Savaşlar Neden Gerçekleşmiyor?

spot_img

Artık savaşlar bizler için gerçekleşmiyorlar, fantazimizin ve epik film/video oyunu sahnelerinin zihnimizde doldurduğu boşluk, birçok insan için savaşın yerini tutuyor. Bundan dolayı insanlar bir “savaş” çıkması ihtimalinde kimin kimi yenebileceğini bir Hearts of Iron oyunu oynarcasına değerlendiriyorlar. Çünkü “savaş” kelimesinin anlamı artık gerçekten savaşı yaşamayan hiçbir insanın bilmediği bir şey. Savaş kavramının günümüzdeki halk çağrışımı kişinin kendilik algısıyla ve gündelik hayatın anlamsızlığıyla alakalı olduğu savunulabilir. Kişi, kendi hayatını hikayeleştirme ve bir anlam atfetme isteğini bir bilgisayar oyunu kurgusu üzerinden gerçekleştiriyor. Kişilerin ayna benlikleri, onlara yaşadığı hayatı bir film anlatıcısı gibi aktarıyor: 300 Spartalı’daki anlatıcıyı düşünün. Epik bir savaş filmi, Black Hawk Down ne kadar gerçekse, Suriye iç savaşı yahut Akdeniz’de çıkacağı tartışılan olası bir savaş da birçok insan için ancak o filmler kadar gerçek. Savaşı gerçekten yaşamayan ancak medyadan takip eden biriyseniz ne Körfez Savaşı, ne Arap-İsrail Savaşı ne de Kore Savaşı asla gerçek olmadı. Bu durum ise, doğrudan iletişim çalışmalarını ve kişilerin gerçeklik algısını ilgilendiriyor.

Medya çalışmalarında fotografik imgenin, daha günlük bir dille fotoğraf görüntüsünün asla gereçeği temsil edemeyeceği tartışılır. Çünkü fotoğraf, çektiğiniz açıya göre perspektif değiştirir ve bu değişen perspektif bütün anlamı değiştirir. Karenin dışında kalanlar, karenin öncesi ve sonrası, hepsi fotoğrafı çekene yahut fotoğrafa bakana çağrıştırdıklarıyla anlamlandırılır, fotoğraftaki anlamın iletişimi bu anlamlandırma yoluyla yapılır. Buradaki problem ise bu fotoğrafik imgenin gerçek olarak kabullenilmesiyle başlar. Fotoğraf, gerçekleşmiş bir olayın yahut varoluşunu deneyim yoluyla anlayabileceğimiz bir gerçekliğin temsilcisi olabilir. Ancak medyada ve günlük hayatta kişiler, fotoğrafı gerçekliği temsil eden değil, gerçekliğin objektif yansıması olarak ele aldığında ortada bir karmaşa olur. Dahası, fotoğraf bu şekilde ele alınmak istenir, buna dair rahatlatıcı olan bir talep vardır. Böylece dünyanın bir ucundaki insandan bağımsız bir ânın fotoğrafı o ânın yorumlanmış temsiliyken, TV ekranlarına konulduğunda temsilin temsilini kabul etmiş oluyoruz. Örneğin, TV programlarında fotoğrafın temsil ettiği gerçekliği değil, fotoğrafın kendisini gerçek olarak ele aldığımızda izleyicinin pasif, muhalif ya da eleştirel okuma yapmasına göre gerçeklik algısı değişiyor.

Yunanistan ve Türkiye savaşır mı? Eski diplomattan A Haber canlı yayınında flaş sözler - AHaber Son Dakika Video İzle

Savaş yayınları ve savaş haberciliği de bu fotoğrafik gerçekliğinin imkansızlığından ötürü birçok insan için aslında savaşın yaşanılan ve ürkütücü bir olgu değil; tüketilen, heyecan yaratan bir ürün olmasına yol açıyor. Savaş pek çok insan için ilgi çekici bir haber, hayatın ve gündelik politikanın tüm gerçeklerinden daha önemli bir şey hâline gelmektedir. Savaşın talep edilebilirliği, savaş görüntülerinin heyecan vericiliği ve tüketimi tabi ki sinematografik boyuta dönüştüğünde, artık savaş görüntüsü tüketimi yerini gerçekten tamamen uzak bir savaş seviciliğine bırakıyor.

Jean Baudrillard, sıcak savaş (savaş şiddeti) ve soğuk savaştan sonra sırada ölü savaş olduğuna dikkat çeker. “3. Dünya savaşı” denilerek televizyonlardaki tartışma programlarında ve distopik-epik filmlerde sık sık dikkat çekilen, izleyiciyi bilinmez, masalsı, uzak diyarların ve kapalı kapılar ardında gerçekleştiğine inanılan komploların ayartıcılığına çeken kavramın hem gerçekleştiğini, hem de asla gerçekleşemeyeceğini savunur. Çünkü, Baudrillard’a göre yaşanabilecek son büyük sıcak savaş, soğuk savaş yılları arasında parçalanmış, hayatın ve politik rekabetin her alanına serpiştirilmiş, dolaylı olacak şekilde sıcak çatışmalara ve daha çok imgesel caydırıcılıklarla değiştirilmiştir: Nükleer savaş asla gerçekleşmedi, ancak nükleer savaşın gerçekleşme ihtimalinin eziciliği ve bilinen sonucu, savaşın sıcak şekilde yaşanmasını imkansız hale getirdi. Geride imgeler ve metalar üzerinde gerçekleşen büyük bir ekonomik savaş ve kültür savaşı var. Baudrillard’a göre artık politikacıların savaş dedikleri şeyin, kendi oy tabanlarını harekete geçirmek için ürettikleri şeyin tıpkı Saddam Hüseyin ve George Bush’un Irak’ta bir savaşın cesedini yağmalamalarına benzetmektedir. Dünyanın doğu bloğunun dağılmasıyla savaşa daha kolay alan açılacağını sananların yanıldığını söyleyen Baudrillard, artık Batı bloğunun içindeki bu gücün, sanal caydırıcılık formunda dünyayı gerdiğini ifade eder. Ancak bu şekilde dünyayı gereken bir yandan da bu güç ve savaş ihtimali kendi kendini felç eder. Yalnız, okuyucusunu rahatlatmamak adına, bunun güven verici bir şey olmadığını, aksine yer çekimsiz bir savaşın etkisinin hayatın her alanına yayıldığını söyler.

Call of Duty: Modern Warfare 2 Remastered mı geliyor?

Savaş Ringi: Orta Doğu ve Yeniden Karılan Kartlar

Savaşın etkisinin her alana yayıldığı ve hatta kanıksandığı, şiddetin içinde yaşayan insanların varlıklarının görmezden gelindiği bir Orta Doğu gerçeğini düşünelim. Ancak öncelikle, savaşların sonucu olarak isminin konulduğu bir bölgenin isminden bahsedilmeli: Orta Doğu nedir? Günümüzde askeri çatışmaların yoğunlaştığı birincil bölge Orta Doğu olmasına karşın, Orta Doğu’nın sınırları ve ne olduğu aslen tam olarak bilinmemektedir. Bugün daha çok Güneydoğu Asya olarak anılan Hindistan-Pakistan bölgesi, Birinci Dünya Savaşı yıllarıda Orta Doğu olarak bilinirken, 2. Harp’te İngiliz askerî metinlerinde bölgedeki Alman-İtalyan ilerleyişine karşın önce Mısır-Lübnan-Kenya-İran olarak belirlenen bölge, daha sonra Yunanistan’ı da dahil edecek şekilde genişlemiştir. Bugün hâlâ  daha sınırlarını bilmediğimiz bu bölgeyi belirleme ihtiyacı, Suryie-Irak-İran-Mısır gibi bölgelerin idaresini elinde tutan emperyal devletlerin müdahil olmayı sürdürebilmesine göre tasarlanmış ancak başarısızlıkla sonuçlanmıştır.

Bahsettiğimiz Orta Doğu, bugün televizyonda gördüğümüz her yerde epik savaşlara sahne olan ve hak talep edilen bir oyun sahası olarak görülür. Ulus-devlet ayaklanmalarından ve 1910’lardan önce bölgedeki durumun çok daha farklı oluşunu hesaba kattığımızda, bugün savaş ve terörle akıllarda yer eden bölgenin isimlendirmesinin de eleştirilebileceği, bölgede gerçekten yaşayan insanların olduğu anlaşılabilir. Bölgede iç siyasetin, ortak kültürel değerlerin barıştan ziyade siyasetçilerin savaş ve barış kararlarını ulusal çıkar değil, alacakları toplumsal destek belirlemektedir. Ancak bu bölgenin insanların zihninde bulduğu karşılığın tıpkı Irak işgali sırasında ABD’lilerin çeşitli filmlerden ve seçili medya haberlerinden, Türkiye’nin de benzer kaynaklardan ve Kurtlar Vadisi dizisinden ileri gelen imajları vardır. Bir insanın savaş propagandasını kabullenebilmesi için, savaşı asla görmemiş olması savaşın etkilerine maruz kalmasından daha büyük bir etkidir. İktidarını güçlü tutmak isteyen ve halkından kesilmez bir destek görmek isteyen Orta Doğu siyasetçileri savaş çığırtkanlığı gerçeklerin çok sık bir şekilde yorumlanmasına yol açıyor. Savaşın daimi sürdüğü bir yerde ahlakî yargıların güce göre değiştiğini, duvarlara asılan veya yerlerde yırtılan posterleriyle liderlerin üzerinde görüyoruz. Bölgede henüz antik çağlardan beri (Roma İmparatorluğu’nun Hıristiyanlığı, Perslerin Zerdüştlüğü kullanmaları) dinleri yahut ideolojileri birer maske olarak kullanıp, kendi zenginlikleri uğruna milyonlarca insanın hayatını harcanmasını bir patern olarak gözlemliyoruz. Bu doğrultuda, savaş çığırtkanlığının dinlerin muştusu olduğundan değil, Nikea konsüllüğü, şeyhlikler ve mezheplerin siyasiler tarafından bir ideolojiye dönüştürülmesiyle bir kutsallığa kavuştuğundan bahsedebiliriz. Çıkarların maskelenişi sonucu, savaş yıkımla değil, barış ve adaletle aynı anda anılır. Bu oksimorona katkı veren şeylerden biri de aslında bölgenin haritasının savaşmak adına çizilmesi, bölgenin isminin savaşta yer belirtmesi için icat edilmesidir. Beşar Esad’ın yerinden ettiği milyonlarca insan için savaş, Esad’ın egemenlik söylemlerinden veya Diriliş Ertuğrul dizisinde gördüğümüz sahnelerden çok daha farklı olsa gerek.

Savaş propagandasının günümüzde karşılık bulması ve heyecanla karşılanmasının temelinde savaşın dijital oyunlarda yahut dizilerde gördüğümüz imgelerden ibaret sayılmasıdır. Bu imgeler, savaşanların efsanevî sahneleri, savaşan karakterlerin ahlakî üstünlüğü, savaşan karakterlerin yaşadıkları aşk ilişkileri, savaşan karakterlerin estetik kabul edilen görünümü… Kendi hayatında kendisini son derece sıradan gören, hayatında mesai harcadığı şeylerde kendine bir anlam bulamayan insanlar aslında bir yandan hepimizin gerçekliğinden kaçarak sığındığı video oyunları yahut Hollywood filmlerindeki gerçekliği savaş propagandasında buluyor. estetiği tek çıkış yolu sayan veya estetiği de tanımayan insanlar için oldukça tatmin edici bir davettir: “Biz haklıyız ve savaşmalıyız”. Hayatındaki değişim, savaş ihtimaliyle, “biz gerçek halkız” söyleminin yarattığı heyecan vericiliğine kapılıyorlar. Aslında bakarsanız, yaratılmış bir gerçeklik olarak karşımıza çıkan bu yeni savaş isteği, insanları bir nevi bilgisayar oyununa davet etmekten farksızdır. Nitekim deneysel bir çalışma olan gerçek dünya sendromu, kişilerin savaş oyunu-filmini ne kadar izlerse o kadar gerçek dünyanın da böyle bir yer olduğunu algılamaları söz konusudur. Buna göre, oyundaki şiddetin ahlaki açıdan meşruluğu ve efsanevîliği de kişiye gerçekmiş gibi gelecektir.

Diziler için ise söylenmesi gereken ilk şey bireyin dizi karakteriyle arasındaki karakter atfıdır. Kendisi belli bir yaşa gelmiş olan insanların Ertuğrul Gazi’nin ya da Osman Bey’in söylemlerindeki ahlakî üstünlüğü, onun gerçek dışı kahramanca karakterini, slogan atarak konuşmasını ve dolayısıyla sağladığı otoriteyi karakter-kendisi arasında bir bağ kurarak içselleştirir. Dizi izleme performansı sırasında gündelik hayatında ve topluma dair duyduğu olumsuz düşünceleri, bu idealize edilmiş karakterin kendisinin olmak istediği insan olduğunu ve işte tam da onun yapmak/söylemek istediklerini “gerçekleştirdiğini” düşünür. Dahası, bu karakterlerin tarihte var olduklarının söylenmesi, insanlarda asla görmedikleri bir geçmişe dair özleme sebep olur. Bu özlem, aslında kişinin kendisinin olmak istediği ancak haliyle mümkün olmayan insan tipine olan arzudur: Her daim haklı, her daim güçlü, güzel ve epik. Artık diziyi izleyenlere bir ihtimal vaad edilir ve savaşmak, Ertuğrul olmanın gereğidir. Sözler keskin, sloganca söylenmeli ve yumruk masaya vurulmalıdır. Bu kurgusal dizi karakteri, gerçek olarak algılanmakta ve örnek alınmaktadır.

Diriliş Ertuğrul 3. Sezon | Efsane Sahneler - YouTube

Son olarak, talep edilen savaş görüntülerine baktığımızda, medyaya servis edilen savaş görüntülerinin aslında savaşın en iğrenç yönünü göstermekten çok uzak olduğunu biliyoruz. Savaşın biraz da olsa gerçek yüzünü görmek isteyen insanlar için Suriye savaşından kaçmamaya çalışan muhalif bir çiftin yaşadıklarını hiç de keyif verici olmayan bir şekilde görmek isteyeceğiniz ödüllü bir belgesel önerelim: For Sâmâ (Sema İçin). Ancak bu belgeseli izlediğinizde tadınızın kaçacağı olasılığı, bu belgeselde kullanılan (her götüntü gibi çarpıtılmış olmasına ve asla tam gerçeği yansıtamamasına, bir yorum olmasına rağmen) görüntüleri herhangi bir propaganda amacı olmaksızın, dünyanın herhangi bir yerindeki kitlesel medya tüketicisinin talep etmesi pek mümkün değildir. Çünkü zaten çok da tatmin olmadığımız hayatlarımızda, daha da huzur kaçırıcı gerçeklikleri talep etmemekteyiz.

Savaşın gerçekliği, arz-talep ilişkisi, siyasetçilerin kullanımı ve dizilerin etkisini hesaba kattığımızda, bizler için savaşların neden artık gerçekleşmediğini, savaşı yaşayanlar için ise yaşadıkları şeyin terörden ve katliamdan başka bir şey olmadığını, tüm bu katliamın bir anlamı olmadığını anlıyoruz. Tıpkı Baudrillard’ın dediği gibi, savaş artık anlamı kalmayan, gerçekliği bulunmayan bir kavramdır.

Kaynakça:

Baudrillard, Jean. The Gulf War Did not Take Place. Translated by Paul Patton. Bloomington IN: Indiana University Press, 1995.

Carney, Josh. “Resur(E)Recting a Spectacular Hero: Diriliş Ertuğrul, Necropolitics, and Popular Culture in Turkey.” Review of Middle East Studies 52, no. 1 (2018): 93-114.

Gerbner, George. “The mean world syndrome: media violence & the cultivation of fear.” Northampton, MA: Media Education Foundation (2010).

Davison, Roderic H. “Where is the Middle East.” Foreign Aff. 38 (1959): 665.

spot_img
Onur Tuğrul Karabıçak
Onur Tuğrul Karabıçak
Critical theory and postmodernism.

Yorum Yap

Yorum girişi yapınız.
Adınızı girin

Anadolu Turnesi: Psikedelik Bir Yolculuğun Sosyolojik Yansımaları

Alternatif rock grubu Venus Music Peace Band'in Anadolu Turnesine dair bir belgesel incelemesi.

Magnum Fotoğrafçısı Elliott Erwitt: Sıradışı Perspektif

Magnum fotoğrafçılarının yeni yazısında Elliott Erwitt'in hayatına ve eserlerine doğru bir yolculuğa çıkıyoruz.

Star Wars Sith’in İntikamı: Bir Trajedinin Epik Kapanışı

Skywalker'ın öyküsü, galaktik düzenin çöküşünü, dostlukların sonunu ve aşkın trajedisini bir kez daha gözler önüne seriyor.

Macbeth Sendromu: Hırsla Yoğrulan Bir Kimliğin Çöküşü

Macbeth Sendromu, bireyin hırs uğruna kimliğini ve vicdanını yitirerek psikolojik çöküşe sürüklenmesini anlatan patolojik bir durumdur.

You’ya Veda: Önceki Sezonda Neler Oldu?

You, beşinci sezonuyla son kez ekranlara gelirken, önceki sezonlarda neler oldu hatırlayalım.

Altı Çizilenlerde Bu Ay: Ahmed Arif | Hasretinden Prangalar Eskittim

Söylenti Edebiyat editörleri, Altı Çizilenler serisinde bu ay, doğum gününde, şiirin aykırı sesi, toplumcu gerçekçiliğin öncülerinden, Türk edebiyatının benzersiz şairi Ahmed Arif'e yer veriyor!

Orta Çağ Avrupası’nda Evlilik, Boşanma ve Eğlence Kültürü

"Ben senin için yaşamayı göze aldım" diyenleriniz varsa, itinayla "Sıkıysa Orta Çağ'da yaşasana" diyebilirsiniz çünkü bu çağda yaşamak sanıldığından çok daha zor.

HBO Max’te İzleyebileceğiniz Yapımlar

İşte HBO Max'te izleyebileceğiniz yapımlar.

Exulansis: Anlaşılamamanın Getirdiği Vazgeçiş

Exulansis, kişinin anlaşılamayacağını düşünerek kendini anlatmaktan vazgeçişini konu alır.

Şahane Hatalar : Kendi Maceranı Kendin Yarat

Sadece hataların sonuçlarına odaklanmak yerine, bu hataların insanları nasıl şekillendirdiğini ve nasıl birer öğrenme fırsatı sunduğunu ele alan sıra dışı kitap: Şahane Hatalar.