Ömrünün yarısı parmaklıklar ardında, diğer yarısı ise sürgünde geçen; acıları ve sevdası ile şiirlerini besleyen yazar, şair Nâzım Hikmet Ran ve kader arkadaşlığı yaptığı ressam, yazar İbrahim Balaban‘ın eserlerine gelin birlikte bakalım..
“İşte seyreyle gözüm, hünerini Balaban’ın
İşte şafak vakti Mayıs ayındayız
İşte aydınlık:
Akıllı, cesur, taze, diri, insafsız…”
Nâzım Hikmet
Nâzım Hikmet, şiirleriyle edebiyatımızda önemli yere sahip bir sanatçıdır. Türk edebiyatına şiirleriyle katkı sağladığı gibi ressamlarımıza da sahip çıkmış ve ressamlarımızın bazı resimleri için şiirler yazmıştır.
Resimlerine şiir yazdığı ilk ressam İbrahim Balaban’dır. Nâzım Hikmet’in resim tarihimize kazandırdığı ressamlar arasında İbrahim Balaban’ın yeri ayrıdır. Nâzım Hikmet ile hapishane yıllarında tanışmış ve hiçbir eğitimi olmayan Balaban’ı keşfederek onun sanat yolculuğuna başlamasında rol oynamıştır.

Kısaca İbrahim Balaban’ın hayatına baktığımızda; Balaban 1921 yılında Bursa’nın Seç köy ’ün de dünyaya gelir. On altı yaşında talihsiz bir olay neticesinde üç buçuk yıl hapis yatar. Bursa hapishanesine girer ve burada yaptığı resimler ile ‘Şair Baba‘ diyeceği Nâzım Hikmet’in dikkatini çeker. Nâzım’dan resim eğitimi alır. Sadece resim üzerine değil; felsefe, sosyoloji, politika, ekonomi, sanat tarihi ve akademik ressamlık üzerine derslerde alır.
1941 yılında hapisten çıkar. Aynı yıl içerisinde ailesinin ısrarı ile nişanlanır ancak o kızı ben alacaktım gerekçesiyle arkadaşı tarafından üç yerinden bıçaklanır. Fakat içerideyken kendini bıçaklayan belalısı halen tehdit etmektedir. Bu tehditler sonucunda eller tetiklere gider ve 1943 yılının Kasım ayında Bursa hapishanesine girer. Bir süre sonra da bir yılbaşı gecesi babası Hasan Çavuş’un vurulduğu haberini alır. 1943 yılının mayıs ayında önce karısının kısa bir süre sonra da çocuğunun vefat ettiğini öğrenir.
1944 yılında İmralı Ceza evine gönderilir, burada dört yıl yatıp çıkacaktır. Ancak tekrar Bursa hapishanesine döner ve 1950 affı ile Nâzım Hikmet ile birlikte hapishaneden çıkar. Çıkarken elinde Nâzım’ın her biri adına şiirler yazdığı “Bahar“, “Harman” ve “Mapushane Kapısı” isimli üç tablo vardır.
Ekin Biçenler
1950 yılı sonu, 1951 yılının başlarında Nâzım Hikmet ile İstanbul’u gezdi. Nâzım Hikmet’in evinde kaldığı süre içerisinde “Ekin Biçenler” isimli tablosunu yapar. Daha sonra askere çağrılır ve bu sırada Nâzım Hikmet ise yurtdışına çıkmak zorunda kalır ve bir daha görüşemezler..

Eserlerin de toplumcu, gerçekçi ve naif sanat unsurlarını bir arada kullanan sanatçı; kendi hayatından, masallardan ve toplumsal olaylardan esinlenmiştir. Naif sanat anlayışı, Latince nativus olan naif saf, doğal ve yapmacıksız anlamına gelir. Balaban’ın eserlerinde de naif sanat anlayışına özgü saf, yapmacıksız ve geleneksel anatomik unsurlardan uzak, deformasyona uğramış acemice ve içten figürlere rastlanır. Naif resimleri gerçeklikten uzak olsa da bir yörenin geleneklerini anlatan unsurları içerir.
Bahar
![tumblr_nxgeevZm9L1sua6ivo1_640[9] - Söylenti Dergi](https://www.soylentidergi.com/wp-content/uploads/2023/04/tumblr_nxgeevZm9L1sua6ivo1_6409.jpg)
Nâzım Hikmet’te Balaban’ın sıcacık, masalları andıran resimlerine şiirler yazıyordu. İlk şiirini “Bahar” isimli tablosuna yazmıştır. Tabloyu incelediğimizde oldukça kalabalık bir sahne ile karşılaşıyoruz. Eser de doğanın barındırdığı canlılar ile bizi karşılar, sahnenin önünde bir kadın ve erkek figürü yer alır. Giyimlerinden köylü olduklarını anladığımız figürler karşılıklı birbirine bakar şekilde tasvir edilmiştir. Eserde yer figürleri, naif resim anlayışına uygun olarak deformasyona uğramışlardır. Çeşitli hayvanlar bir arada görülmektedir. Renkleriyle ve anlatımıyla bu tablo için Nâzım Hikmet şu dizeleri yazmıştır:
İşte şafak vakti,
Mayıs ayındayız.
İşte aydınlık:
Akıllı, cesur, taze, diri, insafsız.
İşte bulut:
Kaymak gibi lüle lüle.
İşte dağlar:
Hem de mavi, hem de serin.
İşte sabah seyranı tilkilerin:
Uzun kuyruklarında ışık.
Sivri burunlarında telâşları…
Nâzım Hikmet şiire ‘işte’ kelimesi ile başlar. Böylelikle dikkatimizi bahsedilen tabloya çeker. Bu tablo için yazdığı şiirde kendi dikkatini çeken unsurları ön plana çıkararak okuyucusuna aktarmıştır ve tabloyu kendi dünyasında yeniden yorumlamıştır.
Mapushane Kapısı

Nâzım’ın şiir yazdığı bir başka tablosu ise “Mapushane Kapısı” isimli tablosu üzerine söylenmiştir. Bu tablo da kadınlar ve çocuklar ön plana çıkarılmıştır. Yüzlerinden hissettikleri ve düşünceleri belirgin bir şekilde verilmiştir. Çocuklarını emziren kadınlar ve sahnenin arkasında yer alan bir beygir ve bir köpek sahnenin arkasında detaylı bir şekilde tasvir edilir. Yine sahnede yer alan heybe ve torbaların içerisindekiler de gösterilmiştir. Nâzım, kendisini tablonun içerisinde mapushane kapılarının ardındaki bir mahkûmlardan biri olarak hem tablonun içerisinde hem de gerçek hayatından esinlenerek şu dizeleri sıralar:
“Altı kadın vardı demir kapının önünde / beşi toprağa oturmuş, ayakta biri;
Sekiz çocuk vardı demir kapının önünde/ besbelli henüz öğrenmemişler gülmeyi.
Altı kadın vardı demir kapının önünde / ayakları sabırlı, ellerinde keder,
sekiz çocuk vardı demir kapının önünde/ cin gibi bakıyor kundaktakiler.
Altı kadın vardı demir kapının önünde / sımsıkı gizlemişler saçlarını,
Sekiz çocuk vardı demir kapının önünde / biri kavuşturmuş avuçlarını.
Bir jandarma vardı demir kapının önünde / ne dost ne düşman, nöbet uzun, hava sıcak.
Bir beygir vardı demir kapının önünde / nerdeyse ağlayacak,
Bir köpek vardı demir kapının önünde / burnu kara, tüyü sarı,
Kamış sepetlerde yeşil biber vardı / torbalarda kömür, heybelerde soğan sarımsak.
Altı kadın vardı demir kapının önünde ve demir kapının ardında beş yüz erkek vardı efendim. Altı kadından biri sen değildin, ama..”
Harman

Son olarak Nâzım Hikmet Balaban’ın “Harman” isimli tablosuna dizeler sıralamıştır. Tabloyu incelediğimizde Balaban anılarında tabloda yer alan iki dombay figürünü önceden hazırladığını belirtir. İki figürün merkezinde ise bir kadın figürü yer alır. Dombaylar elinde uzun değneği ile tasvir edilen kadın figürünün diz çökmüş vaziyette oturduğu alana zincirlenmiş vaziyette resmedilmiştir. Nâzım Hikmet’te kendini dombaylar ile özdeşleştirmiştir. Ve şiirinde dombaylara odaklanır ve şu dizeleri sıralar:
“Seç Köyü’nden Feyzioğlu Ali’nin kızı,
Harman yerinde su döküyor dombaylara.
Dombaylar kapı gibi,
Dombaylar kızgın tuğladan,
Dombaylar kırmızı kara.
Ben de dombaylar gibi,
Eğdim kafamı toprağa.
Su dök!
Serinleyim!”
Birbirine yakın iki sanatçı, sanat hayatlarında ve sanat dışında da gönül bağı ile bağlanarak birbirlerinin hayatlarını etkilemişlerdir. Belki de Balaban, Nâzım Hikmet ile karşılaşmasaydı resim yolculuğuna başlayamayacaktı. Yine aynı şekilde Nâzım Hikmet’te bizlere bu dizeleri bırakamayacaktı..
Kaynakça
- Başkan, Seyfi. Başlangıcından Cumhuriyet Dönemine Kadar Türklerde Resim, Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı Yayınları, S.249 İstanbul,
- Ersoy, Ayla, 1998.Günümüz Türk Resim Sanatı. Bilim Sanat Galerisi, s.164, İstanbul,
- Yılmaz, O. Remzi, 2004.Yaşamın Çizgileri/Desenler, Bilim Sanat Galerisi, S.5,İstanbul,
- Bilig yesevi
- Ada Dergi