Orhan Kemal‘in yakın arkadaşlarından biri olan Nurer Uğurlu‘nun Orhan Kemal’in aile evindeki anılarından kendi hayatını kurana kadar ki bütün süreçlerini, yazar olma yolunda verdiği çabalarını çok yakın bir çevreden detaylıca anlatıyor.
“Bende kahve tutkusu ne zaman başlar? Bilmiyorum. Bildiğim, anamı babamı Beyrut’ta bırakıp, anayurduma döndüğüm günlerde başladığını sanışımdır.” (s. 9)

Çukurova romancısı olarak bildiğimiz ama aslında bunun çok ötesinde bir yazar Orhan Kemal. Gözlem yeteneği, ele aldığı konular, kullandığı üslup, edebiyatımızda onu bambaşka bir yerde konumlandırıyor. Eserlerinde Çukurova’nın değişen ekonomik ve demografik yapısını anlatmışlığı da var baba evinde geçen yıllarını da… Bu sefer Orhan Kemal’i yakın arkadaşı Nurer Uğurlu anlatıyor okurlara. Orhan Kemal’in İkbal Kahvesi, çoğu sayfasını hayretler içinde çevirdiğim ve Orhan Kemal’e bir kez daha hayran olmamı sağlayan dolu dolu bir eser.
“Yıllardır her sabah yaz demez, kış demez sabahın dördünde kalkarım yataktan. Ve sabah dokuza kadar yazımı yazarım. Sonra sokağa çıkarım. İkbal’e uğrar kahvemi içerim. Yazmak için yaşamak, duymak, halkı algılamak gerekir. Bir yazı için çok gereklidir halkın içinde kalabilmek ve halkın değişimini algılamak, eskimemek için. Her gün çalışmak, her gün yazmak, her gün boğuşmak gerekir ekmekle.” (s. 16)
Kitap, Orhan Kemal’in kahve tutkusunun ne zaman başladığına dair birtakım bilgilerle başlıyor. Gençlik çağlarında Adana’da oturduğu kahveden İkbal Kahvesi’ne kadar kısa kısa bilgiler veriyor kendi ağzından. Bu kahvede kimlerle karşı karşıya oturmamış ki? Sait Faikler, Yaşar Kemaller, Melih Cevdetler… Kitabın içine girip o ortamda bulunmak istiyor insan. O dönem Meserret isimli kahvede oturduklarını; İkbal Kahvesi’nin -arkadaş ortamında Kahve-tür İkbal– hemen ortaya çıkmadığını söylüyor Orhan Kemal. Bahsi geçen kahvelerde dostlarıyla sürekli sohbet halinde. Bu sohbetler sayesinde hayatından kesitlere şahit oluyoruz bizler de. Sohbetlerde kâh o dönemin yazarlarını eleştiriyor kâh yazma stiline dair ipuçları veriyor.
“Niçin roman yazıyorum? Bu ihtiyaç nereden geliyor? Yeteneğimden.. İyi şair olamadığım için hikâyeci oldum. İyi şair olamazdım, önümde dağ gibi Nâzım vardı. İyi şair olmam için önce onu aşmam gerekirdi.” (s. 44)
Orhan Kemal, aslında Nâzım Hikmet sayesinde yazarlığa adım atıyor. Kemal, hapse girdikten sonra Nâzım ile tanıştığını; onunla tanışmadan önce şiirler yazdığını, roman ve hikâyeyle çok haşır neşir olmadığını söylüyor. Dönüm noktası tam da o hapishane. Orada yazarın düzyazılarını okuyan Nâzım onu romancılığa teşvik ediyor ve Orhan Kemal’in yazarlık serüveni böylece romancılığa evriliyor. O dönem sonrası eserlerinde gözlem yeteneğinin de etkisiyle yaşadığı çevreyi ve o insanlara dair sorunları anlatıyor. Bunun üzerine hepimizin aşina olduğu bir yazara da oldukça sert bir eleştiri getiriyor: Kemal Tahir. Orhan Kemal, Kemal Tahir’in köylüleri ve köy hayatını yaşamadan yazdığını, yazmak için yaşamak gerektiğini ama Kemal Tahir’in bunu yapmadığını; kendisinin yaşamadığı hiçbir şeyi eserlerinde konu edinmediğini belirtiyor.
Orhan Kemal’in yazma sürecine dair çok değerli bilgiler içeren Orhan Kemal’in İkbal Kahvesi, romanların arka planını da anlatıyor. Bu eserlerin konularından ziyade nasıl yazıldığını, Orhan Kemal’e maddi anlamda ne kazandırdığını, yayım sürecini aktarıyor. Gerçekten de dediği gibi yaşamadığı hiçbir şeyi yazmıyor Orhan Kemal. Bereketli Topraklar Üzerinde romanında yine yaşadığı çevreyi, dönemin siyasi ortamını da yansıtarak yazıyor. Vukuat Var, Suçlu adlı eserleri dururken Bereketli Topraklar Üzerinde kitabı tefrika edilir edilmez basılıyor. Eskici ve Oğulları’nı ise daha rahat ve serbest bir kafayla yazıyor. Kira parası, yiyecek parası, geçim sıkıntısı umurunda değil. Bu romanı diğerlerine göre daha farklı şekilde gelişiyor çünkü ona göre hayatın mantığını bu denli kavramak korku veriyor insana.
“‘Adımız tarihe geçer değil mi?’
’Hiç şüphen olmasın. Mustafa Kemal Paşa’yı düşün. Koskoca bir saltanata kafa tuttu. Yıldı mı? Yılsa bugün Mustafa Kemal Paşa olur muydu?’” (s. 228)
Orhan Kemal’in İkbal Kahvesi’nin en ilgi çekici yanı ise Sait Faik ve Orhan Kemal dostluğu. Bu öyle bir dostluk ki Orhan Kemal eserlerini yazarken Sait Faik’ten etkilendiğini kabul ediyor. 1940’larda Bursa Cezaevi’nde başlayan dostlukları Burgaz Adası’na dek uzanıyor. On beş, yirmi yıllık gibi köklü bir dostlukları olmamasına rağmen zaman zaman canciğer olmuşlar. Orhan Kemal zaman zaman diyor çünkü o da aslında hepimiz gibi arkadaşlarıyla ters düşüp takışabiliyor. Bir konu yüzünden tartışıp haftalarca konuşmayan Sait Faik ve Orhan Kemal, yolları Meserret Kahvesi’ne düştüğünde önünde sonunda barışıyormuş. İkili birbirlerinin yazdıklarını okuyor, fikir alışverişinde bulunuyormuş. Aslında ne kadar bizden, hayatın içinden ve saf bir dostlukları olduğunu kitapta bahsedilen anılarla daha iyi anlıyoruz.
“Sait, insana değer verirdi. Değer verdiği insanlardan aynı şeyi, aynı değeri bulur muydu? Bu soruya hemen ‘evet bulurdu karşılığını’ tereddütsüz verebilirim. O kadar ki, onunla aylarca dargın gezdiğimiz, İstanbul’un şurasında, burasında birbirimize rastladığımız zaman görmezlikten geldiğimiz, hatta hatta küfürlü kavgalarımızdan sonra bile, o benim için gerçekten, değerli bir sanatçıydı.” (s. 356)
İkbal Kahvesi’ne dönüyoruz tekrar. Kahve, bir gemi gibi yükünü almış bünyesinde birçok sanatçı, eski politikacı, çevirmen, yayıncı ve hikâyeci barındırmaya başlamış. Mermer masalarda son düzeltmelerini yapan romancıların yanında edebiyat ve sanat dedikoduları konuşulmaya başlanmış; romancılar, dergiciler süzgeçten geçirilmiş ve gün sonunda da İkbal, Babıali’den gelenlere kalmıştı. Bu kahveden birçok kişi geçmiştir ama en önemli müdavimi Orhan Kemal’dir. İkbal Kahvesi’nde, Orhan Kemal bir esnaf gibi geleni gideni karşılamış, dostlarıyla derinlemesine sohbetler yapmıştır. Kitabın en güzel yanı, Orhan Kemal’in romancılığının yanında dost meclisinde konuşurken nasıl bir havaya büründüğünü anlatması. Düşüncelerini hiç çekinmeden belirten, söylediklerinin daima arkasında duran, dönemin hükümetini, yazarları ve onların eserlerini korkmadan eleştiren bir Orhan Kemal’le karşılaşıyoruz her sayfada. Onunla aynı dönemde yaşama şansına erişemedik ama Nurer Uğurlu bu değerli kitabıyla bizlere o fırsatı sunmuş, yazarın derinliklerini tanımamıza olanak sağlamıştır. Sayfaları çevirirken o kahvede Orhan Kemal’le ince belli bardakta çay içmişiz, yazarın anılarını dinlemişiz ve sonra yanımıza kitaplarını büyük bir zevkle okuduğumuz diğer yazar dostları gelmiş hissine kapılmamız bundandır belki de. Ve eğer yolunuz Beyoğlu’ndaki Orhan Kemal Müzesi’ne düşerse hemen oracıkta bulunan İkbal Kahvesi’nde çay içmeyi ihmal etmeyin. Kim bilir belki masalardan birinde Orhan Kemal sizi bekliyordur.
“Eşe dosta selam,
İnandığım doğruların adamı olduğum, böyle yaşadığım, karınca kararınca bu doğruların savaşını daha çok sanat hayatımda yapmaya çalıştığım kursağıma hakkım olmayan bir tek kuruş dahi girmemiştir.” (s.471)
Kaynakça:
Uğurlu, Nurer. Orhan Kemal’in İkbal Kahvesi. İstanbul: Cem Yayınları, 1972.