Nilgün Marmara’nın “Kuş Koysunlar Yoluna” Şiirinin Psikolojik Çözümlemesi

Editör:
Sinem Aykın, Esmanur Göçmen Onay
spot_img

Nilgün Marmara, edebiyatımıza kazandırdığı derinlikli şiirlerle ve trajik hayat hikayesiyle Türk edebiyatında özel bir yere sahiptir. Marmara, melankoliye ve varoluşsal sancılara dair en etkileyici şairlerden biri olarak tanınır. Çocukluk yıllarından itibaren hissettiği derin duygusal dalgalanmalar, ilerleyen yaşlarında yalnızlık ve aidiyet sorunuyla birleşmiştir. İstanbul Üniversitesi’nde İngiliz Dili ve Edebiyatı eğitimi aldığı dönemde Sylvia Plath’in eserleriyle tanışması ise bu yoğun duygusal birikime yeni bir boyut kazandırmış; Nilgün Marmara’nın şiirlerinde melankoli, içsel çatışmalar ve varoluşsal sorgulamalar giderek daha belirgin bir şekilde yer bulmuştur. Akademik çevrede başarı elde etmesine rağmen kendisini dışlanmış ve uyumsuz hisseden şair, yaşamının pek çok döneminde bir anlam ve özgürlük arayışına girişmiştir. Ruh halindeki bu gelgitler, onun sanatıyla birleşerek hem özgün hem de içe dönük bir dil yaratmıştır. Hayata karşı bu sancılı ve çok katmanlı yaklaşım, hem eserlerini hem de yaşamını şekillendiren temel dinamiklerden biri olmuştur. Özgürlük arzusu, melankolik doğası ve ölümle yüzleşme cesareti, Nilgün Marmara’nın psikolojisinin ve bu psikolojinin sanatına olan yansımasının kilit unsurlarıdır.

Nilgün Marmara‘nın şiirleri sadece estetik bir dil ve güçlü imgeler barındırmakla kalmaz, aynı zamanda derin bir psikolojik çözümleme gerektirir. Kuş Koysunlar Yoluna adlı şiiri, şairin ruhunun karanlık köşelerini aydınlatırken, diğer yandan insan olmanın kaçınılmaz çatışmalarını, özgürlük arayışını ve bunun getirdiği ızdırabı açıkça sergiler. Şairin dizelerindeki psikolojik unsurları çözümlemek, hem Nilgün Marmara’nın dünyasını anlamak hem de şiirin verdiği mesajını kavramak için anlamlı bir çaba olacaktır. İşte bu yazıda, şiiri hem edebi hem de psikolojik bağlamda ele alarak şairin ruh hâlini, bilinçaltı süreçlerini ve duygu dünyasını çözümleyeceğiz; bu esnada sizler de şiiri dinleyerek yazının devamına eşlik edebilirsiniz.

Karga ve Kedi: Oyun Görünümünde Bir Yok Oluş

pinterest

“Bir karga bir kediyi öldüresiye bir oyuna davet ediyordu.” (s. 60)

Şiirin ilk dizesi, içinde büyük bir gerilim barındırır. Karga ve kedi, doğada sıkça karşılaşabileceğimiz iki farklı canlıdır ancak burada, onların ilişkisi basit bir ekolojik dengenin ötesinde, adeta bir ölüm oyununa dönüşmüştür. Özellikle “öldüresiye bir oyun” ifadesi, yaşama ve ölüme dair güçlü bir ironi barındırır.

Karga, çoğu kültürde ölümün, kötücül enerjinin ve bilinmeyenin simgesi olarak kabul edilir ve insanın içindeki saldırgan yönü yansıtır. Şiirde ise, ölüm dürtüsünü ve insanın içinde taşıdığı yok olma isteğinin simgesidir. Öte yandan kedi, daha çok içsel benliği, savunmasız çocuk ruhunu ya da kişinin varoluşsal çırpınışlarını temsil eder. Bu bağlamda, karga ve kedi arasındaki mücadele, bireyin kendi içinde yaşadığı bir savaşın dışavurum imgeleri olmuştur.

Sigmund Freud’un psikanalitik kuramına göre, insanın iç dünyasında iki temel dürtü vardır: Eros (yaşama içgüdüsü) ve Thanatos (ölüm içgüdüsü). Burada karga, Thanatos’un bir yansımasıyken; kedi, Eros’un, yani hayatta kalma güdüsünün sembolü olarak görülebilir. Ancak bu savaş eşit koşullarda değildir çünkü karga, kediyi “öldüresiye” bir oyuna davet etmektedir. Yani ölüm, yaşamdan daha güçlü çağrısı yapmaktadır. Şairin iç dünyasında, yaşama isteğinin giderek zayıfladığını ve ölüm arzusunun baskın hâle geldiğini söylemek mümkündür.

Kaçış ve Kendini Bulamama

As long as youll be here Nickie Zimov | arthivecom

“Bir şeyden kaçıyorum bir şeyden, kendimi bulamıyorum dönüp gelip kendime yerleşemiyorum, kendimi bir yer edinemiyorum, kendime bir yer…” (s. 60)

Dizelerde kullanılmış tekrarlanan kelimeler ve ritmik akış, şiirin duygusal etkisini artırırken, şairin bilinç akışı tekniğiyle kendini ifade etmesini sağlar. Tekrarlar, bu kaçışın ne kadar çaresiz ve kısır döngü içinde olduğunu hissettirir; Bir şeyden kaçıyorum bir şeyden” ifadesinde belirsiz kalan kaçışın nesnesi, okuyucuyu da bir tür yönsüzlüğe sürükler. “Kendime bir yer edinemiyorum, kendime bir yer…” ifadesindeki tekrarlar ise psikolojik çaresizlik duygusunu daha pekiştirir. “Kendine yer edinememek”, bireyin toplumda bir statü, bir kimlik kazanma mücadelesinin ötesinde, kendi varlığını kabul edememe sancısına yöneliktir. Cümle tam anlamıyla tamamlanmaz, noktasız bir şekilde bırakılır. Bu, bireyin varoluşsal bir boşluk içinde kaybolduğunu, tamamlanmamış hissettiğini gösteren bir anlatım tekniğidir.

Aynı zamanda, bu dizeler, insanın kendisini keşfetme yolculuğunun ne kadar yorucu ve umutsuz olabileceğini gösterir. Şair, “dönüp gelip kendime yerleşemiyorum” diyerek, sürekli hareket halinde olduğunu, ancak bunun bir keşif değil, bir kaçış olduğunu hissettirir. Bu sonlanmayan bir yolculuk gibidir; çünkü kendisiyle yüzleşmekten kaçan yazar, en sonunda yine kendi içine dönmek zorunda kalır. Ne zaman dönse, orada hâlâ bir boşluk, bir eksiklik, bir sıkışmışlık vardır.

Şairin yaşadığı bu durum, benlik arayışı, varoluşsal krizi ve yönsüzlük hissiyle doğrudan bağlantılı olup kimlik dağılması olarak tanımlanabilecek bir ruh halidir. Bununla birlikte, hem kendi zihni içinde bir sığınak oluşturamaz hem de dış dünyaya karşı yabancılaşır ve gerçeklik duygusunu yitirir. Şairin kendi içine bile sığamaması, yaşadığı çağın ruh haline işaret eder: Belki hiçbir yer bize ait değildir, belki de en büyük sürgün insanın kendi içindeki evsizliktir.

Aynalar, Ölüm ve Benlik Algısı

joker Daria | gettyimages

“Kafatasımın içini, bir küçük huzur adına aynalarla kaplattım, ölü ben’im kendini izlesin her yandan, o tuhaf sır içinden!” (s. 60)

Dizede ayna, bireyin kendine yönelik bakışını, kendini gözlemleme sürecini ve kimlik bölünmesini simgeleyen en güçlü imgelerden biri olmuştur. Burada, aynaların kullanımı Lacan’ın ayna evresi kuramıyla ilişkilendirilebilir: Lacan’a göre, birey kendini ilk kez aynada gördüğünde, kendilik algısını oluşturur. Ancak burada şairin aynaları kendi iç dünyasına, yani kafatasının içine yerleştirdiği görülmektedir. Aynalarla kaplı bir iç dünya, sürekli bir otokontrol, kendini izleme ve kendine yabancılaşma hissini artıran bir unsurdur. Bu metafor, kişinin kendisini bir nesne olarak algılama, sürekli gözlemleme, kendisiyle hesaplaşma sürecini yansıtır.

“Ölü ben’imin kendini izlemesi” ifadesi, hem kendi varlığının artık yaşamsal bir canlılığa sahip olmadığını hem de sürekli olarak kendisiyle hesaplaşan bir ruh halini anlatır. Nilgün Marmara’nın birçok şiirinde ölüm, sadece bir son değil aynı zamanda bir gözlem hali olarak da ele alınır. Kendi ölümünü izlemek, varoluşsal sıkışmışlığı kabullenmek anlamına gelir. Bu bağlamda, “ölü ben” yalnızca geçmişteki bir benliği değil, belki de hiçbir zaman tam anlamıyla var olmamış, tamamlanmamış bir kimliği ifade etmektedir.

Panik ve Yalnızlık: Kendini Eğlendiren Korkular

Stańczyk Jan Matejko 1862 | wikipedia

“Paniğini kukla yapmış hasta bir çocuğum ben. Oyuncağı panik olan sayın yalnızlık kendi kendine nasıl da eğlenir.” (s. 60)

Bu satırlarda, şairin korkularıyla nasıl başa çıktığına dair hem psikolojik hem de metaforik bir anlatım vardır.

Şair, panik duygusunu somut bir nesne haline getirmiş ve bir kuklaya dönüştürmüştür. Kukla, iradesizliği ve başkalarının kontrolüne bağımlı olmayı simgeler. Şiirde panik duygusunun bir kukla haline gelmesi, bireyin kaygılarını bir tür oyun aracı olarak kullanmasıdır. Ancak buradaki oyun, eğlenceli bir süreç olmaktan çok, bir hayatta kalma stratejisidir. Burada savunma mekanizmalarının devreye girdiği söylenebilir. Kişi, kaygıyı doğrudan yaşamak yerine onu bir nesneye dönüştürerek yönetmeye çalışır. Fakat bu aynı zamanda bir çıkmazdır çünkü kukla haline gelen panik, artık kişinin elinde bir oyuncak gibi var olmaya devam etmektedir.

Ayrıca yalnızlığın nasıl kendi kendine eğlenen bir varlık gibi sunulduğu da dikkat çekicidir. Yalnızlık, burada insandan bağımsız, kendine yetebilen bir unsur olarak ele alınmıştır. İnsan yalnızlıktan kaçmaya çalışsa da, yalnızlık zaten kendi başına var olmaktadır.

Yoluna Kuş Koyamamak: Umudu Engellemek

pinterest

“Niye izin vermiyorsun yoluna kuş konmasına, niye izin vermiyorum yoluma kuş konmasına, niye kimseler izin vermez yollarıma kuş konmasına?” (s. 60)

Bu dizeler, şiirin en kritik bölümlerinden birini oluşturur. Önceki satırlarda okur, varoluşsal sıkışmışlık, kendilik bölünmesi, panik ve ölümle kurulan içsel ilişki gibi yoğun imgelerle karşı karşıya kalırken, bu noktada tema belirgin bir şekilde umudun reddine yönelir.

Kuş imgesi, geleneksel anlamda özgürlüğün, ilahi mesajların, barışın ve umudun simgesidir. Birçok kültürde “yoluna kuş konması” iyiye yorulur; şansın, huzurun ve güzel olayların habercisi olarak kabul edilir. Bu dizede ise şair, yoluna kuş konmasına izin vermediğini vurgular, ancak hemen ardından, başkalarının da onun yoluna kuş koymasına engel olduğunu belirtir. Burada hem şairin kendini sabote etmesi hem de çevresinin onu sınırlandırması söz konusudur. Üç farklı versiyonla sunulan aynı soru, aslında bireyin içindeki çelişkiyi ve çaresizliği pekiştirir: Önce dışsal bir suçlama yapılır, başkaları yoluna kuş koymasına engel olmaktadır. Sonra içsel bir itiraf gelir, şairin kendisi de yoluna kuş konmasına izin vermemektedir. Son olarak bu durum genelleştirilir, kimse yollarına kuş konmasına izin vermez.

Psikolojik açıdan bakıldığında, dize, şairin mutluluğu reddetmesini, olumlu deneyimlerden kaçınmasını, kendisini kötü hissetmeye alıştırmasını ve çıkmazın içine hapsetmesini temsil eder. Bir tür öğrenilmiş çaresizlik söz konusudur; birey, iyi şeylerin başına gelmeyeceğine inanarak, mutlu olma şansını kendi elleriyle yok eder. Aynı şekilde savunma mekanizmaları bağlamında da değerlendirmek mümkündür; şair, geçmişte yaşadığı hayal kırıklıkları, başarısızlıklar ve travmalar nedeniyle gelecekte olabilecek olumlu şeylere güvenmeyi bırakır. Bu bağlamda yoluna kuş konmasına izin vermemesi, aslında daha büyük bir düşüşten kaçınma çabasıdır.

Çocuğun Umudu: “Öyle Güzelsin ki Kuş Koysunlar Yoluna”

Plato Terentev | pexelscom

“Öyle güzelsin ki kuş koysunlar yoluna” bir çocuk demiş. (s. 80)

Şiirin sonunda, tüm karanlık, sıkışmışlık ve içsel çöküşün içinde aniden parlayan bir ışık belirir: bir çocuğun sözü. Çocuk, saf, naif ve yargısız bir varlıktır, dünyaya daha farklı bir perspektiften bakabilme yetisini temsil eder.

Bu dize, tüm şiir boyunca hâkim olan karamsarlık içinde beklenmedik bir kırılma yaratır. Şair, kendi iç dünyasında yoluna kuş konmasına izin vermezken, bir çocuk ona bunun mümkün olabileceğini söyler. Çocuk, dünyayı siyah ve beyaz görmez; olasılıklarla ve umutla dolu bir gözle bakar. Bu nedenle, o, şaire güzelliğini hatırlatır ve yoluna kuş konmasını diler.

Kimi yaklaşımlar, içimizdeki çocuk benliği keşfetmenin, kaybettiğimiz umudu ve neşeyi geri kazanmanın bir yolu olduğunu öne sürer. Burada çocuğun sözü, şairin kendi içindeki masumiyet ve umut kırıntısını hatırlatma işlevi görebilir. Ancak bu umut kırılgan ve geçicidir. Şairin dünyasında umut, başkalarının dile getirdiği bir şeydir ama kişinin kendi içinden doğmaz. Umut, içselleştirilmemiştir; dışarıdan, bir çocuğun sesi aracılığıyla gelir. Bu da bireyin kendini kurtarmaya dair bir inanç taşımadığını, ancak başkalarının hala onun güzelliğini ve yolunun aydınlanabileceğini düşündüğünü gösterir.

Dize aynı zamanda ironik bir biçimde de okunabilir: Çocuk, şaire güzelliğini hatırlatır ve ona umut sunar, ancak şiirin genel bağlamı düşünüldüğünde, şairin buna inanması ya da içselleştirmesi mümkün değildir. Çocuk, dış dünyadan gelen saf bir sese sahiptir, ancak şairin iç dünyasında hakim olan karanlık, bu sesi tamamen kabullenmesine izin vermez.


Kaynakça

  • Marmara, Nilgün. Kırmızı Kahverengi Defter. İstanbul: Telos, 1993.
  • Rubendfeld, Jed. Ölüm İçgüdüsü. İstanbul: Koridor, 2011.
spot_img
Zeynep Dilaver
Zeynep Dilaver
kafesteyim çünkü konuşuyorum

Yorum Yap

Yorum girişi yapınız.
Adınızı girin

Magnum Fotoğrafçısı Elliott Erwitt: Sıradışı Perspektif

Magnum fotoğrafçılarının yeni yazısında Elliott Erwitt'in hayatına ve eserlerine doğru bir yolculuğa çıkıyoruz.

Star Wars Sith’in İntikamı: Bir Trajedinin Epik Kapanışı

Skywalker'ın öyküsü, galaktik düzenin çöküşünü, dostlukların sonunu ve aşkın trajedisini bir kez daha gözler önüne seriyor.

Macbeth Sendromu: Hırsla Yoğrulan Bir Kimliğin Çöküşü

Macbeth Sendromu, bireyin hırs uğruna kimliğini ve vicdanını yitirerek psikolojik çöküşe sürüklenmesini anlatan patolojik bir durumdur.

You’ya Veda: Önceki Sezonda Neler Oldu?

You, beşinci sezonuyla son kez ekranlara gelirken, önceki sezonlarda neler oldu hatırlayalım.

Altı Çizilenlerde Bu Ay: Ahmed Arif | Hasretinden Prangalar Eskittim

Söylenti Edebiyat editörleri, Altı Çizilenler serisinde bu ay, doğum gününde, şiirin aykırı sesi, toplumcu gerçekçiliğin öncülerinden, Türk edebiyatının benzersiz şairi Ahmed Arif'e yer veriyor!

Orta Çağ Avrupası’nda Evlilik, Boşanma ve Eğlence Kültürü

"Ben senin için yaşamayı göze aldım" diyenleriniz varsa, itinayla "Sıkıysa Orta Çağ'da yaşasana" diyebilirsiniz çünkü bu çağda yaşamak sanıldığından çok daha zor.

HBO Max’te İzleyebileceğiniz Yapımlar

İşte HBO Max'te izleyebileceğiniz yapımlar.

Exulansis: Anlaşılamamanın Getirdiği Vazgeçiş

Exulansis, kişinin anlaşılamayacağını düşünerek kendini anlatmaktan vazgeçişini konu alır.

Şahane Hatalar : Kendi Maceranı Kendin Yarat

Sadece hataların sonuçlarına odaklanmak yerine, bu hataların insanları nasıl şekillendirdiğini ve nasıl birer öğrenme fırsatı sunduğunu ele alan sıra dışı kitap: Şahane Hatalar.

Yahya Kemal Şiirlerinde Yedi Farklı Tema

"İnsan âlemde hayal ettiği müddetçe yaşar." Türk edebiyatına hayalinden kelimeler armağan ve miras bırakan Yahya Kemal Beyatlı.