Stefan Zweig’ in Olağanüstü Bir Gece kitabıyla (1928), kitabın kapağında bulunan Van Gogh’un Yıldızlı Gece Tablosu (1889) akıllarda özdeşleşmiştir. Peki kitabın kapağında bu ünlü eserin bulunmasına tesadüf mü yoksa anlam dolu mu denilmeli? Bu yazıyı okuduktan sonra karar vermek pek de zor olmayacaktır.
Olağanüstü Bir Gece kitabında ana karakter olan Baron Fredrich, ailesini kaybetmesiyle büyük bir mirasa konar. Baron’un maddi durumunun her zaman yerinde olmasına karşın ona kalan bu büyük miras, subaylık mesleğinden ayrılması için ona geçerli bir sebep oluşturmuş ve emekli olan Baron, seçkin bir burjuva olmuştur. Bu zengin adam rahat ve tasasız bir varoluş sürdürmektedir. Türlü koleksiyonlar, ilginç hobiler, güzel kadınlar ve ilişkiler, piyasaya çıkan ilk kitapları satın almak gibi seçkinlere ait nadirliklere sahip bu adam heves ve heyecan duyguları başta olmak üzere zamanla çoğu duygusunu kaybedip hissizleşmektedir. Hayatta istediği her şeyi rahatça elde etmesi ve hiçbir sıkıntı yaşamaması onu çok bunaltır ve adeta hayattan soğutur. Bu sıradan ve duygusuz hayatının tam 6 ay sürmesinin ardından olağanüstü o gecede hayatı yeniden anlam kazanır.
Zweig, ana karakterinin bu gecedeki psikolojisini ve ruhsal durumunu çoğu eserindeki gibi başarılı ve derin bir şekilde anlatır. İlk kez burjuva ahlakından saparak bir suç işleyen Baron sandığının aksine hissizleşmediğini fark eder. Yaptığı hırsızlıktan sonra hissettiği bir duygu vardır. Utanç değil, öfke değil, kendinden tiksinti değildir; dünyeviliğe ait olan kötücül ve ateşli bir hazdır. Baron, hissettiklerinin sevincini sürdürmek istediğinden burjuva sınıfındaki insanlardan uzaklaşıp karanlık fakat eğlence, canlılık, hareket ve bayağılık dolu bir sokağa girer. Toplumsal zorunluluklar, beyefendilik algısı gibi formlarla yıllarca ezildiğini, yaşamaya cesaret bile edemediğini fark eder bu sokakta. Kendi varlığından tahrik olup karanlık, hayvansı olsa da bir şekilde sağlıklı ve içgüdüsel olan zevke uyarılır. Ana karakter o olağanüstü gecede yaptığı hırsızlığın değil; yaşamındaki bunaltıcılığın, korkaklığın, boşluğun kefaretini ödediğini düşünür ve o gün ilk kez dehşet verici bir yalnızlık duygusu algılar. Sokağı terk etmek üzereyken karşısına çıkan fahişeye her zamankinden farklı bir bakış açısıyla bakar. Kadına bakan gözleri bir fahişeden çok zavallı, ezilmiş bir canlı görür. Bu canlıya karşı şefkatli bir acımayla dolup taşar. Baron’un hisleri yüzüne garip bir ifade olarak yansıdığından kadın ona nasıl olduğunu sorar ve bu soruyla Baron, hayatında ilk kez birinin onu ve nasıl olduğunu sorduğunu fark eder. Bu dünyada herhangi birisi için de olsa birisi için yaşıyordur; kadın ona içindeki insanı soruyordur. Baron bu gecede mücadele ve oyunun değil; hakkaniyet, güven ve insani ilişkinin varlığını hisseder. Etrafında kara kara dikilen ağaçları, yıldızların yukarıdan aşağı saçtığı ışığı tasvir eden Zweig, Baron’un o gece yardım ettiği insanların ona şükrettiğini hayal ettiği bir gece olduğunu dile getirmeden kitabı bitirmez ve ekler: ” Bir kez kendini bulmuş olan birinin bu dünyada kaybedecek hiçbir şeyi yoktur artık. Ve kendi içindeki insanı anlamış olan biri, bütün insanları anlar”.
Olağanüstü Bir Gece kitabındaki hisler ve çıkarımlar, kitabın kapağında kullanılan Yıldızlı Gece tablosuna çok benzerdir aslında. Van Gogh’un hayata bakış açısı, dönem dönem sıklaşan depresif ruh halleri ve bipolar bozukluğu da kitabın karakteriyle oldukça benzerlik gösterir.
Vincent Van Gogh (1853-1890), yaşamı boyunca dışmerkezli ve dengesiz bir ruh haline sahiptir. Yaşamı boyunca hastalık tanıları dışında ilkini gezici vaiz (evangelist), ikincisini sanatçı iken geçirdiği yüksek enerjili ve heyecanlı iki depresyon dönemi olmuştur. Çocukluk yıllarını ”kasvetli, soğuk ve kısır” olarak tanımlayan ressam, 15 yaşındayken iş hayatına atılır ve yüksek miktarda gelire sahip olur. Fakat aynı zamanda da giderek içine kapanır ve dindarlaşır. İlerleyen süreçte farklı işler yaparak rahiplik dahil çeşitli mesleklere sahip olur. Bu da Van Gogh’un kardeşine yazdığı mektupların kitap haline getirildiği Theo’ya Mektuplar kitabında söylediği bir cümleyle anlamlandırılabilir: ”Ödevimiz nedir, nasıl iyi şeyler yapabiliriz konusunda epey tartıştık ve belli bir yer edinmenin, kendimizi büsbütün verebileceğimiz bir meslek bulmanın başlıca ereğimiz olması gerektiği sonucuna vardık”.
Hayatının bir döneminde ise misyonerlik amacıyla Belçika’da fakir bir madenci bölgesi olan Borinage’a yerleşir. Buradaki madencilerin kötü yaşam koşullarından etkilenen Van Gogh, onlarla daha iyi iletişim kurabilmek için özellikle kötü koşullarda yaşar, yemek ve kıyafetlerinin çoğunu işçilere verir hatta yatak yerine saman üzerinde uyumaya başlar. 1879’da, “rahiplik mesleğinin saygınlığını zedelemek” sebebiyle kilise tarafından işine son verilir. Yılın sonbaharında kardeşine mektubunda da meslek bulma konusuna değindiği gibi Theo’nun tavsiyesine uyarak resimde kariyer yapmaya karar verir ve ressamlık yolculuğuna başlar.
Bir dönem başta ressam kuzeni olmakla birlikte kasabadaki insanlar, Van Gogh hakkında bir dedikodu çıkarmıştır. Van Gogh, Sien ismiyle bilinen, fakat asıl adı Clasina Maria Hoornik olan hamile bir kadını Ocak 1882 sonlarında sokakta terk edilmiş bir şekilde bulmuş ve beş yaşındaki Maria isimli kız çocuğuyla beraber kendi evine almıştır. Zavallı, aciz bu kadının şükürleri ve Van Gogh’un hissettiği şefkat duygusu onun için yeterlidir; aynı kitaptaki ana karakter Baron gibi. Ressam, çevresinden sert tepkiler almaya başlar ve bunun üzerine kardeşi Theo’ya yazdığı başka bir mektubunda da, şu sözleri ile olaylara sitem etmiştir:
“İnsanlar beni bir şeylerle suçluyor… Bir şey saklıyor olmalıymışım… Vincent, arkasında utanılacak bir şey saklıyormuş… Pekala, bayım, sana ne sakladığımı anlatacağım: -sen ki ahlakını ve dürüstlüğünü kanıtlamış adam- soruyorum sana: bir kadını terk etmek mi daha erkekçe, ahlaklıca yoksa terk edileni korumak mı?”.
Van Gogh’un ”Fahişe” Tablosu
Van Gogh’un kendi kulak memesini kestiğini çoğu insan bilir. Fakat kesilen kulak memesini neden bir fahişeye verdiği sanat tarihçilerinin tartıştığı konulardan biri olmuş ve bu konu için birçok değerlendirme yapılarak yoruma açık bir hal almıştır. Bu yorumlardan birisi de şöyledir:
Van Gogh, bir ressamlar kolonisi kurma hayali içindeydi. Ancak çok sevdiği ressam dostu Paul Gauguin bu isteğe sıcak bakmıyordu. Gauguin’in bu olumsuz tavrı sonunda Arles’ten ayrılmasıyla, Van Gogh sadece bir dostu tarafından değil gerçekleştirmek istediği hayalleri tarafından da terk edilmişti. Sesler ve renklerle iç içe resim yapan Van Gogh hayalinin artık gerçek olamayacağını anladığı için sinir krizi geçirmiş ve kulak memesini kesmişti. Kulak memesi cinselliği tahrik edici bir organ olarak düşünülürse, kesik kulak memesini neden bir fahişeye verdiğine de bir yorum getirilir. Van Gogh, kendisi gibi hayallerinden atılan bir başka ötekiye, bedenini pazarlamak zorunda kalan bir fahişeye kesik kulak memesini götürüp belki de şöyle demişti: “Hayallerim beni de senin hayallerinin seni terk etmesi gibi terk etti. Kulak mememi alır mısın, bak kanlar içinde kaldı, tıpkı senin dolgun kanlı memelerini aşktan ve hayalden uzak acı çekerek erkeklere sunman gibi kanlı ve ölü”.
Bu yaşanmışlıkları ve sözleriyle Van Gogh’un fahişe kadına bakış açısını Olağanüstü Bir Gece kitabının ana karakteri olan Baron’un karşısına çıkan fahişe kadına bakış açısıyla benzetmek oldukça mümkün.
Van Gogh’un kendi isteğiyle kendi kulağını kesmesi olayının ardından yine kendi isteğiyle akıl hastanesine yatmıştır. Ömrünün son yıllarını akıl hastanesinde geçiren ressam burada, aralarında şu an çok ünlü olan resimler de olmak üzere çokça eser ortaya çıkarmıştır. İşte bunlardan biri de Zweig’in Olağanüstü Bir Gece kitabının kapağında kullanılan Yıldızlı Gece tablosudur. Bu eşsiz eser, ressamın akıl hastanesindeki odasından görülen Saint Remy de Provence şehrinin düşsel bir yorumu olarak tanımlanır.
Resimde görülen manzara, Van Gogh’un akıl hastanesindeki odasından görülen şehir manzarası olsa da sanatçı resim yaparken gerçeğe pek sadık kalmamış, hayal gücünü resme aktarmıştır. Resimde görülen köy ve kilise kulesi ise tamamen sanatçının hayal gücüyle yaratılmış unsurlardan ibarettir çünkü asıl manzarada böyle bir köy ve kilise görülmemektedir. Ressamın akıl hastanesinin penceresinde yer alan demir parmaklıkların da resimde yer almadığını fark etmişsinizdir. Buradan da ressamın hayal gücünün hükmettiği fırçasının, onun özgürlüğünü kısıtlayan en belirgin engel olan demir parmaklıkları resme geçirmesine izin vermediği görülür. Çünkü ressamın Baron karakterine bir başka benzerliği de o yıllarda kaderin onu serbest bırakması gerektiğine inanmasıdır. Özgür olamaması onun için dehşet verici bir yalnızlık duygusu doğurur ve bunu bir an olsun unutabilmek için umuda, sonsuzluğa olan inanca ihtiyacı vardır. İşte bu ihtiyaçlarını da Theo’ya Mektuplar‘ ında belirtir: ” Yine de yukarıdaki yıldızları ve sonsuzluğu kesinlikle duyabilmeli. O zaman hayat her şeye karşı büyülü gibidir”.
Resme bakıldığında en çok göze çarpan, lacivert ve mor tonlarındaki gecede beliren sarı ve beyaz tonlarla etrafa yansımış ve resimdeki efekti türbülans olgusunu içeren yıldızların ışıklarıdır. Ressam bu resmi tahminen 04.00 sularında yaptığından, resmin sağ tarafında bulunan Ay, Güneş’e dönüşmek üzeredir. Van Gogh gökyüzünün bu halini resmetmesinin sebebini kardeşine gönderdiği bir başka mektubunda açıkça söyler: ” Umudu tablodaki bir yıldız söylesin. Bir insanın coşkunluğunu batmakta olan güneşin pırıltısı. Bunlar gerçekçi aldatmacalar değil tabii ama gerçekten var olan şeyler değil mi?”. Umut ve sonsuzluk… İşte bu kavramlar tam da Olağanüstü Bir Gece’nin kapağına yakışır niteliktedir çünkü Baron kitapta şöyle der: ”Yıldızlar yukarıdan aşağıya doğru bir ışık saçıyor ve ben onların bembeyaz selamlarını soluyorum. Bir yerlerden şarkılar söyleyen sesler geliyor, sanki benim için söylüyorlardı. Bir anda her şey benim olmuştu, yüreğimi sıkıştıran kabuğumu kırdıktan sonra vermenin, bonkörlüğün mutluluğu beni diğer başka her şeye kapamıştı. Birilerini sevindirmenin ne kadar kolay olduğunu hissediyordum; insanın kendinin açık olması yeterliydi, insandan insana canlı bir akım gerçekleşiyordu hemen, yükseklerden derinliğe düşüyor, derinlerden tekrar sonsuzluğa köpürüyordu”.
Bunca benzerliğin tesadüf olduğunu düşünenler hala var olabilir ama kitabın kapağı ve içeriğinin tam anlamıyla özdeşleştiğini kesin kabul olarak görmek gerekir.
Kaynakça:
Vincent Van Gogh, Theo’ya Mektuplar, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2010
Stefan Zweig, Olağanüstü Bir Gece, İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 2015
http://www.canvastar.com/blog/icerik/vincent-van-gogh-yildizli-gece-tablosu-analizi