? Bu yazı Bilge Akcaalan tarafından editörün seçimi listesine eklendi?
Osman Hamdi Bey, hem Osmanlı İmparatorluğu’na hem de Türkiye’ye kültürel anlamda kalıcı ve sağlam bir altyapı ile eserler bırakabilmiştir; bir döneme değil tüm Türk tarihine, sanatına ve sanat eğitimine damga vuran yönleriyle tanınmaktadır.
18. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Batılı anlamda resmin Osmanlı topraklarına girdiği bilinmektedir, sanatçının oryantalist tarzda verdiği eserleri, Avrupalı oryantalistlerden konu seçimi ve konuları işleyiş yönünden farklılıklar göstermektedir. Sanatçı, eserlerinde cami ve türbelerinin güzellik ve ihtişamını gözler önüne sererek Doğu’nun manevi ve maddi zenginliğini de bir şekilde yansıtmaya çalışmış; Türklere ait değerleri işlemiş ve yaşadığı toprağın uygarlık değerlerini, bunların ortasında ülkesinin atmosferini ortaya koymak amacıyla eserler vermiştir.
Osman Hamdi Bey’in çok yönlü kişiliğine istinaden söylenebilecekler şu şekilde özetlenebilir: Her biri birer belge niteliğindeki yapıtları, kitapları, kurduğu müzeler, devlet erkânında üstlendiği görevler ve kurmuş olduğu okulun kısaca tüm görevlerinin ve emek verdiği işlerin ortak paydası tarih bilinci ve sanatçı duyarlılığında eşitlenir.
Osman Hamdi Bey’in Hayatı
Osman Hamdi Bey 1842 yılında İstanbul’da doğdu. II. Abdülhamit devri Sadrazamı olan Ethem Paşa’nın oğludur. 1839 yılında Osmanlı İmparatorluğu’nda Tanzimat Fermanı ile birlikte bazı reformlar yapılmıştı. Osman Hamdi eğitim alanında yapılan reformlar sayesinde 1860 yılında hukuk eğitimi için Paris’e gitti. Hukuk öğreniminin yanı sıra o dönemin ünlü ressamlarından resim eğitimi aldı. Paris’te oryantalist resmin en önde gelen temsilcilerinden Jean-Léon Gérôme’nin öğrencisi olmuştu. Gérôme’nin geldiği akademik resim geleneği ise nülerin, yani giyinmiş çıplakların geleneğiydi. Kendisi de bu geleneğe Doğu’yu ve Doğulu kadını gizemli, erotik fantezilere dönüştürdüğü oryantalist üslubuyla eklemleniyordu.
1871 yılında İstanbul’a döndüğünde ileri seviye Fransızcasıyla öncelikle dışişleri bakanlığına atandı ve daha sonra Saray ile Müze-i Hümayun da çalıştı. Osman Hamdi Bey, Müze-i Hümayun’un başına geldiğinde eserleri gelişigüzel sıralanmaktan kurtarmış ve eserler hakkında birtakım bilgiler de vererek onları odalara dağıtmıştır. 1881 yılına kadar basın müdürlüğü ile birlikte, birçok görevlerde bulundu. Aynı zamanda dünyaca tanınan bir arkeolog olan Osman Hamdi, 19. yüzyılın sonlarında İstanbul Arkeoloji Müzesi kuruluşunu sağlamıştır. Birinci Dünya Savaşına doğru giden dünyanın elverişsiz koşullarına direnerek kurduğu bu müzeyi, kazılardan çıkardığı birçok değerli eserlerle de zenginleştirmiştir. Bağdat’ta ilk arkeolojik çalışmalarını yaptıktan sonra gerekli yasanın çıkarılmasını sağlayarak ve tüm arkeolojik çalışmaların kontrolünü üstlenerek modern arkeoloji biliminin Osmanlı’da temellendirilmesini sağladı. En önemli arkeolojik kazısı 1887-1888’de gerçekleştirildiği Sayda Kral Mezarlığı (Lübnan) kazılardır. Bu kazılar sırasında dünyaca ünlü İskender Lahdini bulmuştur.
Osmanlı İmparatorluğu’nda sivil ressamların eğitim alacağı herhangi bir kurum olmadığını gözlemledikten sonra ve 1882’de Sanayi-i Nefise Mektebi Alisi bugünkü adıyla Mimar Sinan Güzel Sanatlar Akademisi’ni kurmuştur.
Sanatçının tablolarını ürettiği, 19. yüzyıl sonundaki Osmanlı’da Tanzimat reformunu izleyen dönemde devlet yönetimi ve adalet sistemi başta olmak üzere bir yenilenme arzusu vardır. Bu eğilimler hâlâ oldukça tartışmalı kavramlar olan modernleşme ve/veya Batılılaşma olarak da ifade edilebilir. Sanatta, düşünce dünyasında, müzikte, giyimde bu açılmanın etkileri gözlemlenebilmektedir. Bu konuda Osmanlı entellektüellerinin dönemin kültürel ve entellektüel başkenti olan Paris’te devam eden hareketlilikten çeşitli şekillerde etkilendiğini söylenebilir.
Osman Hamdi’nin yapıtlarını toplumsallık ile bağlayan element ise figürlerin yerleştiği mekânların ayırt edilir derecede Doğu’ya ait olmasıdır. Bu durum belki sanatçının, çok doğal olarak kendi kültürünü yansıtmasıyla açıklanabilir ancak diğer yandan bilinçli olarak Doğu’ya yönelik bir anlatı oluşturma amacı olduğu da düşünülebilir. Edhem Eldem ise ressamın, Paris döneminin üzerindeki etkisini göz önüne alarak, ülkesine bir Batılı gözüyle bakmaya yatkınlığı olduğunu öne sürer. Hem Avrupa’da hem Osmanlı ve daha sonra Türkiye Cumhuriyeti’nde bu dönemin tablolarına baktığımızda kadınlar birer nesneden ziyade özne olmaya eskiye kıyasla çok daha yakınlardır. Osman Hamdi Bey, Osmanlı hayatının renkli sahnelerini resmetmiş ve bu resimleri ustaca işlediği ayrıntılarla gerçekçi kılmıştır.
Kuran Okuyan Kız Tablosu

1880 yılında resmedilmiş bir Osman Hamdi Bey tablosudur. Türk İslam kültürüne ait unsurlar ve canlı renkler ile resmin merkezine yerleştirilmiş kız, göz alıcı safran elbisesi ve turuncu yazmasıyla sedef kakma işlenmiş rahlenin önünde Kuran okumaktadır. Rahlenin hizasında, ahşap rengi çok ışınlı yıldız geçmeleriyle süslenmiş pencerenin önünde ajur tekniğinde, tepsili altın sarısı dumanı tütmekte olan tütsülük; kızın sağ yanında mavi beyaz Selçuklu yıldızlarıyla süslenmiş çini pano ve hemen diz çöktüğü zeminde ise Madalyonlu Uşak halısının güzide örneklerinden birisi göze çarpar. Osman Hamdi, mekân ve insan bütünlüğünü ışık-gölge-renk oyunlarına başvurmadan, insanın huzurlu iç dünyasını merkeze oturtarak, kendi kültür ve geleneği doğrultusunda yansıtan sanatçıdır. Özellikle Selçuklu sanatına çok özel bir ilgi ve sevgi duyan sanatçının bu yönü, yeteneğine ve fırçasına kadar ulaşmıştır.
Barnaby Rogerson, “Kur’an Okuyan Kız” tablosu için “Eser, İslami tasarımlarla renkli bir arka plana karşı Kur’an okurken diz çökmüş genç bir kızı ve Osman Hamdi’nin oryantalizminin eşsiz doğasını ve sanat oyununu gösteriyor.” ifadelerini kullanmıştır.
Toplumda süregiden dönüşüm paralelinde Osman Hamdi’nin resimlerinde kadınlar cami, türbe çevrelerinde, kırlarda, haremlerde günlük hayatın içinde görülür. Kuran Okuyan Kız tablosundaki figür önündeki kutsal metni pür dikkat okuyor ve algılamaya çalışıyor gibidir; figürün dine yönelik analitik bir tavır içinde olması vurgulanabilir. Ressamın eserlerinde yer alan figürler; okumak, düşünmek, bir sanat icra etmek gibi eylemleri nedeniyle belki özneleşmenin göstergeleri olarak ele alınabilirler. Sanat tarihçisi Zeynep Çelik bu durumun kadınların, Oryantalist ressamlarca silinmiş olan entellektüel yönünü onlara geri verdiğini söyler. Sanatçının tablolarında yarattığı birçok kadın figürünün bu aşağılayıcı kadın şablonuna, bir ölçüde, karşıt bir tutum sergiliyor olabileceği düşünülebilir. Tablo Türk resim sanatında rekor bir fiyatla 44 milyon TL’ye satılmıştır.
Mihrap Tablosu

1901 yılında yapılmış olan Mihrap, Osman Hamdi Bey’in en tartışmalı resimlerinin başında gelir. Tablo yapılışından itibaren birçok eleştirinin ve saldırının hedefi olmuştur. Bu nedenle hiçbir zaman sergilenemedi, bugün de nerede olduğu bilinmemektedir. Tablonun orijinal adının Yaratılış olduğu da söylenegelmiştir.
Bir caminin içerisindeki figürün arkasındaki bölüm mihraptır. (Mihrap; cami ve mescitlerin içinde Kâbe yönünü belirten, yapının o yönündeki duvarında bulunan ve imama ayrılmış olan oyuk ya da girintili yer). Sarı kıyafeti ve kendinden emin duruşu ile büyük bir rahleye (kutsal kitabın okunurken konduğu tahta gereç) oturan kadının tasviri oldukça ilginçtir: Tablodaki kadının başının ve göğüs dekoltesinin açık oluşu, doğu dinlerinin kutsal kitaplarının ayaklarının altında olması ve sırtının Kabe’ye dönük durması sebebiyle toplumsal ahlak ve din açısından hassas olan noktalara temas ettiği düşünülmüştür.
Tabloda dini yazıların üzerine basarak bir rahle üzerinde dominant bir pozisyonda oturan ve hamile gibi duran bu kadın figür, farklı açılardan yorumlansa da en açık olan nokta sembolik bir amaç yüklendiğidir. Sanatçı, anlatmak istediği şeyi kadınlık üzerinden anlatıyor belki de kadın üzerine bir söz söylüyordur. Kimi yorumlara göre tablo kadının statüsünün önemini vurgular, yere atılan dini içerikli kitaplar kadının özgürlüğünü engelleyen dinsel baskıları simgelemektedir.
Osman Hamdi Bey Osmanlı kadınlarının da sosyal ve dini baskılardan uzak bir şekilde yaşaması gerektiği inancı sanatçının tablolarından çıkarılabilir. Bu ve benzeri resimleri dikkate alarak muhafazakar kesim Osman Hamdi’yi bir İslam düşmanı olarak görür. Birçokları da Osman Hamdi Bey gibi gerçek İslam’ın bu olmadığını, toplumda kadınlar için uygulanan usullerin gerçeği yansıtmadığını, çarpıtıldığını düşünüyor olabilir ya da tam aksi onu bir düşmanlıkla suçlayabilir.
Kaplumbağa Terbiyecisi

1906 yılında yapılmış Kaplumbağa Terbiyecisi için de benzer yorumlar yapılabilir. Kaplumbağa Terbiyecisinin orijinali İstanbul Beyoğlu’nda yer alan Pera Müzesi‘nde bulunmaktadır. Bu isim tabloya Osman Hamdi Bey tarafından verilmemiştir, süreç içerisinde çok fazla bu şekilde anıldığı ve sanat tarihçileri bu şekilde yorumladığı için bu ismi almıştır.
Kaplumbağa Terbiyecisi’nin 1906 ve 1907 olmak üzere iki farklı versiyonu vardır. İki versiyon arasındaki temel fark, ilk versiyonunda 5, ikinciversiyonunda 6 kaplumbağa olmasıdır. Tabloda mekan Bursa’daki Yeşil Camii’nin 2.katıdır, odanın duvarlarındaki sıvalar ve çiniler yer yer dökülmüştür. Sarıklı dervişin boynunda hayvanları eğitmek için kullanılan çatallı bir sopa, arkasında ise bir ney mevcuttur.

Bu resim 1869 yılında Fransa’da yayınlanan Le Tour De Monde dergisinde yer alan bir gravüre benzerlik gösterir. Gravürde hafif kamburlaşmış yaşlı ve sakallı bir adam tıpkı tabloda görüldüğü gibi kaplumbağalarla meşgul olan çeşitli sesler çıkararak onları eğitmeye çalışır. Osman Hamdi Bey’in bu gravürü gördüğünü onun mektuplaşmalarından bilmekteyiz; 1869’da babasına yazdığı bir mektubunda “Bana yollamış olduğunuz Tour du Monde’u okudum.” demiştir. Gravürden ilham aldığı oldukça açıktır; Osman Hamdi Bey’in betimlemiş olduğu derviş de tıpkı gravürdeki gibi müzik aracılığıyla kaplumbağaları eğitmeye çalışır.
Osman Hamdi Bey’in bu tablosu, özellikle ilham kaynağına dair net bilgilerin olmadığı dönemde, geri kalmış bir toplumu çağdaşlaştırmaya çalışan bir aydının yorgun hâlini anlattığı şeklinde yorumlanmıştır. Kaplumbağaların esin kaynağının, Lale Devrindeki Sadabad eğlenceleri sırasında, hava karardıktan sonra sırtlarına mum dikilerek serbest bırakılan kaplumbağalar olduğu öne sürülmüştür. Bir yoruma göre, birçok kurumu kurmak ve yönetmek görevini üstlenen Osman Hamdi Bey; tabloda kendini terbiyeci, kendi iş yapış biçimine uyum gösteremeyen astlarını ise yemeğe ulaşmaya çalışan kaplumbağalar olarak göstererek, onları hicvedilmektedir.
O, toplumu sanatın bir yolu olan müzikle eğitmeye ve çağdaşlaştırmaya çalışır. Ancak dervişin suratındaki sabırlı ve yorgun ifade bunun sandığından çok daha uzun bir süre alacağını toplumdaki ilerlemenin hızla olamayacağını, yavaş ve küçük adımlarla olacağını anlatmaya çalışır gibidir. O nedenle bu tablo bir eleştiri içerir, Osman Hamdi toplumun çağdaşlaşmaya ve yenileşmeye ne kadar kapalı olduğunu metaforlarla anlatmıştır. Resme dair bir başka detay ise pencerenin üzerindeki yazıdır: Burada, “Şifa’al-kulûp lika’al Mahbub” yazıyordu anlamı “Kalplerin şifası sevgiyle buluşmaktır.” Yani zorlu ve uzun süre alacak değişim sürecinde sanatçı, yapılması gerekenin sevgiyle ve sabırla beklemek olduğunu söylemektedir.
Osman Hamdi Bey, Batıya yönelik çağdaş Türk sanat ve kültürünün biçimlenmesinde, kurumlaşmasında hem bir yönetici ve bürokrat olarak, hem de bir sanatçı olarak değişik açılardan etkili olmuştur. Onun bir kültür adamı olarak etkinliği, anıtsal boyuttaki figürlü kompozisyonlarına, çağdaş Türk resminde kendi türünün ilk örnekleri gözüyle bakılabilir. Osman Hamdi Bey, Tanzimat Dönemi’nin yetiştirdiği bir Osmanlı aydını; resim, arkeoloji, müzecilik, sanat eğitimi gibi kültür-sanat yaşamının farklı alanlarında, bir ömre ancak sığdırılabilecek zenginlikte ve çeşitlilikte katkıları olmuş bir kişiliktir.
Kaynak:
Osman Hamdi Bey: 19.Yüzyılın Türk Müzecisi-Devlet Adamı-Ressamı- Sanat eğitimcisi- Arkeoloğu
Gece Dergi, Kuran Okuyan Kız
Bu İmgeler Ne kadar Gerçek?: Osman Hamdi’nin Tablolarında Kadın Figürleri