“Benim için yazmak son derece ıstırap verici bir eylemdir. Bir ay zaman harcayıp tek satır bile yazamadığım olur; bazen de üç gün üç gece boyunca hiç durmadan yazıp, sonra yazdıklarımı okuduğumda tamamen çuvalladığımı fark ederim. Tüm bunlara rağmen, yazmak eğlenceli bir uğraştır. Çünkü yaşamanın zorluklarıyla karşılaştırıldığında, yazmaya anlam yüklemek çok daha kolaydır.”
1979 yılında yayımlanan Rüzgârın Şarkısını Dinle (Kaze no Oto wo Kike), Haruki Murakami‘nin ilk romanıdır ve yaz döneminde geçer. Yazarın bir novella olarak tanımladığı eserin çıkış noktası ise oldukça anidir: Murakami’nin söylediğine göre; yazar bir beyzbol maçı izlediği sırada yaşadığı aydınlanma anı sonrasında, bir roman yazabileceği fikrine kapılmış ve işe koyulmuştur.

Murakami’nin külliyatına aşina olanlar, yazarın kullandığı dil ile farklı bir duruş sergileyerek Japon edebiyatında öne çıktığını bilirler. Üretmenin bir süreç olduğunu ve bu sürecin nasıl ilerlediğini tüm şeffaflığıyla ortaya koyan Murakami’yi anlamak için Rüzgârın Sesini Dinle‘nin, yerinde bir başlangıç hatta bir kilit noktası olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.
Eserin bir konu etrafında toplanmamış olması, yazarın dili nasıl bir doğallıkla kullandığını görmemiz ve tarzını sindirmemiz için olanak sağlar. Murakami’nin bu dili oluşturma sürecine gelecek olursak, burada ilgi çekici bir hikâye ile karşılaşıyoruz.
“Ortaya çıkan şeyi okuduğumda hiç mi hiç etkilenmemiştim. Kitabım bir romanda olması gereken şeylere sahipti ama bu haliyle sıkıcıydı ve hoşuma gitmemişti. Eğer yazar bu şekilde hissediyorsa, diye düşündüm üzgün üzgün, okurun tepkisi muhtemelen daha da olumsuz olacaktır. Sanırım yazmak için olması gereken şey bende yok.”
Murakami “Rüzgârın Şarkısını Dinle” İle Kendi Sesini Nasıl Buldu?
Birkaç ay sonunda ortaya koyduğu metinlerden memnun kalmayan Murakami, kendi sesini bulmakta kararlıydı. Bunun üzerine daktilosunu kaldırdı ve dolma kalemiyle kağıtlarını aldı. Aklındakileri İngilizce sözcüklerle kaleme aldı çünkü niyeti kendi sesini bulmaksa, Japonca’ya olan hâkimiyetiyle edindiği anlatım alışkanlıklarını bir kenara bırakabilmeliydi. Yazdığı metni İngilizce’den Japonca’ya aktardığında, amacına ulaşmıştı artık.
“Yabancı bir dilde yazmanın tuhaf etkisini keşfettikten sonra, sadece kendime ait yaratıcı bir ritme gereksinim duydum ve Olivetti’yi yeniden dolaba kaldırdım. Bir kez daha kâğıt tomarları ile dolmakalemimi ortaya çıkardım (…) Bu süreçte kaçınılmaz olarak yeni bir Japonca tarz ortaya çıktı. Bu tarz benimdi. Benim keşfettiğim bir tarzdı. Şimdi oldu, diye düşündüm. İşte böyle yazmalıyım.”
Murakami’nin Rüzgârın Sesini Dinle‘de ulaştığı yalınlık noktası, bu eseri özel kılan tek nitelik değil elbette. Buna ek olarak, yazarın kalemini herhangi bir edebî kaygı taşımadan oynatmış olması ona özgünlük kazandırmıştır. “Yazdıklarım en iyisi olmalı, sanatın âlâsını ben icra etmeliyim, romanlar şöyle yazılmalı, edebiyatın kuralları şunlardır” gibi yazarı telaşa sürükleyecek düşüncelerin esiri olmadan yazılan bir metin, şüphesiz ki diğerlerine kıyasla çok daha özgür bir alana sahiptir.
Rüzgârın Şarkısını Dinle Bize Hangi Kapıları Aralıyor?
Rüzgârın Şarkısını Dinle, kapağını açmadan önce yerleşik beklentilerinizden sıyrılmanızı ve büyük resmi görmek için hazırlanmanızı gerektirecek geniş perspektifli bir kitap. Aynı zamanda modern Japon edebiyatının önemli isimlerinden olan bir yazarın doğuşuna şahit olduğumuz bir ilk yapıt. Yazarın çok eski bir arkadaş gibi gördüğü ve tekrar bir araya gelmelerinin mümkün olmadığını söylediği Rüzgârın Şarkısını Dinle, iç ısıtan samimiliği ve -yazarın da değindiği gibi- acemiliğiyle keyifli bir okuma deneyimi kazandırıyor.
Murakami, diğer eserlerinde olduğu gibi burada da Japon kültürünü yansıtmıyor. Onun yerine severek okuduğu Avrupalı ve Amerikan yazarlardan söz ediyor, müziğe olan ilgisine yer veriyor. Yalnız kendine ait olan bir tarzda yazmayı hedefleyen ve bu çizgiden şaşmayan yazarın karakterleri de doğal olarak onun ilgilerinden payını alıyor. Tıpkı diğer Murakami kitaplarındaki gibi, bu kitabında da müzikle bağdaşmış bir karakter ile karşı karşıyayız.
Kitap, karakterin yazma üzerine düşüncelerini aktarmasıyla başlıyor. İlk bölümün sonuna kadar okuduklarımız, onun hakkında belli başlı fikirler edinmemizi sağlıyor. Doğal bir karakter var karşımızda: Yalnız biraz, kendi hikâyesi tarafından yaralanmış, fazla alkol tüketiyor; mutlu olup olmadığından pek emin değil, mutlu olduğunu söylediğinde de bu kavramı kendi içinde sorguladığını hissedebiliyoruz.
“Biri bana, Mutlu musun? diye sorarsa, Sanırım öyle, demek dışında cevabım yok. Hayaller de sonunda böyle şeylere dönüşmez mi zaten?”

Karakterimiz çeşitli durumlara yönelik sorgulamasını yaparken biz de onunla birlikte düşünceden düşünceye sürükleniyoruz. Geçmişe, şimdiye ve geleceğe aralanan kapıların eşiklerinde farklı hisler karşımıza çıkıyor.
Anlatılanlar on sekiz günlük bir zaman zarfına ait. Hikâye, karakterin sarhoş bir anında arabasına binerek arkadaş olduğu Fare ile sohbetleri ekseninde ilerliyor ve çoğu zaman J’nin Barı‘nda geçiyor. Ahenkli cümlelerle bir araya getirilen farklı kesitler var eserde; bu yönüyle yazarın tarzına alışık olmayanlar için hayal kırıklığıyla sonuçlanabilecek bir deneyim de sunabilir.
Derinlik, kişiden kişiye değişebileceğinden Murakami’nin cümlelerinden çıkarılabilecek anlamlar sizlerin özelinde değişecektir ancak bu cümlelerin içinizde bir burukluk bırakacak olması sugötürmez bir durumdur.
Murakami Sonraki Eserlerinde Rüzgârın Şarkısını Dinle‘ye Selam Gönderiyor
Haruki Murakami’nin Rüzgârın Şarkısını Dinle‘ye dair hiç umudu yoktu. Öyle ki sahip olduğu tek kopyayı Gunzo Edebiyat Dergisi‘nde düzenlenen yarışma için gönderdi ve bu, metnin değerlendirilmemesi durumunda kaybolacağı anlamına geliyordu. Murakami, edebiyat dünyasında kendi yerine sahip olmak için ilk adımı böylelikle atmıştı.
Rüzgârın Şarkısını Dinle, yazarın birer yıl arayla yayımladığı Fare Üçlemesi‘nin (Triology of The Rat) ilk kitabı olarak kabul görüyor ve zaman zaman sonraki eserlerinde dönüp selam verdiği bir dost olarak külliyatında yer ediniyor. Bu sessiz selamlar sıkı Murakami okurları için şüphesiz ayrı bir yere sahip.

Karakter insanlara ulaşabilmek için, hayatının bir döneminde aklınıza gelebilecek her şeyi sayılarla ifade ettiğini söylüyor. Katıldığı 358 ders, 54 seks, içilen 6.921 sigara. Sayılarla bu denli yakın olan bir başka karakteri Haşlanmış Harikalar Diyarı ve Dünya’nın Sonu adlı Murakami kitabında görüyoruz: Buradaki karakter ise cebinde taşıdığı bozuk paraların sayısını her zaman biliyor ve bunun hakkında konuşuyor.
Bir başka ilgi çeken paralellikle ise Renksiz Tsukuru Tazaki’nin Hac Yılları‘nda karşılaşıyoruz. Rüzgârın Şarkısını Dinle‘de karakter, J’nin Barı’nın tuvaletinde sol elinde dört parmak olan baygın bir kadın buluyor ve bu kadın onun hayatında yeni, ufak bir maceranın başlamasına vesile oluyor. Renksiz Tsukuru Tazaki’nin Hac Yılları‘nda ise metroya bırakılmış kutuda kesik bir parmak bulunuyor ve kitabın olay örgüsüne hiçbir etkisi bulunmayan bu olayın ne öncesi ne de sonrası hakkında herhangi bir bilgi verilmiyor.
“Biliyor musun, başımın üzerinde hep kötü rüzgârlar esiyor sanki.”
“Rüzgârlar yön değiştirir.”
“Gerçekten böyle mi düşünüyorsun?”
“Günün birinde mutlaka değiştirecektir.”
Kaynakça
Murakami, Haruki. Rüzgârın Şarkısını Dinle. Ali Volkan Erdemir. İstanbul: Doğan Yayınları, Nisan 2023.