Ahmet Hamdi Tanpınar, 23 Haziran 1901’de İstanbul Şehzadebaşı’nda dünyaya gelir. Babası Kadı Hüseyin Fikri Efendi‘dir. Annesi ise Nesime Bahriye Hanım‘dır. Çocukluk yıllarını Ergani Madeni, Sinop, Siirt, Kerkük, Musul ve Antalya’da geçirir. Bir yolculuk sırasında annesini Musul’da kaybeder. İlk ve orta öğrenimini çeşitli illerde tamamlar. İstanbul’da Ravza-i Maarif İbtidai Mektebinde, Sinop ve Siirt rüştiyelerinde; Vefa, Kerkük Liselerinde okur ve Antalya Lisesi’nden mezun olur. Yüksek öğrenimini İstanbul Veteriner Yüksek Okulu’na giderek sürdürür. Bir yıl sonra Türk Dili ve Edebiyatı bölümüne geçer.
Fuat Köprülü ile Yahya Kemal‘in öğrencisi olur. Yahya Kemal’den Batı edebiyatı dersleri alır ve Fransız şiirini tanır. Yahya Kemal’in teşvikiyle Dergah dergisine girer. Orada şiirler yazar. Şeyhi’nin Hüsrev-ü Şirin mesnevisi üzerine yapmış olduğu tez ile fakülteden mezun olur.
Ahmet Hamdi Tanpınar Nasıl Biriydi?
Ela gözlü, uzun ve kıvır kıvır kirpikli sevimli birisidir. Aşırı derecede hassas bir insandır. Yalnızlığı sever, sıkılgandır. Bütün ömrünü korkuyla geçirir. Uzun yıllar hocalık yapmış olmasına rağmen, hocalık mesleğini hiç sevmez. Sanat konularında konuşmaktan hoşlanır. Edebiyatın dışında, resim ve müzikle uğraşır. Tarih, psikoloji ve felsefeye ilgilidir. Eski şiirimizi ve klasik Türk müziğini çok iyi bilir. Batı kültürüne meraklıdır. Folklordan hoşlanmaz. Geniş bir kültüre, derin bir sanat anlayışına ve zevkine sahiptir. Yurt dışında bulunduğu sıralarda, sık sık tiyatro, konser ve sergilere gitmiştir.
Tanpınar’a Göre Şiir Nedir?
Ona göre “şiir, bir şekil meselesidir. Şekil her şeyden önce dilin vezin ve kafiye ile yoğrulmasıdır. Vezin, kafiye ve şiire ait diğer kaideler yavaş yavaş bizde şahsi bir teknik haline gelirler.” (Tanpınar’ın Şiir Dünyası sf.177) Şekil, dilin içinde, mükemmeliyetin sınırlarını çizer, boşlukları doldurur.
Şiir Anlayışı Nedir?
Ahmet Haşim ile Yahya Kemal‘den sonra, Baudelaire, Mallarme ve Valery‘den etkilenen şair, asıl estetiğinin Paul Valery’yi tanıdıktan sonra sonra doğduğunu söyler. Estetik veya şiir anlayışını “rüya” kelimesi ve şuurlu çalışma fikirleri çerçevesinde toplar. Şiir anlayışını musiki ve rüya üzerine kuran Tanpınar, şiir anlayışını, “en uyanık bir gayret ve çalışma ile rüya halini kurmak” şeklinde ortaya koyar.
Ne İçindeyim Zamanın Şiiri Hakkında
Tanpınar, “Antalyalı Genç Kıza Mektup”ta şunları söyler: “Ne içindeyim zamanın şiiri, şiir halini, kozmosla insanın birleşmesini nakleder ki bir çeşit murakabe (içine alma) ve rüya halidir. Görüyorsunuz ki, hakiki rüyanın tesadüfleri ve tuhaflıkları ile alakası yoktur. Zaten rüyanın kendisinden ziyade, benim şiir anlayışımda, bazı rüyalara içimizde refakat eden duygu mühimdir. Asıl olan bu duygudur. Musiki burada işe girer. Çünkü bu duygu musikişinas olmamak şartıyla musiki sevenlerde bu sanatın uyandırdığı hisse benzer. Bunu, yaşadığımızdan başka bir zamana gitmek diye tarif edebilirim. Başka türlü ritmi olan ve mekanla, eşya ile içten kaynaşan bir zaman.”
Şiirin Tahlili
Bu şiir dört kıtadan oluşuyor ve dörtlükler özelinde çözümlemesini şöyle yaptık;
Ne içindeyim zamanın,
Ne de büsbütün dışında;
Yekpâre, geniş bir ânın
Parçalanmaz akışında.
Birinci dörtlükte Tanpınar, zamanı bölmez çünkü ona göre zaman geçmiş, gelecek, şimdiki değil, öncesi ve sonrası olmayan bir bütündür. Kendisini fiziksel dünyanın bir ögesi olarak görmez. Şair kendini ruhsal varoluşta, rüya aleminde ya da mistik bir ortamda kabul eder. Ayrıca şiirde ahenk unsurları olduğunu görüyoruz. Mısralarda zamanın parçalanamazlığı vurgulanmış, şairin mükemmeliyetçiliğinin getirdiği musiki de şiiri hem anlamlı kılmış hem de okumayı keyifli hale getirmiştir.
Bir garip rüya rengiyle
Uyuşmuş gibi her şekil,
Rüzgârda uçan tüy bile
Benim kadar hafif değil.
İkinci dörtlükte, rüya halinden bir an karşımıza çıkıyor. Tanpınar’ın şiir ve rüya makalelerinden şiir anlayışının bir rüya hali olduğunu biliyoruz. Bundan yola çıkarak rüya renginden kastı rüyadaki o belirsizlik, netlik olmayışı ve eşyaların, nesnelerin şekilden şekle girebilmesidir olarak yorumlanabilir. Kendini bu soyut rüya aleminde varsayıyor ve rüzgarda uçan tüyden bile daha hafif olduğunu belirtiyor. Fiziksel, bilinen bu dünyadan tamamen uzaklaştığını şiirde rüya halini bizlere aktardığını görüyoruz.
Başım sükûtu öğüten
Uçsuz, bucaksız değirmen;
İçim muradına ermiş
Abasız, postsuz bir derviş.
Üçüncü dörtlükte ise, şair nihayet arzuladığı o ortamdadır. Soyutluk içinde, zihnin kendisini rüya alemine bıraktığı bir an. Başının sessizliği öğüten bir hal aldığını görmekteyiz. Gerçeklikten kopuşu uçsuz bucaksız ifadesiyle anlıyoruz. Aba ve post, dünyalık olanı simgeler. Bunlardan arındığı ve isteklerine kavuştuğunu aktarmıştır. Ayrıca burada kullandığı derviş kelimesiyle dervişin sürecine benzer olan kendi yaşadığı süreci vurgulamıştır. Tanpınar’ın, bu abasız, postsuz muradına ermiş derviş imgesini onun bir yazısında geçen şu ifadelerinden yararlanarak daha iyi anlamak mümkündür: “Şiir, hikâyedeki Melâmî dervişine benzer. Ateşe atılınca derviş sırrolur, yalnız tacı ile hırkası kalır.” Tanpınar, böyle bir derviş gibi kendini sanat ateşine atıp sırrolan bir kişi, bir şair olarak görmektedir.
Kökü bende bir sarmaşık
Olmuş dünya sezmekteyim,
Mavi, masmavi bir ışık
Ortasında yüzmekteyim.
Dördüncü dörtlükte, şair bu mistik alemin bir sarmaşık gibi kendisini kuşattığını aktarır. Sarmaşık imgesi zamanın üç boyutluluğunu simgeler. Dış alemin ağırlığından kurtulmuş istediği, kendi kurduğu bir dünyadadır. Kökü rüya hali olan bir ortamda mavi ışık içinde yüzmektedir. Mavi rengin serinliği çağrıştırdığını düşünebiliriz. Tüyden bile hafif bir halde, bu mavi ışığın ortasında yüzmesiyle nihayet istediği o huzura ulaştığını anlıyoruz.
Kaynakça:
Tuncer, H. (2015). Cumhuriyet Devri Türk Edebiyatı. Orkun Kitabevi. İzmir.