Serimizin bu içeriğinde 1905 yıllarında Almanya’da ortaya çıkarak Avrupa’nın farklı ülkelerine doğru yayılarak geniş bir etkiye sahip olarak farklı sanat dallarını da etkileyen dışavurumculuk akımından bahsedeceğiz. Bu sanat akımında konunun nasıl göründüğünden ziyade duyguların yakalanması amaçlanır ve bu yönüyle romantizme de benzetilir. Asıl motif ise bireylerin teknolojideki genişlemelerin yarattığı ve büyük şehirler yaygınlaşmasıyla doğadan koparak yoğun bir izolasyon içine sürüklenişlerini ifade etmekti.
Dönemin Tarihsel Arka Planı
19. yüzyıl sonlarında sanayi devrimiyle birlikte gelişen sınıf farklılıkları, 1.Dünya Savaşı’nın getirmiş olduğu ruhsal bunalımlarla beraber bu dönemde yaşanan karamsarlık ve umutsuzluk sanatçıları bu depresif duyguların dışavurumuna yöneltmiştir. Burjuvaziye bir direniş göstererek hararetli bir yaratıcılığı elde etmenin yollarını aramışlardır. Dışavurumcu sanatçılar; kendilik, ruh, doğa, cinsellik, psişe gibi sıfatlarla karakterize edilir.
Eroğlu, Sanatın Tarihi adlı kitabında dışavurumculuğun vahşi doğasını şöyle tanımlamaktadır; ”Dışavurumculuğun kaba, saldırgan bir tavır içinde olmasının sebebi onun kendi içinde aranmalıdır. Bunlar gerçekten de ilkel, vahşi insanlık koşullarının neredeyse aynısıdır. Burjuva düzeni insanları gerçekten vahşilere dönüştürmüştür. İnsanlığın geleceği için; günümüz insanından korunmanın bir yolu, sanatçıların, yani dışa vurumcuların da barbarlaşmasıdır (Eroğlu, 2007: 369).”
Özellikle Almanya ile bağdaştırılmış olan dışavurumculuk, Fransa’da fovizmin karşılığı olarak da bilinir. Böylelikle 19. yüzyılın sonlarına doğru Dışavurumculuk, İzlenimcilik ve Akademik sanata bir tepki olarak Sembolizmden de esinlenerek ortaya çıkar. İnsanlığın doğayla karmaşık ilişkisinin yarattığı karmaşayla birlikte hissedilen kaygı ve boşluk duygusuna karşılık eşzamanlı olarak Dışavurumculuk akımı Almanya ve Avusturya’nın birçok şehrinde belirir.
Fovist hareketin bir üyesi olan Henri Matisse, gerçekliği değil, anlamı iletmek için renk keşfiyle tanınır. Renkteki bu gelişmeler dışavurumcuları etkilemiştir.
Henri Matisse, Les toits de Collioure, 1905
Egon Schiele ve Oskar Kokoschka, Avusturya dışavurumculuğunun iki ana figürüdür. Her iki sanatçı, 20. yüzyılın başlarında, ahlaki baskının ve cinsel ikiyüzlülükten dolayı dışavurumculuk sanatının geliştiği Viyana’da yaşadılar. Schiele ve Kokoschka bu ahlaki ikiyüzlülükten kaçınarak ölüm, şiddet, özlem ve seks gibi konuları resmetmişlerdir. Kokoschka portreleri ve bakıcılarının iç doğasını ortaya çıkarma kapasitesiyle, Schiele ise soğuk ama umutsuz cinselliği kaba, neredeyse vahşice dürüst tasvirleriyle tanındı.
Egon Schiele, Self Portrait with Physalis, 1915
Oskar Kokoschka, The Tempest, 1914
Kokoschka ve sevgilisi Anna Mahler arasındaki yıpratıcı aşkı sembolize eden eserde sanatçı adamı gergin, kısa ve hızlı vuruşlarla resmederken Alma daha klasik bir tarzda, daha yumuşak, daha uzun çizgilerle ve vücudu neredeyse parıldayarak resmedilmiştir.
Akım özgür bırakılan duyguları, bu sebeple de kuralsız bir yaratım sürecini desteklediğinden primitiv izleri barındırır. Sanatçıların yüzyıl başında müzelerde, fuarlarda ya da antikacı dükkanlarında ‘primitif’ olarak nitelendirilen kaynaklarla karşı karşıya gelmelerinin, gerçekten de Batı sömürgeciliğinin kaçınılmaz bir sonucu olduğunu iddia etmek mümkündür. Bu dönemde sömürge ülkelerinden çok sayıda ‘fetiş’ nesne Avrupa’ya getirilmiş, etnografik fotoğraflarda bir patlama yaşanmıştır.
‘Primitivizm’, kısaca, ‘modern’ olarak nitelendirdiğimiz pek çok sanatçının modernleşmenin getirdiği bazı dinamiklere karşı tavrının ifadesidir. Bu karşı tavır, Batılı sanatçıların ‘ilkel toplum’ların sanatına yönelik ilgisinden beslenir; ‘primitif’ sözcüğü ayrıca ket vurulmamış her türlü ifadeyi, örneğin çocukların ya da akıl hastalarının biçimsel dışavurumlarını da kapsar (Antmen, 2008: 35).
Dışavurumcu sanatçılar, izleyicide aynı duyguları ortaya çıkarmak için sanat eserlerinde güçlü duygular uyandırmak istediklerinden sanatlarının estetik açıdan hoş görünümünden ötürü beğenilmek yerine hissedilmesini amaçladılar. Bu nedenle savaşın gerçeklerini ve savaşın Avrupa toplumları üzerindeki etkisini yansıtan sahneler genellikle Dışavurumcu bir üslupla tasvir edilmiştir.
İtalyan filozof Benedetto Croce’nin ‘Estetik’ adlı yapıtından alıntılayan Antmen, Croce’nin sanatçıların yoğun bir sezgisel güce sahip olduklarını belirtmesinin altını çizer. Croce’ye göre herkesin sanatçı olamamasının nedeni, ‘sezgileri teknik olarak ifade edebilme yetisi değil, bir sanatçı gibi sezememesi’dir (Antmen, 2008: 31).
Dışavurumculuğun gelişiyle beraber sanatta yeni yaratım ve yargı standartları da belirir. Sanat, dış dünyanın görsel bir sunumundan ziyade artık sanatçının içinden gelmekteydi. Ayrıca sanat eserinin niteliklerini belirlemek artık yapıtın değerlendirilmesinden çok sanatçının duygularının bir yansımasına atfedilmekteydi. Anlatım nesnesini yansıtmak için dışavurumcu artist abartılı, savuşturulmuş fırça darbelerinden faydalanır. Bu teknik sanatçının içinde yaşadığı çalkantılı dünyadaki endişelerini ve karmaşık duygularını yansıtabilmek için de bir yoldu.
20. yüzyıl başlarının kentsel gelişim yapısıyla yüzleşmeleriyle beraber Dışavurumcu sanatçılar kullandıkları cesur renkler ve kavisli figürleriyle sosyal eleştirel bir üslup da geliştirdiler. Modern şehrin tasvirleri yabancılaşmış bireyleri, seks işçilerini betimleyerek modern bireylerin kapitalist dünya sisteminin içerisinde yaşadıkları duygusal kopuşu yansıttılar.
Brücke – The Bridge
Dresden’da bir grup sanatçı, kendilerini geleneklerin kısıtlayıcılığından uzaklaştırarak sanatlarını geleceğe olan bir köprü olarak ifade etmeleriyle Die Brücke (The Bridge) adında bir sanat grubu Ernst Ludwig Kirchner öncülüğünde kurulur. Özgür cinsellik, formlara basitleşitirilmiş yaklaşım ve renklerin deneysel kullanımıyla birlikte orta sınıf yaşantısının kısıtlayıcılıklarından kaçmaya çalışmışlardır.
Köprü anlamındaki Brücke sanatçılarla toplumun geneli arasında bir köprü oluşturma arayışını ya da eski sanat ile yeni eğilimler arasında bir köprü görevi görmeyi temsil ettiği söylenebilir. Alman Dışavurumcu sanatın öncüleri olan bu grup 1906 yılındaki manifestolarında yerleşik kurallara karşı tavır almak ve özgür bir yaşama kavuşmak gibi ideallerinden söz ederler. Sanatta bu özgürlük eski Alman sanatının, Afrika ve Güney Pasifik kabile sanatlarını izlenimcilik sonrası ve fovizm gibi akımları karıştırarak modern bir stil yaratmayı içerir.
Ernst Ludwig Kirchner

Die Brücke grubunun öncüsü olan ressam Ernst Ludwig Kirchner, Alman dışavurumun temel anlatım aracı olan ağaç oyma yöntemi ve portrelerinde yöneldiği üslup ile kendisini açık ve net bir şekilde ifade etmek istemiştir. Hatta Kirchner manifestolarını ahşap baskı yoluyla çoğaltmıştır.
Kirchner ve grubun diğer üyeleri, özellikle sanayileşmenin ortaya çıkışı ve bunun toplum üzerindeki etkisi ile ilgilendiler. Onlara göre, endüstri, kurumsallaşma ve kapitalizmin ortaya çıkmasıyla birlikte toplumlar daha fazla bölünerek ve bağlantısız hale gelmekteydi. Grup, değişen toplum ve bireyselleşme hakkındaki duygularını kentsel sokak sahnelerini ve şehir yaşamını tasvir ederek iletti.
Divandaki Kız (Girl On A Divan) adlı eserinde figürün ifadesi bir yalnızlık ve umutsuzluk hissine işaret eden Kirchner, van Gogh’un yönelimli fırça darbelerinin ve Matisse’in maceracı renk kullanımının esintileri görünmektedir.
Ernst Ludwig Kirchner, Girl On A Divan, 1906
Ernst Ludwig Kirchner, Street, 1908
Der Blaue Reiter (The Blue Rider)
Bir başka Dışavurumcu grup eş zamanlı olarak Münih’te 1911 yılında Wassily Kandinsky ve Frnaz Marc tarafından kurulur. Wassily Kandinsky’nin tablosunun ismini alan bu gruba Der Blaue Reiter (The Blue Rider) adı verilir. Kendi gözlerinden olan ‘Sanat’ ile çocukların sanatını, halk sanatını ve etnografiyi birleştirmeyi hedeflerler.
Wassily Kandinsky, Der Blaue Reiter, 1910
Autumn in Murnau (1908)
Kandinsky grubun kurulduğu yıllarda özellikle resim ve müzik arasındaki ilişkiye, ayrıca renklerin müzikal-simgesel özelliklerine odaklanmış ve bu ilgisi sonucu ilk Soyut Dışavurumcu resimlerini yapmaya başlamıştır. (Antmen, 2008:41)
Franz Marc, Blue Horses, 1911
Franz Marc, eserlerinde kullandığı renklere duygusal ve psikolojik bir anlam kazandırır ve mavi rengi onun için masküleniteyi ve ruhaniliği temsil etmektedir. Hayvanlardan ve onların zengin iç dünyalarından büyülenen sanatçı hayvan konularını derin bir duygusallıkla resmeder.
Der Blaue Reiter grubu, Birinci Dünya Savaşı’nın başlaması ve Franz Marc’ın ölümüyle dağıldığında kısa süren etkinliğine rağmen farklı eğilimlerden, akımlardan ve ülkelerden pek çok sanatçıyı bir araya getirebilmiş (Paul Klee, Robert Daleunay, Elizabeth Epstein, Andre Demin, Mikhail Larionov, Pablo Picasso) ve etkili olmuştur.
Dışavurumculuğun Sonu ve Etkileri
Birçok dışavurumcu sanatçı, I. Dünya Savaşı sırasında ya da savaş sonucu travmalar ve hastalıklar nedeniyle hayatını kaybetmiştir. Franz Marc 1916’da savaşta; Egon Schiele 1918 grip salgını sırasında öldü ve birçoğu savaşın travmaları altında yıkıldıktan sonra kendi canına kıydı. Sonunda, Alman Ekspresyonizmi dönemi 1933’te Nazi diktatörlüğü tarafından sonlandırıldı. Zamanın sayısız sanatçısı, aralarında Pablo Picasso, Paul Klee, Franz Marc, Ernst Ludwig Kirchner, Edvard Munch, Henri Matisse, Vincent van Gogh ve Paul Gauguin, Naziler tarafından “yozlaşmış sanatçılar” olarak etiketlenerek dışavurumcu sanat eserleri müzelerden çıkarılarak toplatılmıştır. Bölünmüş parçalar halinde de olsa Dışavurumcular sanatlarını kendilerinden sonra gelen Soyut Dışavurumculuk ya da Yeni Dışavurumculuk gibi akımları etkileyerek varlıklarını sürdürmeye devam ettiler.
Kaynakça:
Antmen, A., (2009), 20. Yüzyıl Sanatında Akımlar, (2.Baskı), Sel Yayıncılık, İstanbul
Eroğlu, Ö., (2007), Sanatın Tarihi, (1. Baskı), Kolaj Kitaplığı, İstanbul
Turani, A., (1992), Dünya Sanat Tarihi, (11. Basım), Remzi Kitapevi, İstanbul
Web Kaynakları:
Görseller:
Henri Matisse, Les toits de Collioure
Egon Schiele, Self Portrait with Physalis
Kirschner- Brücke Sanatçılar Grubu Manifestosu
Ernst Ludwig Kirchner, Girl On A Divan