Korku türünün en unutulmaz karakteri hiç kuşkusuz Kont Dracula’dır. Bram Stoker’s Dracula olarak anılan 1987 tarihli roman, edebiyatın olduğu kadar beyaz perdenin de en ikonik karakterlerinden birinin yaratılmasına yol açmış oldu. 125 yıl boyunca, içinde elmas gibi parlayan vampirlerin de olduğu, ilhamını Dracula’dan alan sayısız film uyarlaması gördük. Bela Lugosi ve Christopher Lee gibi isimlerle kalıcı bir iz bırakmış olan Dracula, şimdi Nicolas Cage’in yorumuyla tekrar karşımıza çıkıyor. Ancak bu kez film Karanlığın Efendisi Dracula’ya değil, onun hizmetkârı olan R.M. Renfield’a odaklanıyor.
Eş Bağımlı Familiar Renfield Kimdir?
Familiar kelimesi cadılar için kendisine bir aile üyesi kadar yakın olacak eşlikçisinin seçilmesinden gelir. Familiarlar, genellikle bir cadının refakatçisi olarak hizmet eden küçük evcil hayvanlardır. Familiar olarak adlandırılan bu refakatçiler, Dünya’da bir hayvan şeklini alan bir nevi spiritüel rehber gibidir. Onlar, sihir konusunda cadılara yardım etmek için gönderilir. Cadıların sadık muhafızları ve koruyucularıdır. Dracula, bir cadı olmamasına karşın Renfield’i kendi Familiarı, yani hizmetkârı seçer.
Renfield, orijinal olarak Stoker tarafından, bir İngiliz akıl hastanesinde yaşam güçlerini emmek umuduyla böcek ve kuş yiyen, sanrılı ve “hastalıklı derecede heyecanlı” bir hasta olarak yazılmıştır. Dracula ona ölümsüzlük sözü verir. Renfield’in akli dengesi yerinde değildir ve roman boyunca Dracula’nın kendisine verdiği böcekler ile hayatta kalır. Dracula’ya sinsi işlerinde yardımcı olur. En önemli görevlerinden biri de Mina Harker’ın vampire dönüşmesini sağlamaktır. Karakterin ikonografisi Dracula’nınki kadar geniş olmayabilir. Fakat yine de Renfield akıl almaz maskaralıklarından ürkütücü gülüşüne kadar birden fazla şekilde iz bırakmış bir karakterdir. Onsuz Dracula asla bu kadar başarılı olamazdı. Yani diyebiliriz ki her büyük vampirin arkasında, onun emirlerini yerine getirmeyi bekleyen bir Renfield vardır. Renfield karakteri zamanla o kadar popüler oldu ki, psikolog Richard Noll, klinik vampirizm veya vampir kişilik bozukluğu olarak da bilinen “Renfield Sendromunu” bir terim olarak kazandırdı. Bu terim, Renfield’ın ideolojisini ve kişiliğini taklit eden veya kendilerini vampir olarak hayal eden bireyleri ifade etmekte kullanılır.
Toksik İlişkiler
Pek çok kez korku filmlerinin ciddi tonunun, mental hastalıklar için alegori olarak kullanıldığını gördük. Bunun en net örneğini Pet’s Semetary filminde görürüz. Renfield, günümüzde sıkça karşımıza çıkan bir konuyu ele alıyor ve bunu hayatını kolaylaştırmak için travmalarıyla dalga geçen insanlar gibi işliyor. Bir asırlık korku hikâyesinin revize edilerek hiciv formatında karşımıza çıkması fikri ise oldukça iyi bir temel sunuyor. Başta göze Kazıklı Voyvoda’nın yani Ölülerin Efendisi’nin yer aldığı yeni bir korku filmi olarak gelse de aslında Renfield, günümüzde sıkça karşılaştığımız bir konu olan kişinin kendini keşfetmesi hakkında bir hikâye sunuyor. Renfield, destek grubuna girdikten ve hayatını yeniden şekillendirmeye başladıktan sonra duvarında pozitif olumlamalar olduğunu görüyoruz. Günümüz dünyasında olumlama yaparak kendi benliğimizin farkına varmak ve onu korumak, herkese sıklıkla tavsiye edilen bir alışkanlık. Yine bu noktada, Renfield efendisinden kaçtıktan sonra ve birey olma mücadelesine çıktıktan sonra bile, tekrar karşılaştıklarında boynunu bükmek durumunda kalıyor. Çünkü o bir eş bağımlı. Buna rağmen on yıllarca süren umutsuzluğun ardından Renfield yalnızca hayatında olup biten her şeyi düzeltmeye hazır zavallı bir adam. Yani ölümsüz bir efendisi olsa da, kendisinin böcek yedikten sonra kazandığı süper güçleri olsa da, Renfield da katıldığı terapi seanslarındaki herkes kadar gerçek bir problemle başa çıkmaya çalışıyor.
Film, sadist Dracula’nın bir avukat olan Renfield’ı ilk olarak nasıl tuzağa düşürdüğünün ve onu efendisinin emirlerini yerine getirmesi karşılığında kendisine ölümsüzlük verileceği konusunda ikna ettiğinin ayrıntıları üzerinde fazla durmuyor. Fakat film başladığı andan itibaren, Renfield’ın ölümsüz efendisinin öbür dünyadan gelen esareti altında olmasaydı hayatının nasıl olacağını merak ettiğini gösteriyor. Renfield, aniden vicdanını dinliyor ve patronunun bir tür narsist olabileceğine dair bir şüpheye kapılıyor. Renfield kendisini Dracula’dan kurtarmak için ne kadar çabalarsa çabalasın, tekrar hizmet etmeye hazır bir şekilde emekleyerek geri dönmesi ise film boyunca daima bir an meselesidir. Ancak Renfield, narsistlerin en büyüğüne karşı başarılı bir savaş veriyor.
Narsistler, hayatlarında bir şeylerin eksik olduğunu hisseden ve karşılığında onlara bir tür amaç vermeyi vaat eden bireyleri hedef alırlar. Narsistin kurban olarak seçtiği kişi; zamanını, enerjisini, parasını, sevgisini ve elinde olan diğer her şeyi bu kişiye adar. Bütün bunları karşı taraftan birtakım iyi sözler duymak için yapar. Narsistler, gaslighting ustalarıdır. Kurbanlarını nasıl ellerinde tutmaları gerektiğini iyi bilirler. Onlara değersiz hissettirirler ve sürekli kendilerine minnettar olmaları gerektiğini söylerler. Kurbanın, sürekli bu kişiye muhtaç olduğu küçük bir döngü tekrarlanıp durmaya başlar. Klasik Dracula hikâyesine bakıp bu fikri ona adapte etmek ise çok zekice. Dracula’ya bir asır boyunca hizmet etmek, elinde olan her şeyi kendisini tanrı sanan birine vermek, bu fikri hayata geçirmek için oldukça iyi bir temel sağlıyor. Narsistler, kurbanlarının benlik algılarına saldırırlar ve kim olduklarını bilemeyecekleri bir hale getirirler. Çünkü narsistlerin kurbanları tüm benliklerini hayatlarındaki narsiste göre düzenlemişlerdir. Dracula da Renfield’a tam olarak bunu yapıyor.
Renfield İzlenmeye Değer Mi?
Harika bir ekiple çıkabilecek işi düşündüğünüzde ve sonuç bunu karşılamadığında hüsrana uğramanız oldukça olağandır. Karakterlerin modernize edilmesi ve günümüz hayatının süregelen bir problemi ile bir araya getirilmesi iyi bir dokunuş sunuyor. Nicolas Hoult’un cazibesinden öte elimizde içinde Dracula kanı taşıyan Nicolas Cage var. Renfield, Nicolas Cage’in kariyeri için bir geri dönüş olarak lanse ediliyor. The Unbearable Weight of Massive Talent filmindeki performansını yadsımadan bunun doğru olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü film hoşunuza gitsin veya gitmesin, gerçek olan tek bir şey var: Nicolas Cage, Dracula’yı oynamak için doğmuş. Kendi kuşağının en parlak oyuncularından biri olan Nicholas Hoult ise, Renfield’i yeniden yorumluyor. Hoult’un ellerinde bu karakter adeta bir süper kahramana dönüşüyor.
Bu çok iyi ikiliye ne yazık ki Awkwafina eşlik ediyor. Her filmde olduğu gibi burada da oynayabildiği tek karakteri oynuyor, kendisini. Kötü bir oyuncu olmasının yanı sıra, kötü yazılmış bir karaktere hayat veriyor. Renfield ile aralarında hiçbir dinamiğin söz konusu olmadığı bir polisi canlandırıyor. Bu karakter ise, konum için satın alınmış polislere karşı duran ve babasının yolunu izleyen bir polis olmak gibi klişe bir hikâyeye sahip. Yazarlar bu karakterin hikâyeye hiçbir şey katmayacağını bildikleri için, ikiliyi ilk görüşte aşık etmeye karar vermişler. Fakat bu da işe yarayan bir sonuç doğurmuyor. Teddy Lobo ve annesinin mafya imparatorluğu, dövüş oyunundan çıkmış keyifli sahneler yaratmak dışında atıl kalıyor. İyi yazılmamış ve sadece finaldeki konumları düşünülmüş karikatürize kötüler olarak filmde yer alıyorlar. Tüm bunların dışında film, izleyicinin mesajı anlamayacağını düşünerek kendi temalarını sürekli tekrarlıyor. Yani günün sonunda elimizde harika bir fikir, harika iki başrol, eğlenceli 93 dakika ama ne yazık ki daha iyi olabileceğini düşünerek üzüldüğümüz bir film kalmış oluyor. Bütün bu günahlara baktığımızda filmin potansiyelinin ne kadar büyük olduğunu görebiliyoruz. Yine de filmi bir şey beklemeden izlediğinizde size keyifli bir 93 dakika sunuyor. Bu yüzden izlenmeye değer bir film olduğunu söyleyebiliriz.
The Dark Universe Planları
Son yıllarda ortak evrenler kurmak ve bu sinematik evrenleri genişleterek bir filmografi oluşturmak oldukça popüler. Universal Monsters Cinematic Universe adlı Van Helsing, Dr. Jekyll and Mr Hyde, Invisible Man gibi ikonik karakterleri içeren bir başka evren kurma girişimi ise henüz ilk adımında başarısızlığa uğramıştı. Bu evren fikri, 2017’de The Mummy’nin yeniden çekimi gişede beklenileni vermediği için başarısızlıkla sona ermişti. Fakat şanslıyız ki, stüdyo klasik canavarlarından vazgeçmedi. The Shape of Water, The Invisible Man ve Renfield’ın vizyona girmesi, The Dark Universe‘ü diriltmek için başka bir formül olduğunu kanıtladı. Bu formül, düşük bütçeyle çekilmiş ve karakteri yeni bakış açılarına sahip bağımsız filmlerle sunmakta yatıyor.
Kişiler arası veya daha doğrusu türler arası ilişkilere odaklanan bu filmler, canavarlarının kendi gerçekliklerinin daha insani yanlarını kucaklamasına izin verirken aynı zamanda izleyicilerin onları daha rahat görselleştirmelerine yardımcı oldu. Chris McKay, Renfield’ı Universal Monsters Cinematic Universe konseptinin ikinci bir şansı olarak görmediğini belirtti. Yine de evrene dair yeni filmler için yeşil ışık yakıldı. Renfield, Universal evreninin neresine düşerse düşsün, ekibin orijinal içeriğe olan sevgisi her yaratıcı seçiminden zaten belli oluyor.
Kaynaklar
“This Blood Lust Disorder Is Really An Old Prank Gone Wrong”. Thedailybeast. Web. Adam Kovac. 14.04.2023
Dark Universe: All the Canceled Films Planned. movieweb. Web. Richard Fink. 28.04.2023
“The Give and Take Between Narcississtic and Codependent Personalities”. Psych Central. Web. Marissa Moore. 11.06.2021
“Animal Familiars History”. Study. Web. Hannah Kemp. 14.01.2023