Orhan Pamuk – Sessiz Ev | 12 Alıntı

Editör:
Guşef Alhas
spot_img

Sessiz Ev, Orhan Pamuk‘un 1983 yılında yayımlanan ikinci romanıdır. Orhan Pamuk bu kitabında başta Doktor Selahattin ve eşi Fatma, torunları Faruk, Nilgün ve Metin; cüce Recep ve kardeşi İsmail, İsmail’in oğlu Hasan karakterleri ile din, bilim, milliyetçilik, siyaset, sürgün, tarih gibi kavramları keskin darbelerle inceler. Doktor Selahattin‘in İstanbul’daki davranışları sonrası sürgünüyle başlayan kitap, farklı karakterler arasında el değiştirerek okuyuculara birden fazla görüşü yaşatır. Sessiz Ev bahsettiğimiz karakterler arasında gidip gelen bir gözle 32 bölümden oluşur.

Orhan Pamuk'un İstanbul'u – Atlas

  1. “… insanın doğa karşısında hayrete kapılmaması zaten elde değil, biz de Ruso gibi doğanın kucağında yaşayalım ve doğal olmayan o aptal padişahlarla dalkavuk paşalardan uzak duralım, her şeyi akıllarımızla yeniden gözden geçirelim. Bütün bunları düşünmek bile ne güzel!” (s. 83)
  2. “… bir yıl sonra, elinde aynı çantayla küpenin öteki tekini almaya geldiğinde Yahudi’nin başında gene aynı şapka vardı. Sekiz ay sonra elmaslı bileziklerimden birincisini almaya geldiğinde o başındaki şapkayı Müslümanlar da giymek zorundaydı. Elmaslı bileziklerin ikincisini almaya geldiğinde yıl artık 1345 değil, 1926 idi. Öteki bilezik için de geldiğinde elinde gene aynı çanta vardı ve Yahudi işlerden hep şikayet ediyordu, ama artık güzel hizmetçi kadını soramıyordu. Belki de, artık karılarını boşamak için iki kelime değil, bir mahkeme gerektiği için, diye düşünmüştüm.” (s. 89)
  3. “Ben hayatta çok şey yapacağım! Yapacaklarımı düşündüm: ‘Savaşları, zaferleri, yenilgi korkusunu ve umudu ve başarıyı ve şefkati göstereceğim zavallıları ve kurtaracağım başkalarını ve acımasız dünyada alacağımız yolu.’ Aşağı mahallenin ışıkları sönük. Hepsi uyuyorlar, uyuyorlar hepsi; budala, anlamsız, zavallı düşler görüyorlar ve burada, hepsinin üstünde uyanık bir ben varım. Ben yaşamayı çok seviyorum ve yatıp uyumaktan nefret ediyorum.” (s. 94)
  4. “İşte konuşma ve arkadaşlık dediğimiz şey. Birbirimize bildiğimiz şeyleri anlatıyoruz ve hoşuma gidiyor. Kelimeler, sözlerdir hepsi, bilirim boştur, ama gene de aldanır keyiflenirim.” (s. 104)
  5. “Çay istedim, sigara yaktım, tarihçilik nasıl bir iştir diye düşünmeye başladım. Yazılar yazıp birtakım olayları hikaye etmekten başka bir iş olmalıydı. Belki şöyle; bir yığın olayın nedenini arıyorduk, sonra o olayları başka olaylarla açıklıyorduk, o başka olayları da başka olaylarla açıklamaya ömrümüz yetmiyordu. Biz işi bir yerde bırakmak zorunda kalıyor, başkaları bizim bıraktığımız yerden işi sürdürüyorlar, ama işe başlarken, önce, bizim olayları yanlış olaylarla açıkladığımızı söylüyorlardı.” (s. 106)
  6. “Otuz yıl, hayır, hayatımın sonuna kadar sürecek bu saçma tasarı, budalalık ve yiğitlik ve göz bozukluğu ve sinir hastalığı biçimlerine girerek gözümün önünde bir süre daha canlandı. Yazacağım sayfaların sayısını ürpererek düşündüm. Sonra aldanış ve ahmaklık kokan tasarının yavaş yavaş suya düştüğünü hissettim.” (s. 136)
  7. “Benim niyetim ne olursa olsun, yazdıklarımın bir başlangıcı olmak zorundaydı. Sonra, olguları da, nasıl yazarsam yazayım, bir sıraya dizmek zorundaydım. Bütün bunlar da, ister istemez, okuyucu için bir anlam ve düzen demekti. Bundan kaçınmak istedikçe de, işe nereden başlamam ve sonra hangi adımı atmam gerektiğini hiçbir zaman bilemeyecektim. Çünkü, eski alışkanlıklarına bağlı insan aklı, her sıralanmadan bir düzen, her olgudan bir simge bulup çıkaracak, benim kurtulmak istediğim hikayeyi olguların arasına, bu sefer kendini bulaştırıp duracaktı. O zaman şöyle düşündüm: ‘Tarihi, hatta hayatı olduğu gibi kelimelere geçirmenin bir yolu yok!’ Sonra, bu yolu bulmak için yapılması gereken tek şeyin beyinlerimizin yapısını değiştirmek olduğunu düşündüm: ‘Hayatı olduğu gibi görebilmek için hayatımızı değiştirmeliyiz!’ Bunu daha iyi anlatabilmek istiyordum, ama yolunu bulamıyordum.” (s. 137)
  8. “Halil’in çöp kamyonu yokuşu çıkıyor. Kuşlar sustular. Tavandaki kartaldan bıktım, yatakta döndüm; yere bakıyorum. Yerde gidiyor bir karınca. Karınca, karınca zavallı karınca! Parmağımı uzatıp üstüne bir hafif dokundum, aptallaştı. Senden çok güçlüler var, sen bilemezsin, ah karınca. Şaşırdın değil mi, koşuyor koşuyorsun, önüne gene parmağımı koyunca gene dönüp kaçıyorsun. Biraz daha oynadım ve sonunda acıdım, iyi şeyler düşünmek istedim…” (s. 171)
  9. “Evliyanın suç ve günah tanımayan keyfine imrendim, kendimi onun yerine koymak istedim. Sonra havuzun bir sütununa onun tarihini de düşmüş. Sonra da Gediz’i atla geçip gitmiş. Büyün bunları hiçbir şeyden çekinmeyen, güvenli, huzurlu bir dengeyle, davuluna vuran mehtercinin sakınmasız neşesiyle yazmıştı. Kitabı kapayıp nasıl böyle yapabildiğini, yaptığı ile yazdığını nasıl böyle çakıştırabildiğini, kendini bir başkasını görür gibi nasıl dışarıdan görebildiğini düşündüm. Aynı şeyi ben de yapıp, sözgelimi bir arkadaşıma mektupla anlatmaya kalksaydım ne bu kadar yalın olabilirdim, ne de bu kadar neşeli. İşin işine kendimi sokardım; karışık ve suçlu aklım, olguların çıplaklığını örterdi. Yaptığım ile niyetim, olan ile yargılarım birbirine karışır, nesnelerle Evliya’nın kurduğu o dolaysız ve gerçek ilişkiyi bir türlü kuramadan, burnumu yüzeylere sürte sürte acı çekerdim.” (s. 188)
  10. “Arşivin sessizliğinde uyuyan bütün o cinayetleri ve hırsızlıkları, savaşları ve köylüleri, paşaları ve düzenbazlıkları, tek tek bütün olguları iskambil kağıdı büyüklüğünde kağıtlara yazarım. Sonra, yüzlerce, hayır milyonlarca kağıttan oluşan o korkunç desteyi, bir iskambil destesi karıştırır gibi, tabii, daha zorluklarla, özel makinelerle, noterler huzurunda kullanılan piyango makineleriyle karıştırır, okuyucunun eline tutuştururum. İşte, derim sonra, hiçbirinin birbiriyle ilişkisi, öncesi ve sonrası, arkası ve önü, nedeni ve sonucu yoktur: ‘Buyrun, genç okuyucu, işte tarih ve hayat, dilediğiniz gibi okuyun. Hepsi yalnızca vardır, olan her şey bunların içindedir ama hepsini birbirine bağlayan hikaye yoktur. İsterseniz o hikayeyi siz yakıştırın onlara.’ O zaman: ‘Hikaye yok mu’, diye sorar genç okuyucu hüzünle. O zaman, ona da hak veririm, tabii derim, huzurla yaşayabilmek için her şeyi açıklayan bir hikaye gerek size, yoksa bu yaşta çıldırır insan; haklısınız, derim ve milyonları bulan iskambil kağıtları arasına joker sıkıştırır gibi aceleyle, üzerinde, hikaye ve içinde de hikayenin kendisi yazan kağıtlar sıkıştırmaya başlarım. Peki hepsinin anlamı nedir, diye gene de sorar genç okuyucu. Hepsi ne sonuç veriyor? Neye inanmalı? Doğru olan nedir, yanlış olan nedir? Hayat nedir? Ne yapayım?” (s. 190-191)
  11. “Bahçe kapısından çıkarken karımı düşünüyordum. Sonra biraz Fuzuli’yi düşündüm, Fuzuli’nin acı çekme isteğini. Acaba Divan şairleri o şiirleri bir çırpıda söyleyiveriyorlar mı, yoksa saatlerce kağıdın başına oturup çizip düzelterek mi yazıyorlar?” (s. 234)
  12. “Böyle beklerken bir düşüncenin gelip takılacağını biliyorum. Hangisi? İçi dışına çıkarılmış bir eldiven gibi bilincim kendi içini göstersin istiyorum. Demek sen buymuşsun Fatma, diyeyim sonunda, dışının biçimi aynaya vurmuş da tersyüz olmuş gibiymiş içim! Şaşırayım, unutayım, meraklanayım: Gelip gelip seyrettikleri, akşam yemeği için merdivenden aşağı indirdikleri ve biraz sonra elini öpecekleri şeyse benim dışım, içim hangisi diye bazan ben meraklanırım. Tıp tıp atan yüreğim ve akarsu üzerindeki kağıttan kayık gibi düşüncelerim ve başka nedir? Tuhaf şey! Bazan uykuyla uyanıklık arasında, karanlıkta karıştırır ve tatlı bir telaşla meraklanırım: ‘Sanki içim dışım olmuş, dışım da içim ve ben hangisiyim sessiz karanlıkta bulamıyorum.'” (s.267)

Pamuk, Orhan. Sessiz Ev. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2023.

spot_img

Yorum Yap

Yorum girişi yapınız.
Adınızı girin

Magnum Fotoğrafçısı Elliott Erwitt: Sıradışı Perspektif

Magnum fotoğrafçılarının yeni yazısında Elliott Erwitt'in hayatına ve eserlerine doğru bir yolculuğa çıkıyoruz.

Star Wars Sith’in İntikamı: Bir Trajedinin Epik Kapanışı

Skywalker'ın öyküsü, galaktik düzenin çöküşünü, dostlukların sonunu ve aşkın trajedisini bir kez daha gözler önüne seriyor.

Macbeth Sendromu: Hırsla Yoğrulan Bir Kimliğin Çöküşü

Macbeth Sendromu, bireyin hırs uğruna kimliğini ve vicdanını yitirerek psikolojik çöküşe sürüklenmesini anlatan patolojik bir durumdur.

You’ya Veda: Önceki Sezonda Neler Oldu?

You, beşinci sezonuyla son kez ekranlara gelirken, önceki sezonlarda neler oldu hatırlayalım.

Altı Çizilenlerde Bu Ay: Ahmed Arif | Hasretinden Prangalar Eskittim

Söylenti Edebiyat editörleri, Altı Çizilenler serisinde bu ay, doğum gününde, şiirin aykırı sesi, toplumcu gerçekçiliğin öncülerinden, Türk edebiyatının benzersiz şairi Ahmed Arif'e yer veriyor!

Orta Çağ Avrupası’nda Evlilik, Boşanma ve Eğlence Kültürü

"Ben senin için yaşamayı göze aldım" diyenleriniz varsa, itinayla "Sıkıysa Orta Çağ'da yaşasana" diyebilirsiniz çünkü bu çağda yaşamak sanıldığından çok daha zor.

HBO Max’te İzleyebileceğiniz Yapımlar

İşte HBO Max'te izleyebileceğiniz yapımlar.

Exulansis: Anlaşılamamanın Getirdiği Vazgeçiş

Exulansis, kişinin anlaşılamayacağını düşünerek kendini anlatmaktan vazgeçişini konu alır.

Şahane Hatalar : Kendi Maceranı Kendin Yarat

Sadece hataların sonuçlarına odaklanmak yerine, bu hataların insanları nasıl şekillendirdiğini ve nasıl birer öğrenme fırsatı sunduğunu ele alan sıra dışı kitap: Şahane Hatalar.

Yahya Kemal Şiirlerinde Yedi Farklı Tema

"İnsan âlemde hayal ettiği müddetçe yaşar." Türk edebiyatına hayalinden kelimeler armağan ve miras bırakan Yahya Kemal Beyatlı.