Nana: Aşk, Dostluk, Yaşam, Şöhret ve Punk

Editör:
Ayçe Cansu Yaşar
spot_img

Japon manga yazarı Ai Yazawa tarafından kaleme alınan, shoujo janrı altında değerlendirilebilecek ünlü manga serisi Nana, 2006 yılında Morio Asaka’nın yönetmen koltuğunda oturduğu bir anime serisi olarak sevenleriyle buluşmuştu. Mangaya büyük ölçüde sadık kalan animede, aynı yaşta olan ve aynı ismi paylaşan Nana adındaki iki genç kızın yeni bir başlangıç yapma hayaliyle bindikleri Tokyo treninde tesadüf eseri tanışmaları ile başlayan bir dizi olay işleniyor. Aşka, dostluğa, gençlikten yetişkinliğe geçiş evresinin sancılarına, dünyaya bir iz bırakma arzusunun karmaşık yapısına, insan ilişkilerine, şöhrete ve müziğe dair gerçekçi ve derinlikli hikâyesiyle izleyiciye envaiçeşit duygu yaşatmayı vadeden Nana’ya Netflix Türkiye üzerinden ulaşabilirsiniz.

Animenin iki ana karakteri: Nana Osaki ve Nana Komatsu. Sonraları Nana Komatsu; sevimli, neşeli, uysal ve sadık yapısıyla köpek yavrusuna benzetilerek “Hachi” lakabıyla anılmaya başlıyor ve anime boyunca bu lakaba sadık kalınıyor. Biz de bu yazıda Nana Komatsu karakterinden “Hachi” diye bahsedeceğiz. İki genç kızın giyinişi, bakışı, duruşu, geçmiş yaşamları, huyları, alışkanlıkları ve hayata bakış açıları birbirine taban tabana zıt biçimde resmediliyor. İsimleri aynı olan aynı yaştaki iki genç kızın, aynı şehre gitmek için aynı trene binmelerini içeren bir tesadüfler silsilesi ile yolları kesişse de ikilinin bunlar dışında neredeyse hiçbir ortak noktaları yok. Buna rağmen tanışır tanışmaz aralarında çok güçlü bir bağ oluşmaya başlıyor. Hachi son derece naif, neşeli, heyecanlı, şıpsevdi, çocuksu ve edilgen bir karakter olarak resmedilirken Nana; sert mizaca sahip, baskın, depresif, sessiz, gizemli ve havalı bir karakter olarak resmediliyor. Karakterlerin giyinişleri, ses tonları, konuşma şekilleri gibi birçok detayla aralarındaki kontrast belirginleştiriliyor.

Nana Tokyo’ya bir Rock grubu kurarak müzik piyasasında adını duyurmak ve yetenekleriyle şöhrete kavuşmak amacıyla giderken Hachi, üniversite kazandığı için taşınan sevgilisi Shoji’nin peşinden gitmek amacıyla Tokyo’ya doğru yola çıkıyor. Trenden indikten sonra yolları ayrılan ikili yine bir tesadüf sonucu ev ararken aynı dairede karşılaşıyorlar. Bunun üzerine hayatlarının en önemli dönemini yaşayacakları, hiçbir zaman unutamayacakları anılar biriktirecekleri, en büyük acıları ve sevinçleri bir arada tecrübe edecekleri 707 numaralı daireye birlikte taşınmaya karar vererek ev arkadaşı oluyorlar. Nana ve Hachi’nin tanışma hikâyesinde üst üste gerçekleşen tesadüflerle ikilinin bir araya gelmesi kaderin bir cilvesi olarak aksettiriliyor.

Hachi ve Nana’nın tanışma hikâyelerinin ardından her ikisini de Tokyo’ya sürükleyen sebepler ve Tokyo öncesindeki hayatları ile ilgili fikir sahibi olmamızı sağlayan -karakterlerin ve hikâyenin katmanlılık kazanması açısından ulvi bir göreve hizmet eden- flashbackler izliyoruz. Her ikisinin de belli yönlerden travmatik bir geçmişi olduğunu öğreniyoruz. Fakat özellikle Nana’nın geçmişi, daha trajik ve ilgi çekici olduğu için seyirciyi de Hachi’yi de daha fazla cezbediyor. Nana’nın sonraları dünya çapında ün kazanacak Trapnest isimli Rock grubunda gitaristlik yapmak için Tokyo’ya giderek kendisini terk eden gizemli eski sevgilisi Ren ile ilişkilerinin geçmişi ve akıbeti animenin en önemli merak unsuruna dönüşüyor. Nana, Nobu, Yasu ve Shin olmak üzere birbirinden ikonik dört karakterden oluşan Black Stones ile Ren’in gitaristlik yaptığı Trapnest arasındaki rekabet ve ilişki yumağı, baştan sona kadar olay örgüsünü dinamik tutarak izleyiciyi ekrana kitliyor. Bunda animenin mest eden orijinal soundtrack’inin de katkısı büyük. Ayrıca sık sık ünlü Punk moda tasarımcısı Vivienne Westwood’a ya da Sex Pistols gibi sevilen Punk müzik gruplarına yapılan göndermelerle Punk kültürüne dair referans yelpazesi geniş tutuluyor.

Animeler çoğunlukla gerçeküstü veya abartı barındıran yönleriyle zihinlerde yer etmiş olsa da Nana, animelerle ilgili zihnimize yerleşmiş tüm şemaları altüst edebilme potansiyeline sahip. Abartıdan uzak, sade, gerçekçi ve güçlü anlatısıyla yaşamı birçok yönüyle kavramamıza olanak sağlayacak bir titizlikle yaratılmış şahane bir öykü var karşımızda. Animelerde sıkça karşımıza çıkan gerçeküstü ögeler Nana’da kendine yer bulamıyor. Tabii ki de çizime dayalı her seyir türü gibi bu animede de karakterlerin “stereotip”leştiği, tesadüflerin fazlaca baş gösterdiği, görsel ve seslendirme açısından karikatürize edilmiş sahne ve repliklere yer verildiği zamanlar oluyor. Fakat bunu çoğunlukla görsel tercihinin olanaklarına sığınarak yapan Nana, anime izlemeye alışık olmayan seyirciler için rahatsız edici bir imaj çizmiyor. Başlarda nadiren de olsa replikler aracılığıyla dördüncü duvarın yıkılmaya çalışılması, böylesine gerçekçi bir slice of life animede göze batıyor fakat neyse ki yönetmen çok geç olmadan bu teknikten vazgeçerek seyirciyle arasına mesafe koyuyor.

Animelerle ilgili bir diğer ön yargı da animelerin sadece çocuklara göre olduğu yönünde olsa da Nana’nın hem duygusal olarak yorucu ve karmaşık hikâyesiyle hem ağzından sigara düşmeyen Rockstar karakterleriyle hem de cinsellik barındıran sahneleriyle tamamen yetişkinlere göre bir anime serisi olduğunu belirtmeden geçmeyelim.

Nana; seyirciyi tıpkı yaşamın kendisi gibi güldürüyor, hüzünlendiriyor, ağlatıyor ve seyirciye bir şeyleri özletiyor. Özlediğimiz ama asla geri dönemeyeceğimizi bildiğimiz geçmişe gömülü bir döneme dair özlemimizi tetikleyerek bizi belli belirsiz bir nostaljinin kucağına bırakıyor. Hafızayı ve anıları uyarmak için mekânlardan ve nesnelerden bol bol faydalanılıyor. Özellikle Nana ve Hachi’nin birlikte kaldığı dairedeki mutfak masası, her introdan sonra gösterilerek mekânsal bir hafıza yaratmanın peşine düşülüyor. Benzer şekilde Hachi’nin isteği ile aldıkları ve dostluklarının nişanesi hâline gelen çilekli bardaklar da sık sık ön plana çıkarılarak nostaljik bir his yakalamak hedefleniyor. Aynı şeyi Shin’in Satürn şeklindeki çakmaklı kolyesi ve gruba ismini veren Black Stones marka sigara için de söyleyebiliriz.

Nana; hayatın içinden karakterleri ile herkesin kendinden bir şeyler bulabileceği sıcak ve hüzünlü bir yapım. Serinin ilk yarısında Hachi protagonist olarak seçildiği için izleyici olayları Hachi’nin perspektifinden izliyor. Biz de Hachi gibi Nana’nın gizemini çözmek, buzlarını kırmak, duvarlarını yıkmak istiyoruz. Geçmişini öğrenmek, Ren ile ilişkisini yakından gözlemlemek istiyoruz. Biz de Hachi gibi Nana’ya hayran olup onun peşine takılıyoruz. İkinci yarıda ise olayları Nana’nın gözünden izlemeye başlıyoruz. Bu kısmın Hachi’nin protagonist olduğu ilk yarı kadar güçlü bir anlatıya sahip olmadığını belirtmekte fayda var. Özellikle Takumi’nin hikâyeye dâhil oluşu ve Nana ile Hachi’nin farklı yönlere savruluşu baştan savma duruyor.

Nana; aşkı odak noktasına alıyor gibi gözükse de iki genç kızın aşktan bile güçlü dostluğu, hiçbir şeyin kendisinden rol çalmasına izin vermiyor. Nana, en büyük başarısını Nana ve Hachi’nin dostluğunu yansıtırken geliştirdiği duygusal kapasite ile elde ediyor. Hatta öyle ki Hachi’nin Nana’ya olan hayranlığını ifade ederken kurduğu cümleler akıllara dostluktan ve hatta aşktan bile öte duyguları getiriyor. Aralarındaki ilişkinin yansıtılış biçimi oldukça özenli ve başarılı. Nana’nın kendi türündeki en başarılı birkaç animeden biri olduğunu söylersek abartmış olmayız. Hafızalarımıza kazınan “Rose” şarkısı eşliğindeki fragman ile yazıyı sonlandıralım.

Herkese iyi seyirler!

spot_img
Ayçe Cansu Yaşar
Ayçe Cansu Yaşar
"Yaşamaktan yazmaya vakit kalmadı."

Yorum Yap

Yorum girişi yapınız.
Adınızı girin

Alıntının Hikâyesi: Livaneli’den Aşk, Travma ve Unutabilmek Üzerine

“Aşk, bir uçurum kıyısında gözü bağlı yürümektir.”

Müziğin Kalbinin Attığı O Yer: Royal Albert Hall

1871'de açılan Royal Albert Hall yıllar boyunca birçok sanat etkinliğine tanıklık etmiştir.

İngiliz İç Savaşı: Sebepleri ve Sonuçları

17. yüzyılda İngiltere'de yaşanan iç savaş, kısa bir süreliğine de olsa Cromwell liderliğinde askeri bir yönetimi meydana getirdi.

Anadolu Turnesi: Psikedelik Bir Yolculuğun Sosyolojik Yansımaları

Alternatif rock grubu Venus Music Peace Band'in Anadolu Turnesine dair bir belgesel incelemesi.

Magnum Fotoğrafçısı Elliott Erwitt: Sıradışı Perspektif

Magnum fotoğrafçılarının yeni yazısında Elliott Erwitt'in hayatına ve eserlerine doğru bir yolculuğa çıkıyoruz.

Star Wars Sith’in İntikamı: Bir Trajedinin Epik Kapanışı

Skywalker'ın öyküsü, galaktik düzenin çöküşünü, dostlukların sonunu ve aşkın trajedisini bir kez daha gözler önüne seriyor.

Macbeth Sendromu: Hırsla Yoğrulan Bir Kimliğin Çöküşü

Macbeth Sendromu, bireyin hırs uğruna kimliğini ve vicdanını yitirerek psikolojik çöküşe sürüklenmesini anlatan patolojik bir durumdur.

You’ya Veda: Önceki Sezonda Neler Oldu?

You, beşinci sezonuyla son kez ekranlara gelirken, önceki sezonlarda neler oldu hatırlayalım.

Altı Çizilenlerde Bu Ay: Ahmed Arif | Hasretinden Prangalar Eskittim

Söylenti Edebiyat editörleri, Altı Çizilenler serisinde bu ay, doğum gününde, şiirin aykırı sesi, toplumcu gerçekçiliğin öncülerinden, Türk edebiyatının benzersiz şairi Ahmed Arif'e yer veriyor!

Orta Çağ Avrupası’nda Evlilik, Boşanma ve Eğlence Kültürü

"Ben senin için yaşamayı göze aldım" diyenleriniz varsa, itinayla "Sıkıysa Orta Çağ'da yaşasana" diyebilirsiniz çünkü bu çağda yaşamak sanıldığından çok daha zor.