalışmıştır. Karakoç, Mona Rosa’ya seslenirken çaresizlikle “Artık inan bana muhacir kızı” sözleriyle sesleniverir. Ancak o da farkındadır, bir göçmenin kızı nasıl ona dönüp de baksın? Tutkusunun artık yıkıcı yönleri ağır basmaktadır. İsyanının ardından da gelen bir umutsuzluk hissi barındırır.
“Sır ettin, zor ettin
Bulamadım yolumu
Bilemedim sonumu
Mahpus ettin beni
Esir ettin, sefil ettin
İşte halimdir
Yıldızlar şahidimdir.”
Hissettiği aşkın benzer bir isyan boyutunu da Yana Yana albümünde şu sözlerle buluruz: “Sır ettin, zor ettin, bulamadım yolumu, bilemedim sonumu“. Aşk aslında hem bir arayışken hem de bir kayboluş olmuştur. Artık içinde yaşadıkları gel git halleri onları yaralarken çarpıcı bir gerçeği de beraberinde getirmiştir. Bu aslında bir kabulleniş olmuştur.
Kabulleniş: Gelmeyecek Aşkın Sonsuzluğu
“Ki ben Mona Rosa bulurum seni
İncir kuşlarının bakışlarında.
Hayatla doldurur bu boş yelkeni.
O masum bakışların su kenarında.
Ki ben Mona Rosa bulurum seni.”
Aşkının bıraktığı hayal kırıklığı ve ona dair olan bu derin tutku en sonunda içinde yaşayacağı sonsuz bir aşka mecbur bırakmıştır. Bu mecburiyet aşkın kabulleniş kısmında gerçekleşmiştir. Aşkın isyanla yıpranmış hâli en sonunda bir umutsuzluk oluvermiştir. “Ki ben Mona Rosa bulurum seni” dizesinde, kaybolan bir arayışın özlemini içinde barındırır. Mona Rosa’nın gerçekliğiyle yüzleşen Karakoç, sevdasının bir hayal olduğunu da kabul etmiştir. Ancak bu kabulleniş bir çıkmaz değil, aynı zamanda yeniden bir umut barındırır içinde. İçselleşmiş bir hissiyattır. Mona artık kayıp değil içinde gömülü bir sevgi olmuştur. Tüm masumiyetiyle aşkın sadece somutlaşmış halini değil düşleyiş hâli güzeldir.
“Anlamı yok tüm sözlerin
Sensiz geçen gecelerin
Yaşanacak senelerin
Bu kalp seni unutur mu?
Bambaşka bir halin vardı
Fark etmeden beni sardı
Benliğimi benden aldı bu kalp seni unutur mu?”
Bir benzer ifadeyle de Kızılok, aşkının sonsuzluğunu ifade eder. Kalbindeki yerinin değişmeyecek ve sönmeyecek doygunluğu barındırır. Aşk var olmasa dahi o kişiyi sarıp sarmalamayı asla bırakmaz. Bu güçlü bağ artık aşkın karmaşık doğasını da içsel bir kabulleniş olarak yaşatır olmuştur.