Orta Çağ şövalyeleri, uzun kılıç ve mızraklar, atlar, süslü giysiler, gösterişli zırhlar, lortlar, krallar ve leydiler… Orta Çağ Avrupası denildiğinde akla ilk gelen şeylerden biri şövalyelerdir. Kral Arthur ve yuvarlak masa şövalyeleri birçok metne ve hikayeye konu olup, popüler kültürü de etkilemişlerdir.

Şövalyeliğin Kökeni Neye Dayanıyor ?
Kelime kökeni olarak şövalye, genç hizmetkâr anlamına gelen eski İngilizcedeki “cniht” ve eski Almancadaki “knecht” kelimelerinden gelmektedir. Türkçeye ise, Fransızca “chevalier” kelimesinden girmiştir.
Orta Çağ şövalyelerini anlamak için öncelikle Orta Çağı iyi anlamak ve bu dönemi; erken, yüksek ve geç olmak üzere üçe ayırıp feodal sistemle birlikte düşünmeliyiz. Feodal sistem kısaca; kapitalizm öncesi, Batı ve Orta Avrupa ülkelerinde toprak sahibinin (senyör) politik, ekonomik, hukuki, mâlî, askerî vb. haklara sahip bulunduğu ve temeli toprak köleliğine dayanan cemiyet düzeni olarak adlandırılmasıydı. (Öksüz, 1) Şövalyeler ise, toprak sahibi lortlar adına savaşan seçkin savaşçılardı. Bazı şövalyeler ise lortların yurtluk ya da tımar denilen topraklarını ellerinde tutuyorlardı. Erken Orta Çağ‘da şövalyeler atlı asker olarak görülmekteydi. Bu dönemde şövalye olmak için gereken şey cesaret, yüreklilik ve iyi bir savaşçı olmaktan ibaretti. Savaş meydanında gösterilen başarı, şövalye sıfatı için olmazsa olmazdı. Fakat Haçlı Seferlerinin başladığı XI.yüzyıldan itibaren şövalyelik değişime uğradı.
Hristiyanlığın ve kilisenin mutlak koruyucuları olarak görülmeye başlanan şövalyeler, bu sosyal statülerini kaybetmemek ve bu prestijli sıfatı halk tabakasına yaymamak adına kendi oğullarını ve diğer soyluların oğullarını şövalye yapmaya başladılar. Böylelikle, savaş alanında gösterilen cesaret ve yiğitlik şövalye olmak için yeterli olmamaya başladı. XIII. yüzyıla gelindiğinde ise artık halkın arasından sıradan birinin şövalye olması için savaş alanında çok üstün bir başarı göstermesi gerekiyordu. Bunun yanı sıra, şövalyelik, uzun, zorlu ve pahalı bir eğitimin sonunda erişilebilecek bir rütbeydi.
Eğitim boyunca kullanılan silahlar, kalkanlar, atlar ve at bakımı için gerekli olan her şey çok pahalıydı. Bu açıdan bakıldığında, Orta Çağ’da soylu ve zengin çocuklarının şövalye olması kulağa normal geliyor. Akla ilk gelinenin aksine, Orta Çağ’da şövalye olmak yalnızca iyi bir savaşçı olmaktan ibaret değildi. Şövalyelerin kültürlü ve eğitimli olmaları da gerekiyordu. Şövalyeler bu eğitimlerini Orta Çağ ile özdeşleşen gösterişli kalelerde alırlardı. Bu bağlamda, kaleleri yalnızca lortların kasvetli ve büyük evleri gibi düşünmeyip, orayı bir okul gibi görmeliyiz.

Orta Çağ’da Nasıl Şövalye Olunuyordu ?
Orta Çağ Avrupası’nda, toplumun herhangi bir sınıfından, başarılı ve iyi bir askeri hizmet veren herkes şövalye olabiliyordu. Fakat bu durum, örneğine çok rastlanan bir şey değildi. Genellikle şövalye olabilmek için bir soyluluk gerekiyordu. Ancak bir kralın, lordun ya da şövalyenin çocuğu gerekli eğitimleri alıp, belli basamakları tamamladığında şövalye olabiliyordu. Orta Çağ’da şövalye olmak için temelde üç adım vardı. Bu adımlardan ilki yedi ya da on yaşlarında atılıyordu. Bu yaşlarda atılan adımlar on dört yaşına kadar sürecek olan bir eğitimin de başlangıcıydı. Ata binmeyi ve zapt etmeyi, tahtadan silahlar ile silah kullanmayı ve avlanmayı öğreniyorlardı. Bu yaşta alınan eğitim genellikle fiziki gelişim odaklıydı ve çocukları güçlendirmeyi amaçlıyordu. Bu soylu çocukları on dört yaşına geldiklerinde ise şövalye yaveri denilen rütbeye erişiyorlardı. Artık silah kullanmayı ve ata binmeyi bildikleri için, şövalyelere yardım etmekle görevliydiler. Genç şövalye adayları, köreltilmiş ya da tahta silahlarla antrenmanlarına devam ediyor ve bunu bir üst seviyeye çıkarıyorlardı. Yaralanmalar bu süreçte çok yaygındı. Atın üzerinde kargıyla savaşma yetenekleri mükemmel olmalıydı.
Şövalye yaverlerinin eğitiminde bir başka önemli unsur ise savaş ya da kale kuşatması sırasında yapılacak strateji ve hangi silahların tercih edilebileceğini içeren eğitimdi. Tüm bunlara ek olarak, yüksek Orta Çağ’da bir şövalye yaveri savaş sırasında şövalyelerin uzun kılıç ve mızraklarını taşıyor, zırhlarını temizliyor ve atlarının bakımını üstleniyordu. On sekiz-yirmi bir yaşlarına geldiklerinde ise her şey sorunsuz ilerlediyse, hepimizin zihninde canlanması muhtemel bir törenle, omuzlarına kılıçla dokunarak şövalyelik rütbesi verilirdi. Bu törene ”Sözlendirme” de denirdi.
Törenden önce şövalye kilisede bir gece nöbet tutar ve sabah olduğunda törensel kıyafetlerini giydikten sonra merasime katılırdı. Yüksek Orta Çağ’dan, Geç Orta Çağ Dönemi’ne gelindiğinde şövalyeliğin savaş alanındaki öneminin ve yetkinliğinin azaldığını görüyoruz. Bunun temel sebebi; dönemin teknolojik gelişmeleriydi. Culverin adı verilen ateşli silahların ortaya çıkışı, at üzerinde savaşan şövalyeler için tehlike arz etti. Bu sebeple şövalyeler, yavaş yavaş savaş alanından çekilip saraylarda, kalelerde ve kilisede sembolik anlamlarını korumaya devam ettiler.

Barış Hüküm Sürerken Şövalyeler
Orta Çağ Avrupası’nda şövalyelik denildiğinde ise bir diğer öne çıkan şey turnuvalardı. Bunları, Antik Roma’daki gladyatörlerin boy gösterdiği turnuvalara benzetebiliriz. Savaşlar bitimi ile birlikte barış dönemine girildiğinde şövalyeler, silah kullanma ve at binme yeteneklerinin körelmemesi adına çeşitli turnuvalar düzenlerlerdi. Bu turnuvalarda çoğunlukla gerçek silahlar kullanılmazdı. Köreltilmiş kılıçlar ya da darbeyi azaltması adına özel aparatlar takılan mızraklar ve kargılar kullanılırdı. Bu turnuvalara aristokrat sınıfından ve saraydan kadınlar katıldığından, bir anlamda şövalyeler için boy gösterme fırsatı doğuyordu. Gösterişli zırhlar ve iyi biniş yetenekleri öne çıkıyordu. Bu sebeple Orta Çağ’da şövalyelik, yalnızca savaşmak değil aynı zamanda doğru edep, terbiye ve gösterişli giyinmek de demekti.
Şövalyeler bu turnuvalara yalnızca aristokrat leydilerini etkilemek ya da yerel halkı eğlendirmek için değil aynı zamanda ödül kazanmak için de girerlerdi. Bu turnuvaların riskli bir yanı ise şövalyelerden biri kaybettiğinde atını veya zırhını da kaybedebilirdi. Kazanan şövalye için bu, şanını ikiye katlaması demekti. Bu sebeple, turnuvaların önemi şövalyeler için daha da artmaktaydı.

Orta Çağ şövalyesi dendiğinde akla gelen bir diğer özellik ise sadakat ve aşktı. İngilizcede “courtly love” olarak geçen bu özellik, şövalyeliğin adeta bir kuralı gibiydi. Akla ilk geldiği şeklin aksine, bu aşk daha çok uhrevi bir aşktı. Şövalyenin leydisine olan bağlılığı genellikle gerçek bir evlilik ya da birleşmeyle son bulmazdı. Bu aşk, Tanrıya duyulan bir aşka benzerdi. Şövalye kiliseye ve tanrısına nasıl bağlıysa, leydisine de aynı şekilde bağlıydı. Genellikle lort ya da kral eşlerine karşı duyulurdu. Bu aşk, krala ya da lorta bağlılığın da bir göstergesi ve hizmetin sembolüydü. Edebi metinlere ve halk söylencelerine konu olan kısım büyük ölçüde leydilere duyulan bu aşktı.
Orta Çağ denildiğinde gösterişli zırh ve uzun silahlarıyla aklımıza gelen ve gerek edebi gerek sinema ve diğer sanat dallarıyla yeniden yaratılmış bir imge olan şövalyeler; sadakatin, sabrın ve kararlılığın simgesidir. Çok uzun yüzyıllar varlıklarını sürdürmüş, krallara ve leydilere hizmet etmişlerdir. Şövalye kurumu zaman içinde değişimlere uğramışlardır. Teknolojik gelişmeler sonucunda savaş alanlarından kaybolsalar da sembolik olarak varlıklarını sürdürmektedirler.
Kaynakça
- L. d’Avray, David. ”What is medieval studies?”. thebritishacademy. 02.07 2020.
Web Erişim Tarihi: 22.12.2023. -
”knight”. britannica. 20.12.2023. Web. Erişim Tarihi: 22.12.2023.
- Mondschein, Ken. “Chivalry and knighthood.” Handbook of Medieval Culture/Ed. A. Classen. Berlin and New York: De Gruiter (2010): 159-171.
- Öksüz, Enis. “Feodal Düzen Ve Sosyal Değişmeler”. Araştırma Makalesi. Istanbul Journal of Sociological Studies, 1980.