Jane Austen’in kaydadeğer eserlerinden Persuasion’ın Netflix adaptasyonu 2022’nin sinema gündemlerinden biri oldu. Peki ya bizler bu adaptasyonu ne kadar “ikna” edici bulduk? Sizler için 200 yıldır yaşayan bir yazarın en iyi eserlerinden birinin ne denli modernize edilebileceğini inceledik.
Persuasion (2022)
Başrolde adını Grinin Elli Tonu serisi ile duyurmuş Dakota Johnson’ın ana karakter Anne Elliot’u ve Cosmo Jarvis’in Captain Frederick Wenthworth’ü canlandırdığı film, kadrosunda Henry Golding (Mr. William Elliot), Richard E. Grant (Sir Walter Elliot), Nikki Amuka-Bird (Lady Russell), Izuka Hoyle (Henrietta Musgrove), Mia McKenna-Bruce (Mary Elliot), Nia Towle (Louisa Musgrove) ve birçok ünlü ismi barındırıyor. Peki bu 110 dakikalık metrajda renkli ve kaliteli kadrosuyla Persuasion bizlere neler sunuyor?
Ne bilmeli? Jane Austen’ın Persuasion’ı
Gurur ve Önyargı’yı, Mr. Darcy ve Miss Elizabeth’in sürükleyici ve iz bırakan romantik serüvenini anımsarsanız, Jane Austen’ı dünya klasikleri arasına yerleştiren özelliklerini biliyorsunuz demektir. Austen’ın eserlerinin zamansızlığı, feministliği, ve realist romantizminin 19. yüzyılın sosyoekonomik durumlarını göz ardı etmeden geçmemesi onu özel kılmakta. Bu çerçevede Austen’in son eserlerinden 1817 yazımı Persuasion, oldukça incelikli işlenmiş ve dönemine ayna tutan eserlerinden biri olarak karşımıza çıkıyor. İki yüz yıl sonra bile hala keyifle okunmasının ve izlenmesinin ardında romanlarının dönemin toplumsal sorunlarını dile getirmesi bulunan Jane Austen, sıklıkla kadınların ekonomik bağımsızlığa sahip olmamaları ve bu yüzden sosyal statü ve ekonomik güvenlik çekinceleriyle evliliğe ne denli mecbur olduklarını yorumluyor. Eserleri defalarca ve yıllarca adapte edilmiş yazarımız zamana bu denli meydan okurken, izleyici kitlesinin adaptasyonlarının da romanların orijinalliği ve niteliğini bozmamasını beklemesi oldukça normal. Fakat her üretimin üzerinde kendi çağından izler taşımasına ne kadar izin verilebilir? Görünüşe göre Persuasion’ın 2022 adaptasyonu birçok kritiğin ve izleyicinin dikkatini çekmiş durumda. Emma (2020) ve Gurur ve Önyargı (2005) ile kıyaslandığında, Netflix’in Austen klasiğini “fazla” modernize etmiş olduğunu, hatta eserin büyüleyici ve keyifli sadeliğinin biraz bozulduğunu bile söylemek mümkün.
Carrie Cracknell’in Persuasion‘ı
Neler Oluyor?
Filmimiz Anne Elliot’un, borç içindeki bir ailenin ortanca ve 30’lu yaşlarındaki kızı, ve Elliout’un 8 yıl önce ayrılmaya “ikna” edildiği ama unutamadığı aşkı Frederick Wenthworth hakkında. 19. yüzyılda soylu ya da toprak sahibi biri ile evliliğin bir kadın için sosyal statü ve ekonomik refaha anahtar olduğunu düşünürsek, Anne’in 8 yıl önce neden Wenthworth’ten ayrılmaya ikna edildiğini anlayabiliriz. Yine de asıl senaryo Wenthworth’ün 8 yıl sonrasında zenginliğe ve yüksek sosyal statüye kavuşarak Anne ile tekrar yollarının kesişmesiyle başlıyor. Anne Elliot’un böylesine bir yüzyılda 27 yaşında hala yalnız bir kadın olması halihazırda uygunsuz görülürken, eski duyguları uyandıran bu karşılaşmanın yeniden bir birliktelikle mi yoksa Anne’in diğer karizmatik talibine şans vermesiyle mi sonuçlanacağının filmin olay örgüsünü oluşturuyor olması şaşılır değil. Hikayede narsistik iki kız kardeş, iflasın eşiğinde bile olsa gösterişçiliğini kaybetmeyen bir baba ve maddi imkansızlıklar üzerine sekiz yıldır ümitsizce yas tutulan bir aşk arasında daha akıllı, dinginliği ve sakinliğiyle alımlı kılınan bir Anne görmekteyiz. Bu noktaya kadar asıl esere sadık kalan ve görkemli sinematografisi, kostümleri ve renkli kadrosuyla bizlere keyif veren film, yakın gözlüğü taktığımızda Netflix’in modern adaptasyonuyla şaşırtan ve zaman zaman göze batan bir senaryo ve yapım hatalarıyla karşımıza çıkıyor.
Neler Olmuyor?
Anne Elliot’ın ekrandaki başarısız portresi görünüşe göre yalnızca oldukça genç ve güzel Dakota Johnson’ın romanda otuzlu yaşlarında evde kalmış, solgun ve güzelliğini yitirmiş bir kadın olarak tasvir edilen Anne’i canlandırmasının uygun görünmesinde değil, senaryodan da kaynaklı. Austen’in akılda kalan, okuyucuda büyüleyici bir etki bırakan özgünlüğüyle naif ve güzel cümlelerini Instagram’da rastlayabileceğiniz popüler sloganlara ve ifadelere indirgeyen bir senaryo mevcut. Phoebe-Waller Bridge‘in Fleabag’de yaptığı gibi Anne de dördüncü duvarı yıkıp seyirciyle etkileşim kurmakta. Bu zaman zaman samimi ve zevkli gelse de total seyirci kitlesini ve rağbeti düşünülerek yapıldığı aşikar. Bridgerton’un benzer özelliklerle ne denli kâr güttüğünü düşünürsek, Persuanion’ın daha çok Z jenerasyonuna hitap etmesi için yapıldığı söylenebilir. Kostümler, mekanlar ve aktörlerin yeteneği oldukça keyif verici. Fakat senaryo maalesef ki ne Austen’in ne de oyuncuların hünerlerini hakkıyla ortaya çıkarmalarına izin vermiyor.
Yapım bir Austen klasiğinden ziyade Bridget Jones’un Günlüğü (2001) ile benzerlik taşıyor. Dakota Johnson’ın şişeden içmeyi tercih ettiği kırmızı şarabı, her fırsatta küvette ve yatağında günlerini geçirdiği ağlama seansları ve kaybettiği aşka dair duyduğu kederini bilindik, özgün olmayan, “ex”, “playlist” gibi milenyal diyaloglar ile göstermesi Austen’in ağırbaşlı Anne’inin meziyetine çok da uymuyor, bu yüzden 19. yüzyıl kadınına ve gerçekliğine ayna tutma kalitesine de erişemiyor
Öte yandan, Cosmo Jarvis’in bir hayli çekici olmayan canlandırmasına bir de Gurur ve Önyargı‘nın Mr. Darcy’sinden sonra göz atıldığında, Anne’in Wenthworth ile olmasını çok da arzulamak, üzerine düşünmek olası değil. Anne ve Wenthworth’ün birlikteliklerini Elizabeth ve Darcy’ninki kadar mumla aramıyoruz. Sekiz yıllık yoksunluk ve karşılaşmanın normalde yaratması gereken bir heyecan olmasına rağmen, film boyunca senaryoda bu heyecan neredeyse hiç romantik bir gerilimle yansıtılmıyor. Dolayısıyla, Anne Elliot’ın “ikna” edilmesi üzerine bu kadar yıl matem tutmasının sebebi anlaşılabilir değil.
Genel olarak film bir vicdan azabı ya da pişmanlıktan kaynaklanan bir drama çerçevesi içinde şekillenmemiş. Asıl konu Anne’in yıllar önce aldığı bir karardan duyduğu pişmanlık ve bu acıyla yüzleşmesi iken bu ızdırap izleyiciye başarılı bir şekilde iletilebiliyor gibi görünmüyor. Tam tersine, seyirciyle yaptığı hoşbeşlerden ve dönemine göre kaba olarak algılanacak absürt hareketlerinden kaynaklı olarak, hüzünden ziyade güldüren bir tavır takındığını söyleyebiliriz.
Böylece karşımıza 21. ve 19. yüzyıllar arasında bir yerde sıkışmış, komedi ve drama arasındaki dengeyi koruyamamış olan filmimiz, derin, ilginç ve katmanlı karakter kurgularından yoksun (özellikle başroller), iddia ettiği dokunaklı romantizmi ve sevgiyi hissettiremeyen bir eser haline bürünüyor.
Nereden Nereye?
Yine de, Persuasion’ın bu adaptasyonuna Austen’in modern yorumlarından biri veya klasik, realist ve nitelikli bir eser olarak bakmak yerine daha çok Austen’in yazımına olabildiğince bağlı kalmaya çalışmış, harika oyuncular, peyzaj ve kostümlerle bezenmiş bir romantik komedi olarak yaklaşırsak, bu dönem filminin tadını çıkarabiliriz. Hatta hedef kitlenin Z jenerasyonu ve benzeri bir izleyici kitlesi olduğunu düşünürsek, adaptasyonun bu kitleye Austen’in dilini eğlendirici ve kolay sindirilebilir bir şekilde takdim ettiğini bile düşünebiliriz.
Romantik komedi ya da dönem filmi, Persuasion gelecek yıllardaki adaptasyonları çarpıcı yönleri sayesinde oldukça etkileyeceğe benziyor. Bununla birlikte, her jenerasyonun Austen’i farklı yönlerden algılayabilmesi ve yorumlayabilmesi, her halükarda Jane Austen’in unutulmaz yazımını, karakterlerini ve benzersiz yeteneğini ortaya koyuyor.