Şahsiyet’teki Şiirlerin Derin İzleri: Hafızalarda Yankılanan Dizeler

Editör:
Sena Yiğit, Eyüp Can Gürer
spot_img

Şahsiyet dizisi, 2018 yılında seyirciyle buluşmasına rağmen, damga vuran birçok unsuru ile Türk dizi tarihine etkili bir şekilde kazındı. Dizi, suç ve gerilim dozu yüksek olan hikâyesinin yanı sıra, karakterlerin duygusal ve ruhsal dünyalarını yansıtan şiir alıntılarıyla da dikkat çekti. Edebiyat ile görsel sanatın etkileyici bir şekilde harmanlandığı dizide, şiirler yalnızca sahnelerin atmosferini desteklemekle kalmadı; aynı zamanda karakterlerin iç çatışmalarına, pişmanlıklarına ve umutlarına da ayna oldu. Dizide kullanılan şiirler, sadece birer edebî alıntı olmanın ötesine geçerek hikâyenin ruhuna işleyen ve izleyiciyi karakterlerin içsel dünyalarına çeken birer köprüye dönüştü. Bu şiirler, karakterlerin kırılganlıklarını, travmalarını ve hayat karşısındaki duruşlarını güçlü bir şekilde yansıtarak hikâyeye derin bir anlam kattı. Bu bağlamda dizinin hem edebî hem de sinematografik anlamda bir başyapıt olarak anılmasında, bu şiirlerin işlevselliğinin ve etkileyiciliğinin önemli bir rol oynadığını söyleyebiliriz. Bu yazımızda Şahsiyet dizisinde geçen şiirleri inceliyoruz.

Turgut Uyar – “Göğe Bakma Durağı”

Agâh ve Zuhal | dergycom

Turgut Uyar’ın Göğe Bakma Durağı şiiri, modern Türk şiirinin önemli örnekleri arasında gösterilir. Kısa dizelerle yoğun bir duygusal atmosfer yaratırken, imgeler üzerinden insanın varoluşsal sorgusuna derinlik katar. Şiir, sıradan insan yaşamının sıkışmışlığına ve onun içindeki kaçış, umut ve yeniden başlama arzularına odaklanır. Göğe Bakma Durağı ile Turgut Uyar, şiirin sesini kullanarak, insanlara güçlü bir çağrı yöneltmiştir: “Göğe bakalım.”  Bu çağrı, sadece fiziksel bir eylem önerisi sunmaz; insanın hayatta durup düşünmesini, içsel bir sorgulama yapmasını, maddi dünyanın karmaşasından uzaklaşarak ruhunu arındırmasını da temsili eder. Bireyin günlük hayatın tekdüzeliği içinde kaybolduğu bir çağda, göğe bakmasıyla hem bir özgürleşme ihtiyacını hem de insanın kendini yeniden keşfetmesini, tekrarlı ezgi gibi kullanarak, okuyucunun zihin dünyasında hatırlatır.

“Göğe bakmak”, yukarıya, bilinmeyene, doğru bir bakışı ima eder; gökyüzü burada özgürlüğün, sınırsızlığın ve sonsuzluğun bir sembolü olarak temsil edilir. “Durak” kelimesi, bir bekleme, duraksama ve hareketsizlik hissi uyandırırken, aynı zamanda bir geçiş noktasını, hareketin başlaması için bir fırsatı temsil eder. Bu ikili yapı, şiir boyunca süregelen bir gerilim ve dinamizmin habercisidir: hem sabit bir yerde durmak hem de o yerden uzaklaşma arzusu… Özünde bu şiir, sıradan bir insanın, kaos içindeki modern dünyada olan içsel parçalanmışlığını ve insanı kaybolmuş anlam arayışını, bir tür kaçış özlemini sembolik bir “durağa” odaklanarak betimler. Bize, o “durak”ta hayattan bir nefes aldırır o nefesle yeniden hayatı göğüsleme cesaretini verir.

Şahsiyet dizisinde Turgut Uyar’ın Göğe Bakma Durağı şiirinin kullanımı, dizinin melankolik, derinlikli ve insani boyutlarını anlamada oldukça etkili bir yer tutar. Şiir, hem bireysel hem de toplumsal çatışmaların işlendiği diziye, ruhani bir katman ekler. Dizinin başkarakter olan Agâh Beyoğlu’nun, alzaymır hastalığıyla yüzleşmesi ve hayatla kurduğu bağın giderek silikleştiği anlarda, şiir sembolik bir anlam kazanır. Agâh’ın hafızasının yavaş yavaş yitmesi, aslında gökyüzünün sonsuzluğu karşısında insanın kırılganlığını anımsatır. Şiirdeki “Göğe bakalım” vurgusunu karakterin iç sesinde duymak, unutuşa teslim olmamak için direndiği ve her defasında kendini yeniden hatırlamaya çağırdığı bir imge işlevi görür.

Durma kendini hatırlat 

Durma göğe bakalım” (s. 27)

Turgut Uyar’ın bu umut dolu şiiri, dizinin karanlık atmosferine rağmen umut ışığı yakılan sahnelerde kullanılmıştır. Özellikle Agâh ve kızı Zuhal’in sahnelerinde, iki insanın sadece göğe bakarak bile yeniden anlamlı bir bağ kurabileceğini hissettirmiş, geçmişte yaşanan kırgınlıkları bir kenara bırakarak mutluluğu paylaşabildikleri anlarda işlenmiştir. Bu, izleyiciye basit olanın yüceliğini savunan bir bakış açısı kazanmıştır.

“İkimiz birden sevinebiliriz, göğe bakalım.

Şu kaçamak ışıklardan şu şeker kamışlarından

Bebe dişlerinden güneşlerden

Hiçbirine benzemesin.” (s. 27)

Orhan Veli Kanık – “Anlatamıyorum”

Nevra | keyfisanatcom

Orhan Veli Kanık’ın Anlatamıyorum şiiri, insanın duygularını ifade etme çabasındaki başarısızlığını ve dilin sınırlılıklarını çarpıcı bir şekilde ele alır. Şiir, çok kısa ve yalın bir yapıya sahip olmasına rağmen, insanın ruhsal karmaşasını, ifade yetersizliğini ve iletişim kurma çabası içindeki çaresizliğini o kadar kuvvetli bir şekilde yansıtır ki, okuyucuyu derin bir düşünce ve duygu denizine sürükler. Şairin “Anlatamıyorum” sözüyle ifade etmeye çalıştığı, herkesin bir noktada tanık olduğu o kaçınılmaz gerçekliktir: Sözcükler bazen yetmez, dil susar ve insan hissettiklerini anlatamamanın yüküyle baş başa kalır…

Anlatamıyorum, aynı zamanda modern insanın yalnızlığını ve iletişimsizlik sorununu da yansıtır. Özellikle modern toplumda insanlar, duygularını paylaşmak, anlaşılmak ve anlam bulmak ister. Ancak bu istek, çoğu zaman bir duvara çarpar; insanın kendini yalnız ve kopuk hissetmesine neden olur. İşte bu noktada Orhan Veli, çaresizliği, hem bireysel hem de toplumsal bir düzlemde ele alır. Yalnızca bir şairin içsel dünyasını değil, aynı zamanda herkesin hissettiği ama bir türlü dile dökemediği ortak duyguyu şiirinde işlemiştir.

Şahsiyet dizisinde Anlatamıyorum, Nevra karakterinin içsel çatışmalarının yoğunlaştığı sahnelerde duygusal bir fon yaratır. Geçmişin travmalarıyla yüzleşirken ne hissettiğini tam olarak aktaramayan Nevra’nın, özellikle sorunlu aile ilişkisi ve çevresiyle kurduğu kopuk iletişim, bu şiirin ruhuyla örtüşür. Şiirin:

“Ağlasam sesimi duyar mısınız,

Mısralarımda;

Dokunabilir misiniz,

Gözyaşlarıma, ellerinizle?” (s. 60)

dizeleri, Nevra’nın kendi içine kapanarak bir çözüm bulmaya çalıştığı anlarda izleyiciye onun yalnızlığını yoğun bir şekilde hissettirir.

Öte yandan, Anlatamıyorum şiiri, Agâh Beyoğlu’nun alzaymır teşhisi almasıyla birlikte hatıralarını kaybedeceğini ve kimliğinin yok olacağını bilmek, onu hem zamana hem de kendine karşı bir yarış içine sokar. Bu noktada Anlatamıyorum şiiri, onun tüm hayatını ve zihnindeki karmaşayı anlamlandırma çabasını derinleştiren bir araç olmuştur. Yine Agâh’ın, son bölümlerde, yaşadığı içsel hesaplaşmaları derinleştirmek ve izleyicinin onun ruh hâlini daha iyi anlamasını sağlamak amacıyla da kullanılmıştır.

Edip Cansever – “Mendilimde Kan Sesleri”

Agâh Beyoğlu | IMDb

Edip Cansever’in Mendilimde Kan Sesleri şiiri, bireyin iç dünyasındaki kırılganlıkları, toplumsal gerçeklikle birleşen kişisel duyarlılıkları ve yaşadığı ruhsal çatışmaları derinlemesine ele alan bir yapıya sahiptir. Şiir, günlük bir nesne olan “mendil”in simgesel bir hâle getirilmesiyle başlar ve bu nesne üzerinden hem bireysel hem de toplumsal bir hikâye anlatılır; mendildeki “kan sesi” imgesi, şairin belleğinde yer eden acıları, kayıpları ve huzursuzlukları çağrıştırırken, aynı zamanda toplumsal çürüme ve bireyin bu çürümeye tanıklık edişi arasında bir köprü kurar. Şairin, bir yandan içsel monolog kurarak kendini keşfetmesi, diğer yandan çevresel bir farkındalıkla insanlık durumlarını ele alması, şiirin derinlikli yapısını oluşturur. Böylece, Mendilimde Kan Sesleri, insanın hayatta kalma mücadelesi, dayanıklılığı ve aynı zamanda bu mücadele içinde kaybolan masumiyetine bir eleştiri niteliğindedir. Bireysel ve toplumsal trajedi arasında dolaşan güçlü bir metin olarak, okuru kendi varlığını ve yaşadığı dünyayı sorgulamaya davet eder.

Şahsiyet‘in karanlık polisiye yapısı içinde Mendilimde Kan Sesleri şiirinin varlığı, şaşırtıcı olmadığı kadar da isabetlidir. Şiir dizide işlenen cinayetlerin, hataların ve unutulduğu zannedilen sırların ortaya döküldüğü anlara duygusal bir paralellik sunar. Özellikle Agâh’ın, bir cinayet işledikten sonra geçmişiyle yüzleştiği sahnelerde, fonda şiirin dizeleri duyulur:

“… bir mendil niye kanar?

Diş değil, tırnak değil, bir mendil niye kanar?

Mendilimde kan sesleri.” (s. 619)

Dizinin senaristi Hakan Günday, Edip Cansever‘in bu etkileyici şiirini dizide kullanarak, şiirin devamında şu pasajı da eklemiştir:

“…

İnsan bir kere sever,

Bir kere ölür, niye kanar?”

Böylece suçun ve pişmanlığın izleri, şiirin metaforik diliyle örtüşerek, derin bir bağ kurmuş ve izleyiciyi karakterlerin ruh haline ortak etmiştir.

Nâzım Hikmet – “Yaşamaya Dair”

Agâh Beyoğlu | puhutvcom

Nâzım Hikmet’in Yaşamaya Dair adlı şiiri, yaşam sevgisini ve insanın varoluşsal anlam arayışını derin bir duyarlılıkla ele alan önemli bir eserdir. Şiir iki kısımdan oluşur. Birinci kısımda şair, yaşamı kucaklama çağrısı yapar ve bu süreci basit bir “yaşıyor olmak” hâlinin ötesine taşır. Nâzım Hikmet, yaşamayı hem dünyaya sıkı sıkıya bağlı bir hâl olarak hem de düşlerin ve umutların bir parçası olarak işler. Burada dikkat çeken kısım; yaşam yalnızca bireysel mutlulukla sınırlı değildir, aynı zamanda insanın çevresiyle, doğayla ve diğer insanlarla olan ilişkileriyle, yaşamın bireysel ve toplumsal anlamı arasında denge kurmaktır.

Şiirin ikinci kısmında ise yaşam sevgisiyle ölüm arasındaki gerilim ele alınır; Nâzım Hikmet, ölümün gerçekliğini kabul etmiş, hayatının sonlu sınırlılığına anlamlı bir motive ve sorumluluk yüklemiştir. Şaire göre, insanın yalnızca kendi varlığı için değil, gelecek nesiller, insanlık ve özgürlük için de yaşaması gerekir. Bu tema, onun insancıl dünya görüşüyle harmanlanır, bireysel mutluluğun ve varoluşsal anlamın toplumsal sorumluluklarla bir dünya görüşü çizilir. Bu yönüyle, Yaşamaya Dair, varoluşun edebi bir dille yoğrulmuş örneklerinden biridir.

Şahsiyet dizisinde Yaşamaya Dair şiiri, Agâh’ın yalnızca kendi mutluluğu için değil, aynı zamanda insanlık için yaşaması gerektiği düşüncesi ve toplumsal adalet arayışıyla doğrudan ilişkilidir. Şiir, Agâh’ın yaşam ve ölüm arasındaki çelişkili duygularını da ortaya koyar. “Ölüme inanmayacaksın, yaşadığın sürece” düşüncesiyle, Agâh’ın ölümü kabul etmeyen direnişçi ruhunu simgelerken; ölümün kaçınılmazlığı karşısında yaşamı her yönüyle deneyimlemek ve bir miras bırakmak gerektiğine de inanır. Bu bağlamda şiir, Agâh’ın hikâyesiyle kusursuz bir biçimde örtüşür.

“Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,

Yetmişinde bile, meselâ, zeytin dikeceksin,

Hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,

Ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için…”  (s. 904)

Bu dizelerin geçtiği sahnede, şiir, yalnızca bir edebi metin olarak değil, aynı zamanda Agâh’ın kararlarını ve eylemlerini motive eden bir altyapı olarak işlev görür; yaşamı yeniden değerlendirme sürecini derinleştirir ve izleyiciye, yaşamı anlamlandırma konusunda güçlü bir mesaj iletir. Bu nedenle Yaşamaya Dair, dizinin dramatik yapısını ve felsefi derinliğini tamamlayan son derece anlamlı bir araç olmuştur.

Nâzım Hikmet – “Ceviz Ağacı”

Agâh Beyoğlu | IMDb

Nâzım Hikmet’in Ceviz Ağacı şiiri, yazarın politik ve toplumsal duyarlılıklarını, bireysel acılarla harmanladığı güçlü bir anlatıdır. İlk bakışta basit bir metafor gibi görünen ceviz ağacı, hem bireyin toplumla ilişkisine hem de şairin kendi varoluşuna dair çok katmanlı bir sembol hâline gelir. Şiir, 1940’lı yılların baskıcı siyasi atmosferinde yazılmıştır ve bu dönemde Nâzım Hikmet, hapiste ve özgürlükten yoksundur. Ceviz ağacı, kökleriyle toprağa sıkı sıkıya bağlı, ancak dallarıyla gökyüzüne ulaşmaya çalışan bir varlıktır. Nâzım Hikmet’in şiirde ceviz ağacını kullanması ise, şairin hem topluma kök salmış bir sanatçı hem de fikirleriyle sınırsızlığa ulaşmayı arzulayan bir birey olarak kendisini yansıtışıdır. Ceviz ağacı, şiir boyunca sabit bir imge olarak kalır, insanın içsel direniş gücüne dikkat çeker; “Ceviz ağacı gibi insan da köklerinden aldığı güçle zorluklara karşı koyabilir” mesajını zihnimizde canlandırır.

Şiirin samimi ve içten ritmi, duygu yüklü imgelerle bezeli dil yapısıyla birleşerek, bireysel ve toplumsal varoluşun derin bir sorgulamasını yapar. “Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı’nda” dizesi, şairin varoluşsal sıkışmışlığını, aynı anda hem orada bulunup hem de görünmez olma durumunu anlatır. Şiirdeki en çarpıcı unsur ise, “Ne sen bunun farkındasın ne de polis farkında” dizesidir. Bu ifade, yalnızca şairin özgürlüğünün kısıtlanışını değil, aynı zamanda dönemin baskıcı düzeninde sanatın ve sanatçının görünmez kılınmaya çalışılmasını da eleştirir. Çünkü polis, artık “güvenlik gücü” olmaktan çıkmış, sansür ve baskı mekanizmasına dönüşmüştür. Şairin kendi yaşamından izler taşıyan bu şiir, aynı zamanda dönemin geniş kitlelerinin duygusal ve düşünsel yankısını da içinde barındırmıştır. “Ceviz Ağacı”, kişisel bir itiraf ve toplumsal bir manifesto arasında gezinen anlatısıyla, Nâzım Hikmet’in şiirsel dehasının önemli bir örneğini sunmuştur.

Şahsiyet dizisi, karakterlerin derin psikolojik çözümlemeleri ve toplumsal adaletsizliklere başkaldırısıyla bilinir. Dizinin ana kahramanı Agâh Beyoğlu’nun yaşadığı durum, Ceviz Ağacı şiirindeki anlatıcıya çok benzer; Agâh, toplumun kendisine biçtiği rollerden sıyrılarak görünmezliğini kırmaya ve kendi adaletini sağlamaya çalışır. Bu da şiirdeki “kimse beni fark etmiyor” duygusunun dizideki bir yansımasıdır. Bu şiir, dizinin, Agâh Beyoğlu’nun gençlik anılarını anlattığı bir sahnede geçer. Agâh, çocukluğunda hayaller kurarken Nâzım Hikmet’in bu şiirini ezberlediğini ve içinden okuduğunu dile getirir. Şiirin özellikle şu dizeleri vurgulanır:

“Başım köpük köpük bulut, içim dışım deniz,

Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı’nda,

Budak budak, şerham şerham ihtiyar bir ceviz.

Ne sen bunun farkındasın, ne polis farkında.” (s. 1618)

Bu sahnede şiir, Agâh’ın yalnızlık ve fark edilmezlik hissiyle örtüşerek dizinin atmosferine katkı sağlar.


Kaynakça

Kapak görseli: Ayyapım.com

Cansever, Edip. Sonrası Kalır I. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları. 2022.

Hikmet, Nâzım. Bütün Şiirleri. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları. 2021.

Uyar, Turgut. Büyük Saat. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları. 2022.

Veli, Orhan. Bütün Şiirleri. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları. 2022.

spot_img
Zeynep Dilaver
Zeynep Dilaver
kafesteyim çünkü konuşuyorum

Yorum Yap

Yorum girişi yapınız.
Adınızı girin

Star Wars Sith’in İntikamı: Bir Trajedinin Epik Kapanışı

Skywalker'ın öyküsü, galaktik düzenin çöküşünü, dostlukların sonunu ve aşkın trajedisini bir kez daha gözler önüne seriyor.

Macbeth Sendromu: Hırsla Yoğrulan Bir Kimliğin Çöküşü

Macbeth Sendromu, bireyin hırs uğruna kimliğini ve vicdanını yitirerek psikolojik çöküşe sürüklenmesini anlatan patolojik bir durumdur.

You’ya Veda: Önceki Sezonda Neler Oldu?

You, beşinci sezonuyla son kez ekranlara gelirken, önceki sezonlarda neler oldu hatırlayalım.

Altı Çizilenlerde Bu Ay: Ahmed Arif | Hasretinden Prangalar Eskittim

Söylenti Edebiyat editörleri, Altı Çizilenler serisinde bu ay, doğum gününde, şiirin aykırı sesi, toplumcu gerçekçiliğin öncülerinden, Türk edebiyatının benzersiz şairi Ahmed Arif'e yer veriyor!

Orta Çağ Avrupası’nda Evlilik, Boşanma ve Eğlence Kültürü

"Ben senin için yaşamayı göze aldım" diyenleriniz varsa, itinayla "Sıkıysa Orta Çağ'da yaşasana" diyebilirsiniz çünkü bu çağda yaşamak sanıldığından çok daha zor.

HBO Max’te İzleyebileceğiniz Yapımlar

İşte HBO Max'te izleyebileceğiniz yapımlar.

Exulansis: Anlaşılamamanın Getirdiği Vazgeçiş

Exulansis, kişinin anlaşılamayacağını düşünerek kendini anlatmaktan vazgeçişini konu alır.

Şahane Hatalar : Kendi Maceranı Kendin Yarat

Sadece hataların sonuçlarına odaklanmak yerine, bu hataların insanları nasıl şekillendirdiğini ve nasıl birer öğrenme fırsatı sunduğunu ele alan sıra dışı kitap: Şahane Hatalar.

Yahya Kemal Şiirlerinde Yedi Farklı Tema

"İnsan âlemde hayal ettiği müddetçe yaşar." Türk edebiyatına hayalinden kelimeler armağan ve miras bırakan Yahya Kemal Beyatlı.

Kayıp Seslerden Yazının Öznelerine: Virginia Woolf’un Eserlerinde “Kadın” Teması

Woolf’un dilinde "kadın", tarihin dışına itilmiş bir sesin geri çağrılması, unutulmuş bir hakikatin dile gelmesidir.