19. yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıkan sanat akımı popüler kültür ile birçoğumuzun yakından tanıdığı empresyonizmdir (izlenimcilik). İzlenimcilik akımı 19. yüzyıl Avrupa’sında dev bir etki yaratarak birçok sanatçıyı etkilemiştir. İzlenimci sanatın arka planında yatan sosyolojik dönem Fransa’da özellikle Paris, hem bir metropol kent olurken, hem de genel olarak kentsel fakirleşme egemendi. O dönemde dünyanın üçüncü büyük kenti olan Paris, aynı zamanda pis kokulu ve salgın hastalıklarla dolu bir kentti. İzlenimci sanatçılar kentin ve manzaraların bu gerçekçi görünümlerini adeta anlık hislerle resmetmişlerdir. Bu noktada sanat, realizm ile üslup olarak benzerlik göstermese de üslup mantığı açısından benzerlik göstermektedir. Farklı yönlerden ve farklı şekillerle ele alınsa da hem realizm hem de empresyonizm gerçek görünümlere odaklanır.
Empresyonist sanatçılar resmedeceği yere bir kere bakar ve o anı akıllarında kalan görüntü kadarıyla resmeder. İzlenimcilik akımının en önemli özelliği ve sanat üslubunun karakteristik özelliğini oluşturan unsur budur. İzlenimcilik akımının birçok temsilcisi olmakla beraber Edouard Manet, Edgar Degas, Camille Pissarro, Paul Cezanne en ünlü sanatçılarındandır. Paul Cezanne, Vincent Van Gogh ve Paul Gauguin, Geç İzlenimciler olarak isimlendirilen diğer önemli sanatçılardandır.
Edouard Manet
Manet’nin sanat üslubu her ne kadar tam bir izlenimci kategorisine girmese de bu sanat döneminin başını getiren önemli temsilcilerden biridir.

Manet, yukarıda görüldüğü gibi Monet’yi bir nehirde sandalı üzerinde resim yaparken resmetmiştir. Bu resim izlenimcilik akımının ilk resimlerinden biri olmakla beraber akımın en önemli temsilcisi de resme dahildir. Monet, günün belli bir saatinde nehre vuran ışıklarla beraber o küçük anı resmetmektedir. Manet ise o küçük anın içinden kopan daha küçük bir anı, Monet’nin resmetme anını yakalamıştır.
Cloude Monet
İzlenimcilik denildiğinde akıllara gelen ilk isim kuşkusuz Monet‘dir. Monet eserlerinde izlediği anı aklında kalan ifadesiyle resmeder bu da izlenimci üslubu oluşturur.


Yukarıda görüldüğü gibi Monet aynı yerin görünümünü iki farklı zamanda resmetmiştir. Yani aynı katedralin farklı saatlerdeki farklı ışıklarla görünümlerini ele almıştır. İlk resim sabahın soğukluğunu hissettirecek bir renk kontrastına sahipken, ikinci resim akşam üzeri saatlerinde gün batımı ışıklarının yapıya çarptığı sıcak bir anı kaydetmiştir.
Ve yine Nilüferler serilerinde Monet, göldeki nilüferlerin farklı saatlerde, farklı gün ışığında görünümlerini ele almıştır.



Pierre-Auguste Renoir
”Hayatta o kadar kötü şey var ki onlara bir yenisini eklemek niye?” der Renoir ve dediği gibi gerçekten de anın kısa ve eğlenceli yönlerini izleyerek resmetmeyi seven bir sanatçıdır.

İzlenimcilik akımının klasik üslubunda olduğu gibi Renoir da kısa konturlu çizgileri yumuşak hatlar ile ifade eder. Resmin tüm unsur ve figürleri adeta iç içe geçer. Bu görünüm kişi, bir yere bakıp gözlerini kapattığında akılda kalabilecek bir görünümdür. Bu yüzden izlenimcidir.
Edgar Degas
Degas’nın sanatının temelinde eskiz vardır. Bale provası gibi tesadüfi anları hızla yakalanmış enstanteneleri sağlam çizgiler, net konturlar ve pastel renklerle tuvale yansır. Renoir ile Degas’nın üslubu ile arasındaki en temel fark çizgilerinin belirgin olmasıdır. Her izlenimci gibi Degas da küçük ve sıradan bir anı ölümsüzleştirerek şahesere dönüştürmüştür.

Kaynakça
Krausse, A.C., Rönesans’tan Günümüze Resim Sanatının Öyküsü, Literatür Yayınları, 2005.
Gombrich, E.H., Sanatın Öyküsü, Remzi Kitabevi, 2019.
Hodge, Susie, Sanatın Kısa Öyküsü, Hepkitap Yayınları, 2019.