Bir sanat eserinin ikonikleşme sebepleri zevkteki aşırılıktan, müzenin kazanç politikalarına ya da koleksiyoncular arasındaki çekişmeye kadar oldukça farklı olabilir. Yüzyıllarca, sanatçılar belirlenmiş kurallardan öğrendiklerini uygulayarak kopyalamakla yükümlüydüler ve 19. yüzyılın sonlarında her ne kadar bu bastırmalara karşı isyanlar başlasa da şüphe yok ki en çok bilinen, ikonik çalışmalar bugün hala güçlü bir çekicilik sergilemektedir.
Helsinki Ateneum‘daki yeni bir sergi; sanatçıların çağdaş eserler yaratmak için teknik, görüntü veya konu yoluyla başvurabilecekleri zengin bir kaynak malzeme sağlıyor. Sergideki sanatçılardan biri de performans sanatçısı Marina Abramović.
Genellikle ırk, sınıf veya cinsiyet meselelerine odaklanan bu yeni çalışmalar, ilhamlarının kaynaklarını farklı gözlerle görmeyi sağlıyor.

Mat Collishaw’ın tanınmış sanatçıların eserlerini modern temalara uyarlanışıyla alakalı uzun ve ilginç bir geçmişi var. Single Nights adlı serisini Georges de la Tour’un yakın iç mekan sahnelerinden özellikle Mary Magdalen’in portreleri ile şekillendirdi. Katolik Kilisesi tarafından acımasız bir şekilde suçlanan kadınların yerine modernitenin sıklıkla ve aynı derecede ayıplanan yalnız annelerini yerleştirdi. Collishaw bu bağı karanlık, mum ışığıyla aydınlatılmış odalarda derin düşüncelere sevk ederek yansıtır. BBC Kültür ekibine çalışmasıyla alakalı, “Neler olabileceğini düşünüyorlar. Eğer bu çocuğa sahip olmasaydım şimdi nerede olurdum? diye düşünüyorlar.” dedi.

Konu farklı olsa da sanatçının Last Meal on Death Row (2011) serisi de aynı düşüncelere dalma niteliğine sahip. Seride Collishaw 30 yıl önce Sunday Times dergisinde gördüğü heyecan uyandırıcı fotoğraflardan esinlendi. Şatafatlarına rağmen hala inanılmaz güce sahipler. Sanatçı eğer bu çalışmaları 17. yüzyıl çalışmaları gibi oluşturursa, insanları o türle alakalı her şeyi –dünyevi eşyaların anlamsızlığı ve hayatın geçiciliği– düşünmeye iteceğini varsaymaktadır. “Eğer bunları yalnızca bir cheeseburgere bakarken sağlayabilirseniz bu büyük bir başarı olacaktır.” demiştir. Doğal olarak resimleri mahkumların gerçek hayat seçimlerine dayandığından onlar aynı zamanda Amerikan adalet sisteminin acımasızlığını ve önyargılarını da yansıtmaktadır. “Birçok Afroamerikan yemeği ve Meksika yemeği mevcuttur çünkü onlar ölüm sırasında daha fazla temsil edilmiştir” demektedir Collishaw.

Yinka Shonibare’nin kültürel kimliğin kuruluşunu keşfetmek ve kolonileşmenin etkilerini anlamak için ikonikleşmiş sanat eserlerini kullanışı; küreselleşmiş hareket olan Black Lives Matters protestoları sırasında ne kadar az kişinin bilgi sahibi olduğuna ya da kolonyal tarihe ne kadar aşina olduğuna net olarak işaret eder. Medusa’nın dijital çıktısında Shonibare Caravaggio’nun ünlü Gorgon kafasından esinlenir ve onu 4 farklı etnik kökene sahip bir kadının yüzüyle değiştirir. Her yılanlı saç figürü yerine Afrikan kumaşı koyar. Bu kumaş, ki oldukça karışık bir tarihi mevcuttur, İngiltere’de doğup Nijerya ve İngiltere’de büyüyen Shonibare’nin içsel çalışmasının bir ürünüdür de. Kumaş her ne kadar Afrika kimliği kazansa da kökenleri Endonezya’dan gelir ve Afrika pazarı için üretildiği fabrika ise Hollandalıdır. Kumaşın farklı kökenleri sebebiyle Afrikalıların yayılımı için oldukça harika bir metafordur.

Nancy Fouts’un çalışması bize ikonik eserlerin doğasını yeniden değerlendirmemize izin verir. Yüceleştirilen sanat eserlerine verilen saygıya şakacı bir şekilde meydan okuyarak iki farklı sanat eserinin melez bir halini yaratır. Bu zeki karışımlar, bizleri orijinalini bu kadar özel yapanın ne olduğunu sorgulamaya itmektedir.
Brueghel Lowry (2013) adlı çalışmasında L.S. Lowry’ye benzeyen çubuk benzeri figürleri tıpkı Bruegel the Elder’dekine benzeyen kış manzarasına yerleştirir.

Bu çalışmada ise Degas’ın örgülü “Little Dancer Aged Fourteen” adlı eserinden esinlenerek Auguste Rodin’e tütüyle balo ayakkabıları giydirir.
The Thinker (after Rodin/Degas) (2014)

Küratörler, ikonik atalarından esinlenen eserleri sergilemenin yanı sıra, Mark Karasick de dahil olmak üzere sanatçıları, özel olarak seçtikleri bir sanat eserine yanıt vermeye davet etti. Kendisinden önceki birçokları gibi, Karasick de çarmıha gerilmenin bir görüntüsünü seçti ve Michelangelo‘nun, Çarmıhtaki İsa (1538-41) eserini seçti.

Sanatçı “Burada sadece dinsel anlam yüklenemeyecek bir yükseliş bir galibiyet var.” dedi. İsa benzeri figürüne İkarus’u andıracak kanatlar taktı. Bunun yanında çalışması bir öncü bir havacı olan ve planörle başarılı uçuşlar gerçekleştiren Otto Lilienthal’i de çağrıştırmaktadır.
Her ne kadar insanın uçma yönündeki arzusu kibirle karşılansa da Karasick bunu insanın bu dünyadaki sınırları aşmak yönündeki azim ve umuduyla bağdaştırmaktadır.
Kaynakça:
https://ateneum.fi/nayttelyt/inspiration/?lang=en
https://www.bbc.com/culture/article/20200624-what-makes-an-iconic-work-of-art