İnsanlara inanmaları için bir şey verin,
onlar da size tüm umutlarını versinler…
Nuh Tepesi; konu bütünlüğü açısından günümüz toplumunda da birçok kesimden bireyleri içinde barındıran ve din temel alınarak çıkar ilişkisi kurulan yapılaşmalara, doğrudan atfedilen bir toplumsal dönüşüm filmidir. Filmin içeriğinden kısaca bahsetmek gerekirse: Kendi içinde ve evliliğinde sıkıntıları olan Ömer’in yıllardır görüşmediği kanser hastası babasının (İbrahim) isteği üzerine onunla kendi köylerine bir seyahate çıkmalarını konu alır. İbrahim’in tek arzusu yıllar evvel kendi babası ile diktiği ağacın altında gömülmek istemesidir. Fakat onun diktiği ağaç, artık yerli halk tarafından dini bir ritüel alanı olarak yer etmiş ve o masum ağaç fidesi artık koskoca bir batıl harabesine dönüşmüştür.
İnsanların batıl inançlara çok fazla yoğunlaşıp gerçeği ve hayali birbirinden ayıramamaları ve bunun dışa vurumu olarak da umut duygusunun gözler önüne serilmesi elbette ki isteklerini hiçbir sorumluluk almadan, ”armut piş, ağzıma düş” mantığıyla kolay bir biçimde elde etmek istemelerinden kaynaklanmaktadır. Buna verilebilecek en iyi örnek ise film içerisinde yer alan bir replikte Ömer karakterinin, köyün öğretmeni ile olan diyaloğu aklımıza gelir ”Ben bu ağaç sayesinde hamile kaldım. İnsanların ümide ihtiyacı var. Ağaçla uğraşmayın.”
Duygularımız çoğu zaman mantığımızın önüne geçer. Kişi bu olayı istemsiz olarak gerçekleştirir. İşte bunu destekleyen bir başka argüman da insanları manipüle etmektir. Köyün ileri gelenlerinden Cevdet karakterinin yaptığı şey tam da budur. İnsanlar üzerinde sosyal etkileşimi ve üstünlüğü kurarak, ”Nuh Tepesi” ve ”Kutsal Ağaç” olarak adlandırılan ve kendince ”Nuh’un Gemisi burada” diye bir efsane çıkararak, ağacın etrafındaki yapılanmayı kendi yararına olacak düzeyde en iyi şekilde konumlandırmak ve yönlendirmek. Hatta bunu insanlara o kadar başarılı şekilde empoze etmiştir ki, köyün İmamı bile burada Nuh Peygamber’in varlığının mümkün olamayacağını bölge sakinlerine inandıramamıştır.
Bunun yanı sıra, filmin başlarında bir sahnede İbrahim ve Ömer, Cevdet’in marketine alışveriş için girerler. Bu sahnede Ömer erzak alırken, İbrahim Cevdet ile direkt olarak bir iletişime girer ve derdini olağan tüm gerçekliği ile ona anlatır. Yaşanan ufak bir diyalogdan sonra ortam kızışır ve Cevdet’in oğullarından biri şiddete yönelir. Durumun hemen farkına varan Ömer araya girer ve yüksek gerilimli bir sahne izleyicilere eşlik eder. Fakat İbrahim, söylemlerini sürdürmeye devam eder. Bu esnada Cevdet ”Peygamberin adını yalanına bulaştırma!” cümlelerini sarf eder. Fakat ilerleyen sahnelerden birinde ise Cevdet’in, Nuh Ağacına giden yolu işçilere genişlettirdiğini görüyoruz. Sırf ziyaretçiler eksilmesin ve insanların neye inandırılmışlarsa ona inanmaya devam etmeleri için yapılan bu çalışmada temel amaç pek tabi gelen ziyaretçilerden ve ağacın üzerinden para kazanmaktır. Yani, toplumsal bir figür olarak bilinen fakat dini, kendi doğrularına göre yaşayan Cevdet’in, imkanlarını kendi canı istediğinde sınırsızca kullanabilmesi yine bir bencillik ve çıkar durumunu gözler önüne serer.
Film içerisinde değineceğim bir başka konu ise Ömer karakterinin maneviyata ve değer kavramlarına dair bağlılığı olacak.
Bu konuya sıfırdan bir bakışla bakmak gerekirse, filmin başında Ömer ve İbrahim yola çıkarlarken bir benzinlikte dururlar ve İbrahim arabadan inince Ömer ön koltuğun kapısına bir sakız sıkıştırır ve kapıyı kilitler, sonrasında babası gelir ve Ömer babasına ‘‘Ön koltuk bazen böyle arıza veriyor, sen arkaya geç şimdilik.” cümlesini kurar. Buna benzer bir başka olaya ise İbrahim’in ”Beni araba ile biraz gezdir.” demesinden sonra Ömer’in onu gezdirir gibi yapıp, bir kavşak etrafında daire çizmesinde rastlanır. Yine bu sahnede bariz bir plasebo etkisinin varlığı hissedilir. Ömer’in bu davranışlarından bir nebze de olsa babasından rahatsız olduğu kanısına varılıyor. Bunun gerekçesini ise daha sonra önümüze gelecek olan bir sahnede, İbrahim ve Ömer’in arasında geçen bir tartışma sayesinde anlıyoruz.
Bahsi geçen tartışma sahnesinde İbrahim karısının, yani Ömer’in annesinin ölümünden Ömer’in onu sorumlu tuttuğunu ima eder. Ömer ise ilk başlarda konu üzerinde çok yorum yapmak istemezken babasının bazı sözleri üzerine açılır. Tam da o sahnede; İbrahim’in, Ömer daha küçükken onu ve annesini bırakıp Fransa’ya kaçtığını ve yıllar sonra geri dönüp Ömer’e babalık yapmaya çalıştığını öğreniriz. Bu doğrultuda bakıldığında dünyanın bütün fişleri aynı anda çekiliyor ve önümüzdeki sır perdesi aralanıyor.
Bu sahneden sonra Ömer’in babasına neden bu denli mesafeli yaklaştığını ve aralarının neden bu kadar açık olduğunu bariz şekilde anlıyoruz. Fakat bu tartışmadan sonra değişen hisler ve davranışlar, yeniden bir baba/oğul canlılığını izleyicilere hissettiriyor. Bunu bir örnekle açıklamak gerekirse Ömer’in gizli gizli babasının fotoğrafını çekmesi ve kendisi için hatıralar yaratması, yıllarca hasret kaldığı babalık şefkatini bir nebze de olsa yaşayabilmesinden kaynaklanmaktadır. Özellikle İbrahim’in ölümünün ardından Ömer’in o çok kutsal sayılan Nuh ağacının kenarına bir çukur açıp, babasının son dileğini yerine getirip, onu oraya gömmesi ile muhteşem bir maneviyat sarmalı harmanlanıyor ve film orada son buluyor.
Son olarak atlanmaması gereken bir kısım ise filmin giriş sahnesinde görülen Elif karakterinin olayların ortasına damdan düşercesine dalmasıyla da Ömer’in içten içe çektiği kalp burukluğunu tam anlamıyla anlıyoruz. Aslında bu kısmı, direkt olarak Ömer ve Elif’in en vurucu diyaloglarının geçtiği sahnede, Ömer’in replikleriyle anlatmak en doğru betimleme şekli olur. ”Benden özür dileyeceksin. Hayatımın tam ortasına koydum seni. Orada duramadığın için benden özür dileyeceksin. Biz bu ilişkiyi bambaşka bir yere taşıyabilirdik, buna izin vermediğin için benden özür dileyeceksin. Ben ne yapacağım biliyor musun? Bütün özürlerini kabul edeceğim çünkü ben böyleyim. Sana bir şey söylemiştim, hatırlıyor musun? Bizim ilişkimizi benim hoşgörüm kurtaracak Elif.”