Tarihin acılı yankılarının bucaklarca yankılandığı kadim İran topraklarında, küçük bir kız çocuğunun kadınlığa uzanan yolculuğu Persepolis‘te gözler önüne serilir. Onun hikâyesi, akış halindeki bir dünyada gezinmenin ve kaosun ortasında ses çıkarma cesareti bulmanın, dayatıma meydan okumanın ve başkaldırının hikayesidir. Önce çizgi-roman daha sonra animasyon sanatı aracılığıyla sesini bulan Persepolis, bir neslin ruhunu ve bir ulusun mücadelesini dünyaya anlatır. Çarpıcı görselleri, unutulmaz müzikleri ve delici yorumuyla bu film; bir ülkenin ve insanlarının asırlardır asılsız bir ön yargıya kurban gittiğini başkahraman Marjane‘in gözünden açıklar.
Marjane Satrapi, otobiyografik hikâyesini ilk olarak 2000-2003 yılları arasında dört ciltlik bir çizgi roman serisi olarak yazmış ve resimlemiştir. Eserin 2007 yılında filme uyarlanması yine aynı yıl Cannes Film Festivali’nde Jüri ödülü almasıyla sonuçlanmış, işlediği konunun gerçekliğini İran’ın tarihsel ve kültürel geçmişine dayandırmasıyla büyük ses getirmiştir. Filmde kullanılan animasyon stili ve tekniklerinin sosyo-politik bir yorumla harmanlanması ise özellikle cinsiyet ve kimlik bağlamında 1980 İran’ında karanlığa mahkum edilmiş kadınlığa ışık tutar.
Özgürlüğün Bir Bedeli Vardı
“Bir kadın olarak hakkını savunmayı bir an önce öğrenmeli!”
Satrapi, hikâyesini anlatmaya küçüklüğüne dair anılarını geri çağırmakla başlar. Filmin ilk sahnelerinde İran Devrimi sırasında henüz küçük ve asi bir kız olan Marjane’in İran’ın başkenti Tahran’da yaşadıkları topluma nazaran seküler bir hayat yaşayan bir ailenin evinde koşarken görürüz. Eğitimli bir baba ve feminist bir anne tarafından büyütülen Marji, odasındaki Jackie Chan ve Iron Maiden posterleriyle, giydiği kıyafetlerle ve dinlediği müziklerle batı tarzında bir hayat sürer. Fakat evden çıktığı anda İran’ın uçlarında gezinmeye başlar. Çevresindeki kimliklerin, söylemlerin, ilişkilerin ve inançların karmaşıklığında sorgulamayı öğrenir ve küçük yaşında tarihe tanık olmak zorunda kalır.
İslamî bir devrim, totaliter bir rejimin zulmü ve yıkıcı bir savaşa mahkûm olan çocukluğuyla Marji; otobiyografik hikâyesine kara mizah ögeleri yerleştirir. İzleyicinin tanık olduğu sahnelerin tümü Marji’nin zihnindekiler veya anılarıdır. Bir çocuğun bakış açısından sunulan hikâye izleyicileri kendi varsayımlarını sorgulamaya zorlar fakat eser gerçekliği olduğu gibi yapısökümüne uğratır. Çünkü hikâye artık yetişkin bir zihin tarafından perdesiz bir şekilde algılanır.
Marji’nin varlığı filmde bir çocuğun parçası olduğu çevrenin ve koşulların karmaşıklığının kavranamayışı ile hayat bulur. Anlamda yokluk yaşaması, çocukluğunu kullanarak yorum yapmak cesaretini ona veren asıl şeydir. Ailesinin dedikleri mi doğrudur, yoksa öğretmenlerinkiler mi? Gerçekten de öğretmenlerinin dediği gibi Şah’ı Allah mı seçmiştir? Her şeyin sonunda baş başa kaldığı cevaplarla kazandığı bilinç, karanlık dünyanın gerçekliğini özümsemesi için yeterlidir. Fakat önce büyümesi gerekir.
Savaş Sizi Daima Hazırlıksız Yakalar
“O gece Tanrı gelmedi.”
Persepolis’te tasvir edilen katı İran rejimi, 1979 İran Devrimi’nden sonra kurulan İran İslam Cumhuriyeti’dir. Siyasi ve sosyal bir karmaşa dönemi olan İran Devrimi sırasında geçen film, İslam hukuku üzerine kurulmuş olan yeni rejimin şeriat ilkelerine dayalı teokratik bir hükümet kurmayı amaçlamasına başkaldıranların hikayesini anlatır. Tarihsel bağlamını bu kanlı olguya dayandıran film, devrim sırasında yaşanılan olayları keskin bir dil kullanımıyla sosyo-politik yorumlar sunarak irdeler.
Satrapi, İran İslam Cumhuriyeti‘nin baskıcı rejiminin bireysel özgürlükleri ve hakları baskı altına alma biçimlerini eleştirir. Aynı zamanda emperyalizmin ve dış müdahalenin İran’ın siyasî manzarasının şekillenmesindeki rolünün altını çizer. Film, önce küçük bir kızın sonrasında kendi ülkesine yabancılaşmaya mahkûm edilmiş bir kadının gözleriyle izleyicileri dünyalarını şekillendiren güçler hakkında eleştirel düşünmeye ve statükoyu sorgulamaya davet eder.
Amacını tüm katılığıyla gerçekleştirmeye ant içmiş İslam Cumhuriyeti, “cumhuriyet” adı altında insanların birçok özgürlüğünü kısıtlamayı, insan haklarını ihlal etmeyi veya karşıt düşüncedeki insanları canice öldürmeyi yeni ve Tanrı’nın isteğine uygun bir devlet kurmak için kendilerinde hak görür.
Kadınlığı düzeltilmesi gereken bir problematik olarak ele alan bu yeni sistem, hükümetin kadınlar özelinde cinsiyetçi bir politika uygulayarak katı giyim kuralları koymasına, kadınların davranış ve hareketlerinin kısıtlanması gerektiği kanısındadır. Toplum içinde başörtüsü takılmasını zorunlu kılan bu kıyafet yönetmeliği ayrıca kadınların erkeklerle yan yana olmaması gerektiğini, evlilik dışı ilişkileri, alkol tüketimini ve “ahlaksızlık” olarak algılanan davranışları yasaklayan katı ahlak yasaları uygular.
Rejimin güvenlik güçleri, bu yasaların uygulanmasından ve aykırılığın susturulmasından sorumludur. Karşıt düşüncedeki siyasî muhalifler, insan hakları aktivistleri ve azınlık gruplarının üyeleri sıklıkla tutuklanır, işkence görür ve yok yere idam edilirler. Rejim ayrıca kitaplar, filmler ve müzik de dahil olmak üzere sanata ve medyaya getirdiği akıl dışı sansürle ülkedeki düzeni sağlayabileceğini düşünür.
Persepolis, tüm bu kaotikliği başkahramanı Marjane’nin deneyimleriyle resmeder. Hakları için mücadele eden ve tek gayesi özgürce yaşamak olan bir grup insanın direnişi yine ölümle sonuçlanır çünkü diktatörlüğün parmakları muhaliflerin boğazlarını nefesler kesilmeden gevşetmez. İfade özgürlüğü üzerindeki kısıtlamalar ve muhalefetin boğazlanması Marjane ve ailesindeki isyan ateşini söndürmek için yeterli olur çünkü Marjene’in muhalif amcası Anuş, bu sebepten yitip gider.
Böylece ebeveynleri Marjane’i eğitimini bahane ederek, kendi ülkesi dili ve kültürüne yabancı olmakla sonuçlanacağı kişisel sürgününe göndermeye karar verir. Fakat Marjane gittiği yerde tutunamayacak ve bu yolculuktan kendi ülkesinde yabancı olmaya mahkûm olarak geri dönecektir.
Duvarlar Ardında Hayat Bambaşkaydı
“Ama ben onlardan farklıydım. Savaş görmüştüm.”
Tüm şanssızlığına rağmen en büyük şansının İran’da ilerici bir ailede büyümek olduğu görülen ve artık genç bir kız olan Marjane, pek istemese de artık Avrupa’dadır. Fakat kaçtığı savaştan bir başkasına tutulur: yurt dışında yaşayan bir İranlı olarak, yeni bir kültür ve toplumda yabancı olmanın zorluklarıyla yüzleşmek. Artık dil engelleriyle, kültürel farklılıklarla, ırkına ve milliyetine dayatılan ayrımcılıkla savaşmak zorundadır. Bu sebeple Marjane, film boyunca nereye giderse gitsin kalıp duvarların ardına geçemeyen bir yabancı olarak tasvir edilir.
Yabancı olma deneyimi; ırk, milliyet ve kültürel geçmiş gibi birçok faktör tarafından şekillenir. Ortaya çıkan şekil bir kalıba uymaz. Çünkü benlik, kimlik ve aidiyet karmaşası içinde var olma mücadelesindedir. Belki artık ellerinde bombayla üzerine koşan askerler yoktur fakat medyanın delüzyonel algısıyla tüm Avrupa zihniyetine yerleşen rejime yönelik basmakalıp görüşler, İran’daki herkesin terörist ve tehlikeli olduğu yönündedir. Tüm bu yargılar dolayısıyla, Marjane ayrımcılığa ve ırkçılığa maruz kalır. Ve umutsuzlukla anlar ki; baskı her yerdedir, düşmanlıktan kaçılamaz.
Genel olarak Persepolis, bir yabancı olma deneyiminin meşakkatli sürecini ve çoklu kültürel ve sosyal bağlamlarda gezinmenin zorluklarını tüm şeffaflığıyla aktarır. Marjane’in sivri dilli oluşu, İran’dan gelmesi, kurallara göre yemek yememesi bile herkes için bir sorun olur. Âşık olur, aldatılır. Makyaj yapar, yaftalanır. Doğruları söyler, kovulur. Hırsızlıkla suçlanır, kapıya atılır. Talihsizlikle geçen yıllar sonunda sokaklarda beş parasız gezen aç bir yurtsuz olmuştur. Fransa’nın bir bankında donarak ölme tehlikesi geçirdikten sonra ülkesine geri dönme zamanının geldiğini anlar.
Zaten Fransa’ya geldiğinden beri savaşın içinde geride bıraktıkları için duyduğu suçluluk yakasını bir türlü bırakmamıştır. Ne yeterince İranlı olup ülkesinde özgürce yaşayabilmiş, ne de yeterince Avrupa’ya asimile olabilmiştir. Ayıplanmaktan korkup kabul görmek adına Fransız olduğunu söylemesi ise köklerini inkâr etmesinden çok nereden geldiğini hatırlamasına yardımcı olmuştur. Çünkü büyükannesinin sözleri gece gibi peşindedir: “Saygınlığını hep koru ve kendine karşı dürüst ol.”
Ben Marjane, Bir Kadınım
“Eğitimli ve özgür bir kadın olmak istiyordum.”
Genç bir kız olarak ayrıldığı İran’a genç bir kadın olarak dönen Marjane, geldiği gibi ağır bir depresyona girer çünkü Avrupa’da geçirdiği yıllar sonrasında artık İran kültürüne de yabancılaşmıştır. Bir sanat okuluna başlar fakat baskıcı dayatımlara ters düşmediği tek bir günü yoktur. Çatık kaşlarıyla ve asi tavırlarıyla dikkat çeker, çevresindeki kadınlara mücadele gücü verir. İçi susmak bilmeyen milyonlarcasıyla bağımsızlık naraları atar fakat gerçek dünyada bunu gerçekleştirmek için fazlasıyla yalnızdır.
Film boyunca kadınlardan, genellikle özerkliklerini sınırlayan dar bir tutum yelpazesine uymaları beklendiğini görürüz. Sorgulanmayan sosyal normlar ve kültürel beklentiler, kadınlık üzerinden pekiştirilir. Bu normlara uymayan kadınlar ise damgalanarak ötekileştirilir ve şiddete maruz bırakılır. Marjane her şeyin ortasında başörtüsüne karşı çıkar ve erkekler tarafından kontrol edilmeyi reddeder. Ancak meydan okuması onu her zaman riske atar ve rejimin güvenlik güçleriyle karşı karşıya bırakır.
Marjane’ın çocukluğundan beri asi bir karakterinin olması tesadüf değildir. Satrapi’nin hikayesini anlatırken kullandığı güçlü kadın temsilleri, ailenin jenerasyonlarına aktarılır. Çok sevdiği büyükannesi ona yaşarken iyi bir insan olarak kalmasını, köklerini unutmamasını ve hiçbir erkeğe muhtaç olmayışını hatırlatır. Annesi, küçüklüğünden beri bir kadın olarak haklarını bir an önce savunması gerektiğini sürekli vurgular. Marjane ve eserdeki diğer kadınların savunduğu düşünce, kadınların kendi kaderlerini şekillendirme gücüne sahip olduklarıdır. Bu düşünce; kadınları susturan, düşünmelerini dahi yasaklayan bir rejimin devrilmesinin ilk kurşunları olabileceklerini gösterir, kadınları yüreklendirir.
Utancımın ve Devrimin Nedeni Aynıdır
“Bir devrimin başarıya ulaşması için bütün halk onu desteklemelidir.”
Hür ve bağımsız bir kadın olmak uğruna bin kapıdan kovulan, bin cezaya çarptırılan, milyonlar arasında kendine yer bulamayan Marjane, tekrar Avrupa’ya döner. Otobiyografik eserini de burada kaleme almaya başlayan Satrapi, artık hikayesini dünyaya anlatmakla yükümlüdür. Persepolis’le birlikte İran’ın sadece peçe, tiranlık ve bombalarla ilişkilendirilen basmakalıp ve tek boyutlu bir ülke olarak bilinen imajı böylece yıkılmaya başlar. Bunun yerine İran toplumunun gerçekliği birinci ağızdan hem de bir kadının kara mizahıyla, tüm karmaşası ve çok yönlülüğüyle dünyada yankılanmaya başlar.
Satrapi, aslı oldukça dramatik olan bu hikâyeyi kattığı kara mizahla grafikleştirir. Bir çocuğun bakış açısıyla anlatılan olaylar, yaşanılan acının gerçekliğini kanıtlar niteliktedir. Filmde kullanılan animasyon tekniğinin oldukça basit olması ve genelde iki renkten oluşması, olguları net kılarak hikâyeye tanık olanların kendi varsayımlarını sorgulamasını sağlar. Bu sayede alışılagelmiş gerçeklik olduğu gibi ters yüz edilir. Çünkü isyan altındaki varlığın yoklukla olan etkileşimi 89 dakika boyunca oradadır.
Satrapi’nin basıldığı günden bu yana milyonlarca kopya satan eseri, filmiyle on milyonlarcasına ulaşmayı başarır ve bağnaz perdeleri gözlerden bir nebze olsun kaldırmayı başarır. Soluğu boyunlarına takılan ilmekle kesilen binlercesinin sesi Persepolis’le sonsuz olur. Kapıların ardına kilitlenmiş bir neslin gözyaşları kurur, tiz çığlıkları sonunda duyulur. Yersiz yurtsuz kalmış milyonlarca göçebenin anlatmaya çekindiği hikâyesi; söylemeye utandığı kökleri tekrar yeşerir, dalları göğü bulur. Her şeyin hikâye olmak için var olduğu dünyada Persepolis, tüm gerçekleri dehşetiyle yüzlere vurur. Çünkü,
“Bazen gerçekleri kabul etmek çok zordur.”
Yüzyıldır listemde ama izlemedim çünkü korkuyorum izlemeye, gerçekleri kabul etmek zor.
Keyifle okudum, yorum yapmadan geçemedim. Sadece film analizi olmaktan ziyade İran rejimine kısa bir bakış açısı da olmuş.