Ridley Scott unutulmaz filmi Alien’ın tanıtımı için şu sloganı kullanır: “Uzayda kimse çığlık attığınızı duyamaz.”. Bu tercih; çığlığın asıl kaynağı olan uzaylıların yanı sıra daha gerçek bir korkunun, bir yan antagonistin de olduğunu gösterir. Olası bir tehlike durumunda yardım gelmesinin günler hatta haftalar sürebileceği uzayda, karakteri sadece bir uzay gemisinin içinde konumlandırmak bile planların yolunda gitmeyeceğinin en büyük habercisidir. Bu klostrofobik atmosferin yanı sıra zamanın göreceli akması sebebiyle yaşanmadan kaybolan anılar bu anlatıların dramatik yönünü oluşturur. 2009 Sundance Film Festivali’nde izleyici ile buluşan ve yönetmen Duncan Jones’un ilk uzun metrajı olan Moon, aydaki bir maden istasyonunda tek başına görev yapan Sam Bell karakterini odak noktasına alarak uzayın bahsedilen bütün bu zorluklarını ona yaşatır.
Moon, biraz kör göze parmak sokarak “Şimdi neredeyiz?” başlığı ile açılır. Bunun, dünyadaki enerji kaynaklarının tükenmesi üzerine Helium-3 isimli bir enerji kaynağı keşfedilmesini ve güneşten yayılan bu enerjinin aydaki kayalıklarda depolanmış olduğunu anlatan bir reklam olduğunu anlarız. Reklamın sahibi olan Lunar Industries Ltd. şirketi ise aydaki maden istasyonlarına gönderdiği astronotlarının 3 yıl boyunca oradaki süreci gözlemlemelerini ve dünyaya düzenli olarak bu maddeyi göndermelerini sağlar. Çok geçmeden görevinin son iki haftasında olduğunu anladığımız Sam, aya varışının kısa bir süre sonrasında canlı bağlantısının kopması sebebiyle neredeyse mutlak bir izolasyon içinde yaşamıştır. Evden veya üsten ara ara gelen görüntülü mesajlar dışında uzay gemilerinin alamet-i farikası olan bir yapay zeka da ona eşlik etmektedir. Geçirilen bu zorlu sürecin yıkıcı etkilerine ise Sam’in gördüğü halüsinasyonlar aracılığıyla tanık oluruz.
Moon’un sloganı ilk akla gelen anlamdan fazlasını içerir: Evden 250,000 mil uzakta karşılaşması en zor şey kendinizsinizdir. İzolasyonda 3 yıl geçiren bir protagonist olduğunu düşündüğümüzde bu yüzleşmenin, karakterin kendi benliğine odaklanıp özünü keşfedeceği varoluşçu bir macera olduğunu tahmin edebiliriz ama slogan ilk düşünülenin aksine çok daha somut bir anlam içeriyor. Sam’in ayın yüzeyinde ‘Toplayıcı’ isimli aracı sürerken bir kaza geçirdiğini, hemen sonrasında da revirde uyandığını izliyoruz. Fakat Sam’in filmin başında yanan elinin veya kazada yarılan kaşının herhangi bir izini görmüyoruz ki bu da görünenin ardında başka bir gerçeklik olduğunu hissettiriyor. Çok geçmeden de filmde en az 2 (!) Sam’in var olduğuna tanık oluyoruz.
Yazının bu kısmından sonra filmle ilgili sürpriz bozan detaylara yer verilecektir.
Klonların Gözünden
2001: A Space Odyssey’in sinemada devrim niteliğindeki etkisinden dolayı herkes Moon’daki antagonistin yapay zeka olacağını düşünmüştür. Fakat gerçekler yüzeye çıktıkça esas kötülüğün Lunar Industries şirketinden kaynaklandığını görüyoruz. Sanılanın aksine şirket 3 yıllık periyotlar için farklı astronotlar ile anlaşıp onların geri dönüşünü sağlamıyor, tek bir insanın farklı klonlarını çalıştırıp sonra da imha ediyordur. Astronotların klon olduklarını keşfettikleri konuşmada ise bu durum şirketin ucuz iş gücü istemesiyle açıklanıyor. Zira sürekli olarak bu işi yapacak birini eğitmektense tek bir kişiyi eğitip ondan sayısız klon üretmek kapitalist canavar için çok daha uygun bir strateji olarak konumlanıyor. Film, toplumsal eşitsizliğin ve bu diyalektiğin gelecekte de var olacağı alt metniyle seyircilere bir anlamda indirgemeci bir bakış açısı aşılıyor. Başka bir geleceğin mümkün olduğunun propagandası yapılabileceği yerde; seyirciye çıkış yolunun toplumda değil, yine bireyde olduğu mesajı veriliyor. Bir anlamda kapitalist merceğin farklı-aynı bir yanılsaması seyirciye dayatılıyor.
İlk tanıştığımız Sam’in sinyal kesicinin etki alanından çıkıp evini araması ise filmin kilit noktalarından birisi oluyor. Halüsinasyonlarda gördüğü genç kızın aslında öz kızının büyümüş hali olduğunu fark eden Sam, karısının öldüğünü öğrendikten sonra içeriden esas (donör) Sam’in sesini duyarak son darbeyi alıyor. Bu yıkılma karşısında bilgisayarı kapatan Sam’in tek söylediği ise “Eve dönmek istiyorum.” oluyor. Peki yüksek ihtimalle bir laboratuvar ortamında yaratılan, implant anılarla bilinci oluşturulan klon Sam için ev neresi olabilir? Bu noktada kamera yavaşça dünyaya dönüyor. Sam’in sahip olduğu anılar başka bir bireye ait olsa da bu Sam’in bir özü ve yuvası olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Ayrıca ikinci Sam, filmin ilerleyen sahnelerinde her ne kadar genetik olarak programlanmış bir yaratı olsa da insanların bilgisayarlar gibi programlanamayacağını belirterek kendi özgür varlığını ilan ediyor.
Bilinç Bencil Midir?
Jacques Lacan, 18 aydan küçük çocukların ayna karşısına geçirildiklerinde kendi bedenlerinin ve benliklerinin farkına varma süreçlerini “ayna evresi’ olarak tanımlıyor. Öz-farkındalığın oluşmasında oldukça önemli olan bu olgu, Moon’da klonların ‘ayna’nın bir temsiliyeti olarak portrelenmesi ile sunuluyor. Klonların klon olduklarına dair öz-farkındalıklarının oluşması diğer klonları görünce gerçekleşiyor. Bu metaforun kaçış planı yapılan sahnede daha da derinleştiğini söylemek mümkün.
Uykusundan yaklaşık üç yıl kadar daha sonra uyandırılmış olan Sam, yaptığı kaçış planında yeni bir klon uyandırıp onu bu plan için feda etmeyi teklif ediyor. İki Sam üzerinden ayna evresinin metaforu gözlemleniyor; ilk tanıştığımız klonun gerçek dünyadaki bireyin temsiliyeti, diğerininse aynadaki yansımanın tezahürü olduğunu anlıyoruz. Bu noktada öz-farkındalığı oluşturan da ilk Sam olmuş oluyor. İkinci Sam’in sunduğu bu plana karşın kendisinin zaten ölmek üzere olduğu için feda edilmesi gerektiğini ve ikinci Sam’in dünyaya gönderilecek olan Helium-3 aracına binmesi gerektiğini söylüyor. Bu noktada Sam’de oluşan öz-farkındalık sadece birey olarak tek bir Sam’e değil, Sam’in bütün kopyalarına yönelik kolektif bir farkındalık oluyor.
Asimov’un İzinde
Günümüzde uzayı mekan olarak seçen hemen hemen bütün filmler 2001: A Space Odyssey’den izler taşır. Uzay hikayelerinin sinemadaki öncüsü olan eser sinemaya birçok görsel motif, arketip ve şablon kazandırmıştır. Moon’un yapay zeka karakteri Gerty de duygusuz ve tekdüze sesi ile 2001’ın tanrıcılık oynayan robotu HAL 9000’i çağrıştırıyor. Bu sebeple filmin antagonisti olacağını tahmin ettiğimiz Gerty, beklenenin tam aksi bir portre çiziyor ve öz-farkındalık geliştirmiş bir başka insan yaratımı olarak filmdeki yerini alıyor.
Bilim kurgu edebiyatının en önemli isimlerinden Isaac Asimov 1942’de Robotiğin Üç Kanunu’nu belirtmiştir. Moon özelinde ilk iki kanuna değinmemiz büyük önem taşıyor: (1) Bir robot, bir insana zarar veremez ya da aksiyon almayarak bir insana zarar gelmesine izin
veremez. (2) Bir robot, ilk kanunla çakışmadığı sürece, insanlar tarafından kendisine verilen emirlere itaat etmelidir. Gerty, Lunar Industries şirketinin kötücül planlarının başarıyla işlemesi için programlanmış bir robot olarak pek çok kez şirketin ve korumakla yükümlü olduğu klonların arasında kalıyor. Klonlar gerçekleri ilk fark etmeye başladıklarında kendisine sorulan soruları geçiştirip üsle olan canlı konuşmasını gizli tutsa da ileride klonların gerçekleri keşfetmesinde gerek gizli belgelere erişim izni sağlayarak gerekse de doğrudan kendisi açıklayarak katkıda bulunuyor. Bu durum robotiğin ikinci kanunundaki ilk kanunu koruyan şartın doğrudan bir örneklemi oluyor. Belli fonksiyonaliteleri yerine getirmek için kodlanmış bir bilgisayar programının fikir değiştirmesi pek de mümkün bir durum değildir. Bu sebeple Gerty’nin bir bilinç oluşturduğunu ve karar aldığını görüyoruz, üstelik bir aynaya bile gerek duymadan.