Our Flag Means Death Dizi İncelemesi: Efsanevi Korsanlar, Gerçek Aşk

Editör:
Sedef Hızlan
spot_img

Our Flag Means Death’i tanımlamak çok güç. Zira dizi izleyicilerine hem tarihsel bir korsan macerası, hem bir iş yeri komedisi, hem de bir aşk hikayesi sunuyor. Üstelik bunu yarımşar saatlik on bölümde başarıp, aynı zamanda hatırı sayılır boyutta bir hayran kitlesi oluşturduğunu da eklemek gerek.

Bu küçük ama onurlu diziyi sizler için inceledik. Keyifli okumalar!

Başlangıçta: Jenkins “Aşk Olsun” Derse

Her şey David Jenkins’in vizyonu ile başlıyor. Jenkins, tarihten ziyade mitlerden beslenmiş efsanevi korsan Kara Sakal’ın eksantrik Centilmen Korsan ile dostluğunu öğreniyor ve kendine her iyi fikri doğuran şu soruyu soruyor: “Neden?”. Bu soruya verdiği yanıt ise bizlere eşsiz bir öykü getiriyor: “Belki de aşık oldular.” Çoğunluğun güleceği veya hiddetle yargılayacağı bu romantik bakış, Jenkins’in benzersiz senaryo yapısının temelini oluşturuyor.

Bu temel, öylesine ilgi çekici bir senaryo haline geliyor ki, pek tanınmayan bir yazar-yapımcı olan Jenkins, kendisini Hollywood’un gözde isimlerinden Taika Waititi ile çalışırken buluyor. Hem oyuncu, hem yazar, hem de yönetmen olarak son yıllarda muazzam bir başarı kazanmış Waititi’nin çok sevilen dramedi (drama ve komedi türlerinin oluşturduğu melez bir alt-tür) bakış açısı, Jenkins’in aşık korsanlarıyla birleşiyor. Böylece Our Flag Means Death, kaçırılmayacak bir televizyon deneyimi haline geliyor.

Dizinin yapımcılığını üstlenen ve pilot bölümünü yöneten Waititi, aynı zamanda destansı korsan Kara Sakal’a da hayat veriyor. Dizinin tonunu ve kusursuz nüanslarını sergileyen bir diğer öge ise Waititi’nin birçok projede beraber çalıştığı yakın arkadaşı komedyen Rhys Darby’nin Stede Bonnet performansı oluyor.

Perde, eşi ve çocuklarıyla olabildiğince muhafazakar fakat rahat bir centilmen hayatı yaşayan Stede ile açılıyor. Stede’in bu hayatı arkasında bırakıp korsan olmaya karar vermesiyle sakarlıklar ve acemiliklerle dolu macerası başlıyor. Merkezine Stede’in çetin korsan dünyasında yaşadığı gülünç durumları alan dizi, oldukça keyifli ve ilgi çekici bir absürt komedi olarak ilerliyor. Rory Kinnear ve Ewen Bremner gibi usta isimlerin de dahil olduğu muzip kadro ise dizinin tuzu biberi oluyor. Kara Sakal’ın -dizide çoğunlukla gerçek ismi olan Edward “Ed” Teach şeklinde hitap ediliyor- gelişiyle ise hikaye ve Stede’in macerası hiç beklenmeyen yerlere gitmeye başlıyor.

Tür Karmaşası ve Anakronizm: Mizah Aracı mı, Eleştirel Yorum mu?

Our Flag Means Death’in türler arası yaptığı yolculuk tek yönde ilerlemiyor. Aksine, dizinin farklı türlerle etkileşimi karmaşık veya anlamsız bir senaryo yapısından ziyade, içeriğe bambaşka boyutlar katan nitelikte gerçekleşiyor. Bu özellik, Ed’in diziye ve Stede’in hayatına girmesiyle daha belirgin hale geliyor. Ed ve dizinin evrenindeki tek “gerçek” korsan olan dik kafalı sağ kolu Izzy Hands’in, Stede’in gemisindeki varlığıyla hikayedeki asıl çatışmalar su yüzüne çıkmaya başlıyor.

Bu ikilinin varışından önce yer yer Stede’in varoluşsal kimlik bunalımlarını görmüş olsak da, bu anlarda ağır basan tonun dramadan ziyade mizaha yakın olduğunu belirtmek gerek. İlk bölümlerdeki “bir centilmen korsan olmaya kalkarsa” konsepti ve bunun doğurduğu absürt kargaşalar dizi boyunca sürse de, dizinin yaratıcılarının abeslikten öte hedefleri olduğu kısa sürede aşikâr hale geliyor.

Ton dengesindeki değişimin en önemli göstergelerinden biri ise şüphesiz “anakronizm” (tarih yanılgısı) anları oluyor. İlk bölümden itibaren hikayede bariz şekilde o döneme ait olmayan ayrıntılar yer alıyor. Kırklı yaşlarının sonundaki Darby’nin 29 yaşındaki Stede’i canlandırması, tayfasından Oluwande’nin ayağından düşürmediği Crocs’ları, 1717’de geçen dizide ilk kez 1883 yılında yayına giren Pinokyo hikayesinin okunması, her bölgeye ait aksanlar, dönem ile alakası olmayan sözcükler ve kalıpların kullanımı gibi güldüren küçük detaylar dizi boyunca bulunmakta. Fakat anakronizm dizide yalnızca mizahi amaçlı kullanılmıyor. Homofobi, ırkçılık ve toksik erkeklik idealleri başta olmak üzere ciddi sosyal sorunlara yaklaşımda Jenkins ve ekibinin takındığı tavır dizinin en güçlü yanlarından birini oluşturuyor. Our Flag Means Death evreninde bu sorunlar yok değil; aksine bunlar dizinin en önemli temalarını oluşturmakta. Fakat dizinin yaratıcıları öyle bir dünya kuruyorlar ki, çoğu dönem dizisi veya filminde sömürü seviyesine ulaşan apaçık zulüm ve şiddet temsillerini görmüyoruz. Bunun yerine yazarlar, kaygısız bir komedi dizisi olmayı araç olarak kullanarak, karakterlerinin pasif agresyon ve mikro saldırılarıyla hem hiçbir topluluğu aşağılamıyorlar, hem de çok önemli sorunları gündeme getiriyorlar.

1717’de geçen ve kahramanları efsaneyle örtülü gerçek insanlar olan bir hikayenin tarihi belge muamelesi göremeyeceği aşikar. Jenkins ve ekibi de bu belirsizlikten yararlanıp yarattıkları dünyayı daha kapsayıcı ve hoşgörülü göstermeyi seçiyorlar. İzleyici çok net görmese de, dünyanın bildiğimizden çok da farklı olmadığını ortaya koyan karakter ise hikayenin “kötü adamları” Izzy ve Stede’in çocukluk arkadaşı/zorbası Nigel Badminton oluyor. Badminton ve Izzy’nin, Stede ve Ed’e yönelttiği her aşağılayıcı söz, mizah süzgecinden geçip yazarların dikkatli yaklaşımıyla birleşiyor. Bu şekilde dizinin kendisi sömürgeci veya baskıcı bir tavır almadan, Stede ve Ed’i sömürü ve baskı altında göstermeyi başarıyor.

Erkeklik Yıkımları ve Kimlik Meselesi

Dizide aslında tüm yollar buraya çıkıyor: “Erkek olmak” nedir? Bunu kimler belirliyor, kimler dikte ediyor? Ve belki de en önemli soru: “Erkeklikte başarısız olursam ben ne oluyorum?” Absürt bir komedi dizisinde böylesine derin konuların incelenmesi elbet bilimsel bir makaledeki kadar detaylı değil. Our Flag Means Death bu soruların cevabını karakterlerin yolculukları içinde arıyor.

Stede ve Ed’in hem birlikte, hem de ayrı ayrı çıktıkları yolculuklarda toplum tarafından hor görülen ve baskılanan kimliklere sahip olmanın deneyimi ne bu kimlikleri aşağılayıcı, ne de izleyicinin potansiyel ön yargısını küçümseyen didaktik bir şekilde anlatılıyor. Aksine, toplumun “gerçek” erkekten beklentileri, bu beklentileri karşılamadaki dayanılmaz zorluk, bütün bu karmaşa içinde yaşanan kimlik bunalımları ve takılmak zorunda kalınan maskeler, dizinin doğal akışı içinde Stede ve Ed’in kendileri, birbirleri ve etrafındakilerle yaşadıkları çatışmalarla izleyiciye sunuluyor.

Stede ve Ed’in birbirlerini ve bu sayede “gerçek” kimliklerini bulma serüvenleri dizinin kalbinde yer alıyor. Stede’in “meşru” yaşamını korsan hayatının şan, şöhret ve şiddeti için değil, kendini bulma ve gerçekleştirme amacıyla bıraktığını kısa süre içinde anlıyoruz. Ed’in ise “medeni” toplum tarafından kabul edilmeyen, kanun dışı korsan hayatında kendi deyimiyle “boğulduğu” izleyiciye aktarılıyor. İki uçta yaşayan, ilk bakışta alakasız bu iki adam, toplumun iki ayrı kesiminde kendilerine dayatılan kurallar ve kanunlar içerisinde amansız bir mücadele veriyorlar. Stede’in gemisindeki kısa süreli “balayı” dönemlerinde ise bastırdıkları -bastırmak zorunda kaldıkları- gerçek kimliklerini birbirlerinde, birbirleriyle buluyorlar.

Ancak her aşk hikayesinde olduğu gibi, çatışmalar doruğa ulaşınca kalpler kırılıyor. Zira, Stede ve Ed kendilerini bulma ve kabullenme süreçlerinde oldukça farklı noktadalar. Ed’i, meşru toplumu terk etmesinin üstünden uzun süre geçtiğinden ötürü, farkındalık ve saklanma döneminde buluyoruz. Stede ise dizideki hemen her “gerçek” erkek tarafından belirtildiği gibi görünürde daha az şiddete meyilli, daha az maskülen ve daha hassas. Hayatı boyunca Ed’den çok daha farklı bir rol -sert bir korsan yerine kibar bir centilmen- oynaması gerektiği için kendi kimliğinin farkındalığına ulaşması dizi sürecinde gerçekleşiyor. Sezon, kendinin ve aşkının farkına varmış Stede’in Ed’i bulmak için tekrar yollara düşmesiyle sonlanıyor.

Yapı ve Niyet: Gölgelerden Güverteye

Our Flag Means Death, LGBTQ+ topluluğunun, kelimenin tam anlamıyla kırk yılda bir gördüğü bir başarıya ulaşıyor. Bütün bu kimlik meselesi, kayıp iki adamın kendilerini kurtaran yakın dostluğu, dizinin sinematografik ve anlatısal yapısındaki her “acaba?” dedirten romantik detay bu sefer alt metinde kalmıyor.

Dizide, queer izleyicilerin romantizme yönelik çıkarımları yalnızca kenarda köşede kalan, ayıplanan, gülünen, dalga geçilen saçmalıklar olarak görülmüyor. Burada queer izleyici için queer bir hikaye anlatılıyor. Stede ve Ed gerçekten, inkar edilemezcesine aşık oluyorlar. Böylece bu gülünç korsan hikayesi, Stede ve Ed için olduğu kadar, LGBTQ+ topluluğu için de mucizevi bir kurtuluş haline geliyor. Dizinin hayranları da bu mucizeye olan minnetlerini her fırsatta dile getirmekten kaçınmıyorlar. Mart 2022’de yayınlanmaya başladığında adeta bir gecede oluşan hayran kitlesi, dizi hakkında halen her gün methiyeler düzmekte. Elbette hem hayranların, hem de dizi ekibinin hummalı çalışmaları boşa gitmedi ve Our Flag Means Death çok manidar şekilde, 2022’nin Haziran ayında ikinci sezon onayını aldı!

Okyanus, aşık korsanlarımızı nerelere sürükleyecek ilerleyen sezonlarda hep beraber göreceğiz…

spot_img
Ece İstemi
Ece İstemi
The great work begins

Yorum Yap

Yorum girişi yapınız.
Adınızı girin

Anadolu Turnesi: Psikedelik Bir Yolculuğun Sosyolojik Yansımaları

Alternatif rock grubu Venus Music Peace Band'in Anadolu Turnesine dair bir belgesel incelemesi.

Magnum Fotoğrafçısı Elliott Erwitt: Sıradışı Perspektif

Magnum fotoğrafçılarının yeni yazısında Elliott Erwitt'in hayatına ve eserlerine doğru bir yolculuğa çıkıyoruz.

Star Wars Sith’in İntikamı: Bir Trajedinin Epik Kapanışı

Skywalker'ın öyküsü, galaktik düzenin çöküşünü, dostlukların sonunu ve aşkın trajedisini bir kez daha gözler önüne seriyor.

Macbeth Sendromu: Hırsla Yoğrulan Bir Kimliğin Çöküşü

Macbeth Sendromu, bireyin hırs uğruna kimliğini ve vicdanını yitirerek psikolojik çöküşe sürüklenmesini anlatan patolojik bir durumdur.

You’ya Veda: Önceki Sezonda Neler Oldu?

You, beşinci sezonuyla son kez ekranlara gelirken, önceki sezonlarda neler oldu hatırlayalım.

Altı Çizilenlerde Bu Ay: Ahmed Arif | Hasretinden Prangalar Eskittim

Söylenti Edebiyat editörleri, Altı Çizilenler serisinde bu ay, doğum gününde, şiirin aykırı sesi, toplumcu gerçekçiliğin öncülerinden, Türk edebiyatının benzersiz şairi Ahmed Arif'e yer veriyor!

Orta Çağ Avrupası’nda Evlilik, Boşanma ve Eğlence Kültürü

"Ben senin için yaşamayı göze aldım" diyenleriniz varsa, itinayla "Sıkıysa Orta Çağ'da yaşasana" diyebilirsiniz çünkü bu çağda yaşamak sanıldığından çok daha zor.

HBO Max’te İzleyebileceğiniz Yapımlar

İşte HBO Max'te izleyebileceğiniz yapımlar.

Exulansis: Anlaşılamamanın Getirdiği Vazgeçiş

Exulansis, kişinin anlaşılamayacağını düşünerek kendini anlatmaktan vazgeçişini konu alır.

Şahane Hatalar : Kendi Maceranı Kendin Yarat

Sadece hataların sonuçlarına odaklanmak yerine, bu hataların insanları nasıl şekillendirdiğini ve nasıl birer öğrenme fırsatı sunduğunu ele alan sıra dışı kitap: Şahane Hatalar.