İçimizdeki Şeytan Sabahattin Ali’nin en sevdiğim eserlerinden biri. Genelde Sabahattin Ali denilince akla ilk ”Kürk Mantolu Madonna” gelir ama benim için ilk sırada İçimizdeki Şeytan var.
”Büsbütün başka bir hayat, daha az gülünç ve daha çok manalı bir hayat istiyorum. Belki bunu arayıp bulmak da mümkün… Fakat içimde öyle bir şeytan var ki… Bana her zaman istediğimden büsbütün başka bir şey yaptırıyor. Onun elinden kurtulmaya çalışmak boş… Yalnız ben değil, hepimiz onun elinde bir oyuncağız.”
Eğer Sabahattin Ali bir yaratıcı olsaydı, kutsal kitabı kesinlikle İçimizdeki Şeytan olurdu. Çünkü bazen, yalnızken veya kalabalıklar içinde, kendi kendimize kaldığımız anlarda canı sıkılan içimizdeki şeytan kulağımıza bir şeyler fısıldar. Her çıkmaza girdiğimizde yaptıklarımızdan ve söylediklerimizden hep içimizdeki şeytanı suçlarız. Ama farkında mıyız, o şeytan aslında içimizdeki bizden başkası değil. Sanki karşımızda başka bir insan varmışcasına kendimize kızarız, ama içimizdeki bizi suçlamayı da asla bırakmayız.
”İçimizde şeytan yok.. İçimizde aciz var… Tembellik var.. İradesizlik, bilgisizlik ve bunların hepsinden daha korkunç bir şey: hakikatleri görmekten kaçmak itiyadı var.”
Romanda Macide ve Ömer adında iki önemli karakter var. Bu iki karakterin yanı sıra Ömer’in çevresindeki entelektüel olma çabasında olan ve bunun gücünü kullanan, her an birbirlerinin kuyusunu kazmaya hazır ve kendilerini ancak karşısındaki insanın ayağı kaydığında iyi hisseden, dostlarım dediği insanlar bulunur.
”Hayatta hiçbir şey, uğrunda ölmek için istenmez. Her şey yaşamamız için olmalıdır.”
Kitabın bütününe baktığımızda karakterlerin iç konuşmaları, kendileri ile hesaplaşmaları, duyguları çok başarılı bir şekilde anlatılmış. Toplumsal gündemin kişilikler üzerindeki baskısını ve güçsüz insanın kapana kısılmışlığını öyle bir anlatmış ki Sabahattin Ali, okurken bizi adeta kendimizle yüzleştiriyor, küçük yaramaz çocuklar gibi kendi kendimize kızarıp bozarıyoruz.
”Demek hayat böyle iki adım ilerisi bile görülmeyen sisli ve yalpalı bir denizdi.”
Sabahattin Ali, kadın ruhundan çok iyi anlayan bir yazar. Macide’nin bir kadın olarak neler hissettiği ve neler düşündüğünü okuyucuya çok iyi aktarmış eserinde. Sadece kadın ruhunu değil, kadın-erkek ilişkilerinin en büyük sorunu olan iletişimsizliğin sonuçlarını da gösteriyor bize.
”Hiçbir insan seven bir insan karşısında alakasız olamaz.”
Ömer’in Macide hakkındaki derin düşünceleri, kafasında kurduğu ve inandığı tüm yanlışlar ancak konuşarak çözülebilirdi ama Ömer konuşmayı tercih etmedi Bunun sonucunda ortaya çıkan anlaşmazlık ve kıskançlıklar da neredeyse ideal bir ilişkiyi baltalayıp bitirdi. Kitabın sonunda da Ömer onca yaşanmışlığı geride bırakıp gitti…
”Günün birinde ya çıldıracağız, ya dünyaya hakim olacağız.”
Çok yakın zamanda okuduğum ve insan ruhunu işleyiş biçimine aşık olduğum bir eser. İnsanın sorumluluktan kaçma çabasını Ömer’in karakterinde alaycı bir dille anlatan Ali, ilk başta saygı duyduğumuz ve iyiliğinden şüphe etmediğimiz bir karakterin iradesizlik ve acizliğini gözler önüne serip bizi ondan soğuyabiliyor. Zamanının sözde aydınlarının yozlaşmış taraflarını ve ikiyüzlü, çelişkili taburlarını da dediğiniz gibi Ömer’in çevresinden görmek mümkün. Kitaptaki diğer bir önemli karakter ise şüphesiz Bedri, hiçbir göz boyası tarafından aldatılmayan, Macide’nin geçmişinden çıkıp gelen bu iyi yürekli dost, hem Ömer’in çevresinin hem de çok sevdiği dostu Ömer’in bütün kusurlarını görerek diğer karakterlerden daha gerçekçi bir algı yapısına sahip. Karakterlerin etkileşimleri ve zaman içinde gelişen olayların etkisi ile değişen dinamikler ve karakter yapıları hem romanın karakterlerini, hem de okuru insan ruhunun acizliği hakkında düşünmeye itiyor.